Zeytin ağacının fısıldadıkları

- Nigar YILDIRIM
488 views

Malumu ilan ederek başlayalım. Acilen önlem alınmazsa dünya hızla ekolojik felakete doğru sürüklenecek… Bu bir kehanet değil, araştırmalar tarafından desteklenen bir bulgu. Örneğin Birleşmiş Milletler (BM) Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan ve 8 Ağustos 2019’da kamuoyuna açıklanan rapora göre, “İnsanlar, dünyanın, sanayi öncesi döneme göre yaklaşık 1.0 derece ısınmasına sebep oldu. Küresel ısınma şimdiden, kuraklık ve seller gibi aşırı hava olayları, deniz seviyesinde yükselme ve Arktik denizinin erimesi olarak kendini göstermeye başladı. Sera gazı emisyonları mevcut şekilde devam ederse, küresel ısınma 2030 ile 2052 yılları arasında 1.5 derece sınırını geçecek.1.5 derece sınırı, sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğu önleme için kritik öneme sahip. Küresel ısınmayı 1.5 derece ile sınırlandırmak ekolojik sistem ve yaşam alanları üzerinde birçok kalıcı etkinin önlenmesi anlamına gelir.”

‘İklim apartheid’ı

 

İnsan sormadan edemiyor; bu eşik aşılmış olabilir mi? Çünkü bazı çevre aktivistleri gerçek rakamların hükümetlerin etkisi ile kamuoyundan gizlendiğini iddia ediyorlar. Peki bu gidişatın gerçek sorumluları kim? Küresel ısınmadan en çok kimler, hangi bölgeler zarar görecek? Aslında gerçek apaçık ortada. İklim krizi konusunda geliştirilecek politikaları belirlemek amacıyla bir araya gelen Küresel Adaptasyon Komisyonu tarafından hazırlanan bir başka rapor, bu gerçeği görmezden gelemiyor. Aralarında Microsoft Başkanı Bill Gates’in de olduğu, dünyanın farklı ülkelerinden siyaset, iş ve bilim insanını bir araya getiren Komisyon, açıkça itiraf ediyor; “Dünya, iklim krizinin etkilerine vahim düzeyde hazırlıksız ve önümüzdeki on yıl içinde gerekli yatırımlar yapılmazsa küresel ısınmada en az sorumluluğu olan en yoksul kesimler ve toplumlar en ağır bedeli ödeyecek.” Komisyonun ‘iklim apartheid’ı diye tanımladığı bu sonuçtan kaçınmak için, önümüzdeki on yıl içinde 2 trilyon dolara yakın yatırım yapılması gerekiyor.

Ekolojik felakete karşı mücadele…

Yoksullar kirletmediğine göre yaklaşan bu felaketin sorumlusu belli.Meselenin özü de bu; zenginler tüketir ve kirletir, yoksulların payına da ölmek düşer… Bu nedenle en büyük adaletsizlik iklim krizidir… Dünyanın pek çok yerinde giderek artan ırkçılık, şiddet, savaşlar, ekonomik kriz, yoksulluk, zorunlu göç, mülteci krizi, gezegenimizi yok oluşa götüren iklim kriziyle doğrudan ilintili. Biri diğerinin sonucu ya da nedeni… Bunun bir başka sonucu da popülist, otoriter ya da totaliter liderlerin kriz dönemlerinde ortaya çıkması ve kitle tabanı oluşturması. Trump’tan Putin’e, Boris Johnson’a, Bolsonaro’dan, Orban’a ve Erdoğan’a kadar kural tanımayan liderlerin pek çok ülkede iktidara gelmesiyle dünyada bir korku atmosferinin hakim olması tesadüf olmasa gerek.

Özcesi; ekolojik felakete karşı mücadele kapitalizme, faşizme, savaşa, yoksulluğa, bu korku iklimine karşı da mücadele etmektir aynı zamanda. Ekolojik mücadele bir demokrasi ve insan hakları mücadelesidir. Ve gençler son dönemde bu mücadeleye öncülük etmektedir. Böylesine karanlık bir dönemde, geleceklerinin tehdit altında olduğunu anlayan gençlerin kaderine teslim olmadığını görmek umut vericidir.

