2014: Kırımların devamı ve kadının öz savunma destanı

- Ruken Aras
592 views

İnsanlık tarihi bir yılı daha geride bırakıyor… Tüm uygarlıkların birikmiş zulmü ise bugün Ortadoğu ve kadın kimliği şahsında kendini yaşatmaya devam ediyor. Savaşlar, açlık, yoksulluk ve her türlü toplumsal yozlaşma “ daha ötesi var mı” dercesine artarak devam ediyor.

Türkiye ve Kürdistan açısından birçok kesim yıla dair genel bir değerlendirme yapacaktır.

2014 yılında da Türkiye ve Kürdistan’da kadınlar her gün öldürüldü.

Tecavüzlerin sayısını kimseler bilemedi. Ve tecavüzcülerin cezaları indirildi. Tacizlerde kadınlar suçlandı.

Çözüm sürecini kendi kurnazlıklarıyla heba etmeye kalkan AKP’nin saldırıları sonucu Kürdistan’da onlarca anne evlatlarının cenazelerini toprağa gömdü.

Madenciler göçük altındayken kadınlar onların yollarını gözledi.

Mevsimlik tarım işçisi kadınlar traktörlerle taşınırken hayatını kaybetti.

Kadınlar fuhuş sektörüne zorlandı.

Kadınlar yoksulluktan dilencilik yaptı.

Kadınlar, savaş yüzünden topraklarını bırakmak zorunda kaldılar.

Kadına yönelik savaş hali

2014’te de sürdü

Kadın kimliğine dönük saldırıların artarak devam ettiği 2014 yılında, Êzîdî kadınlar şahsında kadına yönelik tecavüz ve pazarlarda köle olarak satılması, kendisine tecavüz eden erkeği öldüren Reyhani Cabbari’nin idamı, Boko Haram’ın kız çocuklarını kaçırması, Hindistan’da cadı avları, Avrupa’da sağ partilerin kadınları eve kapatma politikaları, intiharlar, türlü gerekçelerle günlük uygulanan fiziksel şiddet ve daha sayamayacağımız kadar kadın katliamı ile geçen bir yıl oldu.

İnsan yukarıdaki verilere bütünlüklü baktığında bunun bir “savaş hali” olduğunu görebiliyor. Ortada binlerce yıldır süren kadına karşı geliştirilmiş  tek taraflı bir savaş varken ve bu savaş hız kesmeden devam ediyorken bazen ölü sayısının, ölüm biçiminin, yerinin ve zamanın ne önemi kalır ki?  Olaylara, kesitlere, rakamlara yer verirken işin ideolojik temeline inmemek yaşananları çözümlemede eksik kalacaktır.

AKP cinsiyetçiliği pekiştirdi

21. yüzyıl Türkiye’sindeki erkek aklının son temsilcisi AKP, İslamiyet’i özünden saptırarak kadın kimliğini kendi ideolojisine göre dizayn etmenin çabasını sürdürdü, siyasal İslamı  kullanarak toplumsal cinsiyetçiliğini pekiştirmeye devam etti. Amed’de neredeyse her mahallede Kuran kursları, okuma odaları altında bir yandan AKP bir yandan da Cemaat, toplumsal cinsiyetçiliği küçük yaşlarda çocuklara aşılamayı sürdürdü.

Bin odalı sarayında yaşamaya başlayan Erdoğan’ın kendi toplum modelini kurgularken kadınları nereye koymaya çalıştığını görmek önemlidir. Bunun için kendisinin ve yandaşlarının söylemlerine, çıkartmak istedikleri yasalara, eğitim sistemindeki uygulamalarına bakabiliriz. Kürtleri ve kadınları katletmeye and içmiş DAİŞ’e destek veren AKP hükümetinin kadın politikaları tıpkı Kürt sorununa yaklaşımı gibi inkarcı, imhaya açık ve asimilasyoncudur. Nasıl ki Kürdü kendi sınırlarına göre “iyi Kürt” yani kendi Kürdü haline getirmek istiyorsa, aynı şekilde kadınları da kendine köle olarak şekillendirmek istemektedir. Bunu yapabilmesi için gerekli olan dini mekanizmalar, devlet birimleri, yasalar ve medya tamamıyla kendi tekelinde bulunmaktadır.

Sorunun kaynağında devlet var

İktidar sahiplerinin kadın bedeni üzerindeki katliamlarını sayılarla vermek, şiddet biçimlerini tespit etmek, anketler yapmak gibi günümüz sosyal bilim temsilcilerinin sözde çalışmalarının hem kaynak olarak nereye bağlı olduğunu hem de yöntem olarak kimlere hizmet ettiğini açığa çıkarmak gerekmektedir.

Kadına yönelik şiddetin verileri kimler tarafından kayda alınmaktadır? Tabii ki devletin kurumlarınca!

Devlet kimdir? Devlet; kadına yönelik şiddeti besleyen iktidar mekanizmasıdır. Mesela günde beş kadının öldürüldüğü bilgisinin kaynağı adli makamlardır. Bu sayının gerçek olup olmadığını nasıl öğrenebiliriz? Öğrenemeyiz. Çünkü bu mekanizmalar halka kapalıdır, sadece kendi uygun gördüğü çevreler alabilir. Kendimize, yaşama dair verileri almak için dahi devletin tüm hiyerarşilerini aşmamız gerekir. Demokratik toplum modelinde ise toplumsal yaşama ve bilime dair her şey halka açık olacaktır. Öyleyse bilmelerin kendisinde yatan sorunun kaynağında devleti görebiliyoruz.

Az şiddet-çok şiddet algısıyla yaşıyoruz

Planlı bir savaş halinde süren kadın katliamlarını bu kadar doğal karşılıyor olmanın temelinde yatan zihniyet şekillenmelerini yani algıları da incelememiz gerekiyor. “Eylül ayında erkekler 25 kadını katletti” haberinin ekim ayında da üç aşağı beş yukarı yayımlanacağını biliriz. Eğer bu sayı bir aya değil de bir güne denk gelse bu sefer biraz daha  öfkeleniriz. Çünkü toplumsal algı olarak rutin devam eden şiddetin normalliği kanıksatılmak istenmektedir. Katledilen kadınların sayısı ve öldürülme biçimleri öylesine meşrulaştırılmak istenir ki arada bir şekilsel olarak farklı bir boyut kazandığında Türk gazetelerinde flaş haber geçer. Ve böylece hangi kadına, ne zaman, nerede ne tür şiddet uygulanabileceğinin algıları inşa edilmiş olur.

Kadın sorunun tespiti ve çözüm yöntemlerine dair yanılgılı yaklaşımlar da yıllık değerlendirmelerimizin sınırlarını çizmektedir.

Egemenlerin yarattığı algıları kırarak kendi aklımızla bu katliam sürecini değerlendirebiliriz. Mesela her gün ama her gün süren ve artarak devam katliamlara karşı refleksler çok az gelişmektedir. Çünkü iyinin ve kötünün, az şiddet ve çok şiddetin, öfkenin yeri ve zamanının egemen zihniyetin inşa ettiği algılarla belirlendiği zamanlarda yaşıyoruz.

Parçalanan kadın ve erkeğin zalim savaşı

Toplumsal hafıza, sistemin öğretileriyle paramparça edilmek isteniyor. Geçmiş unutturulmak, gelecek bugünle sonlandırılmak  üzere şekillendiriliyor. Erkek akıl, kadının doğasını çok iyi biliyor, açığa çıkacak olan gücünden korkuyor ve öylesine korkuyor ki iktidarının elinden gitmemesi için kadın gerçekliğini parça parça ederek katlediyor.