Kadın ve doğanın ikili sömürüsü

Örneğin 15 yaşındaki iklim aktivisti İsveçli Greta Thunberg’in çağrısıyla çeşitli ülkelerden 1 milyona yakın genç okul grevi başlattı. İngiltere’de ortaya çıkan ve çok etkili iklim eylemleriyle adını duyuran ‘Yokoluş İsyanı’ hareketi dünya çapında örgütlenerek konuya dikkat çekmeye başardı, yine pek çok ülkede yerli halklar, yaşam alanlarının yok edilmesine karşı ayaklandı. Özetle gezegenin geleceğini etkili bir çevre mücadelesiyle gençler belirleyecek. Ve elbette isyan eden kadınlar da… Çünkü kadınlar bu gidişattan, ekolojik krizin sonuçlarından yoksullarla birlikte en fazla etkilenen kesim. O nedenle bu iki mücadele alanını birleştiren, kadının tahakküm altına alınmasıyla doğanın tahakkümü arasında dikkate değer bir ilişki gören kadınların oluşturduğu ekofeminizme kadınların kulak kesilmesinde fayda var diye düşünüyorum.

Kadın ve doğanın ikili sömürüsünün, kapitalizmin patriyarkaya eklemlenme sürecinde daha görünür hale gelmesiyle gelişmeye başlayan bir hareket ekofeminizm. Ekofeministler dünya üzerindeki yaşamı tehdit eden yıkıcı eğilimlerin ‘kapitalist, ataerkil, küresel dünya sistemi’ tarafından yaratıldığını savunurlar. Çevre sorunlarının kadın sorunları haline gelmesinin ve kadınların mağduriyetinin nedenini de patriyarkanın kadın ve doğa arasında yakınlık oluşturarak her ikisini de tahakküm altına almasında görürler.

Kadınların dostudur ağaçlar

Assignment Name

Dünyayı ekolojik felakete götürmekte olan bu sistemde çevresel faktörler kadınların ve erkeklerin hayatını halihazırda var olan eşitsizliklerden dolayı farklı şekillerde etkilediği için, dünyanın her yerinde çevre mücadelelerinde kadınlar hep en önde yer alır. Zeytin ağacına sarılmış direnen Filistinli kadının fotoğrafı hepimizin hafızalarındadır. Ne kadar güçlü bir direniş imgesidir bu fotoğraf. Belli ki, o ağaç kadının evi, yaşamı, belleğidir… Ağaç, dünyanın kadim bilgisini kadınların kulağına fısıldar sanki. Hiç kuşku yok ki, kadınların dostudur ağaçlar. Ağaca düşman olmak kadına, yaşama düşman olmaktır. Madencilik projelerine karşı direnen Cerattepeli o harika kadınların dediği gibi “bu ülkede ağaç olmak da, kadın olmak da zor”dur. O nedenle ağaçların fısıltısına kulak veren pek çok kadın, Afrika’da, Hindistan’da ve dünyanın dört bir yanında ağaçların kesilmesine, ormansızlaşmaya, yaşam alanlarının yok edilmesine karşı direnmekte. Çünkü kadınlar şunun farkında; doğanın tahribatı kadına yönelik şiddettir…

Tüm canlıların refahına saygılı yeni bir bağ yaratmak

Sözü ekofeministlerin manifestosu niteliğindeki ‘Karşılıklı Dayanışma Bildirgesi’ ile bağlayalım; “İnsanlığın gidişatı karşısında, yeryüzündeki insanlar arasında, onları birbirine bağlayan, doğa yasaları altında eşit sorumluluklar yükleyen, insan türünün ve yeryüzündeki tüm canlıların refahına yeteri kadar saygılı yeni bir bağ yaratmanın zorunlu hale gelmesi, karşılıklı dayanışmamızı gerektiriyor. Yeryüzünün başına gelecek her şey yeryüzü ailesinin başına gelir.” Kısaca “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz…”

Evet, ağaçların çağrısına kulak veren kadınların, kadın mücadelesini yeni bir perspektifle gözden geçirerek, büyük çevre hareketi içinde kendi sesleri, renkleri ve talepleriyle yer almasının zamanı çoktan geldi.