Kadına yönelik şiddetin dini, rengi, sınıfı, biçimi, inancı, coğrafyası katmanlara ayrıldığı sürece katliamlar meşruluğunu sürdürecektir. Sorunun kökeninin tam da iktidarı tekelinde tutan erkek egemen devletçi zihniyet olduğu konusunda ortaklaşma yaşamak çözüm yöntemlerini de güçlendirecektir Ortada bir savaş var. Erkeğin zalim savaşıdır bu. Bu savaşı yaratan ve sürdüren zihniyetle mücadele etmek yerine sadece verileri ile uğraşmak ve günlük çözüm yolları aramak ancak liberalizme hizmet etmektedir.

Rojava’da kadınlar algıları alt üst etti

2014 yılında kadınlar ev içinde, sendikalarda, mecliste, sokakta, mahkeme önlerinde, internet üzerinde mücadelelerine devam ettiler. Ama erkek egemen devletçi zihniyet hiçbir yerde ve zamanda boş alan bırakmadan kadın kimlik inşalarını sürdürdü, katliamlarına devam etti. Ve özel savaş politikaları gibi bu katliamları meşrulaştırdı, sürekliliğini sağladı. Kadın çevreleri işin öznesi yani mücadelede belirleyici olmak isterken, hep işin nesnesi yani bekleyip ardından tepki göstereni olmak zorunda kaldılar. Çünkü algı mekanizmalarının, şiddet araçlarının tamamı onun elindeydi ve kadınlar örgütlenmediği sürece bu kırım politikaları bir kader olarak devam edecekti.

Ama, Ortadoğu’da, Rojava’da kadınlar algıları alt üst ettiler.

2014 yılı kadın mücadelesi açısından büyük imzalara tanıklık etti.

YPJ’li kadınlar ve zananın ruhu

Kobanê’deki kadının öz savunmasını bir laboratuar gibi ele alarak değerlendirme yapmak belki de kadın özgürlüğü için en büyük adımlardan biri olacaktır. Dünya hegemonyasını karşısına alarak, -kimseden beklemeden, kendi iradesi ve özgücüyle, örgütlenerek direniş göstermek YPJ’nin dünya kadınlarına bir deneyim öğretisi oldu. Bugüne kadar zihniyetlere işlenen kadın kimlik modellerinin kırılabileceğini, çok silahın değil özgürlük aşkının savaşı kazanabileceğini gösterdiler. Sadelik, doğallık, özgürlük aşkına savaşırken gülümsemek ve yaşamı her saniye anlamlı sürdürmek…

Kobanê  bir kadın devrimi yarattı ve artık zamanın ruhu değişmiştir. Kadınlar olarak “savaş nasıl kazanılır” sorusu karşısında iktidar sahiplerinin mekanizmalarına, yalan tarihine, saptırılmış sosyal bilimlerine değil; Kobanê’nin yarattığı gerçekliğe bakacağız. Bu gerçeklik, kendi köklerinden kendi bilgimizi yaratmak ve öz gücümüzle direnişi örgütlemek olmuştur.

Kobanê, şiddete karşı öz savunmadır

Kadınlar, YPJ gerillası Arin Mirkan şahsında öz savunmanın meşruluğunu dünyaya gösterdi. Ve Kader Ortakaya şahsında devletin çizdiği sınırları tanımadığını da.

2014 yılı, Kobanê şahsında “şiddeti kınama” sloganının anlamını yitirdiği; “şiddete karşı öz savunma” sloganının anlam kazandığı bir yıl oldu. Artık mağduriyetlerden başlanmayacak çözümlemelere; tarihsel yaratımlarımızdan, doğamızdan, sadeliğimizden, inancımızdan başlayacağız. Kendi bilgi yapılarımızı kendimizin yaratabileceğini gösterdi bize Kobanê direnişindeki kadınlar. Ölümleri beklemek, gözyaşı dökmek değil, ağıtlar yakmak değil; ölümün üzerine gitmek… Herhalde bunun için de inanmak, zihniyet devrimini gerçekleştirmek ve hakikat aşkını toplumsallaştırmak biz kadınların temel mücadele gerekçesi olacaktır.