‘3. Doğuş’ta mayalanan özgür yaşam

- Elif MERCAN
77 views
“Yeniden daha güçlü doğuyordum. Beğenmediğim anamın doğuruşuyla, ciddiyetine hiç inanmadığım modernitenin doğurma çabalarına karşı, tüm öldürmelerden sonra kendi kendimi üçüncü kez doğuruşumu çok ciddiye alıyor ve hoşlanıyordum… Üçüncü doğum, kendini yeniden yaratma… Birinci doğum ana doğumu, ikincisi savaş, üçüncü doğumumsa barış.”

Rêber Apo’nun anlamını böyle özetlediği üçüncü doğuş kavramı, O’nun paradigmasındaki pek çok kilit kavram gibi derin sosyolojik-tarihsel anlamlara sahiptir. Üçüncü doğuş 25 yıldır literatürümüzde olmasına rağmen, ezbere ve klişe yaklaşımları aşan bir anlama gücümüzün ne kadar geliştiğini sorgulayabilmeliyiz. En çok kadınların yaşamını derinden etkileyen üçüncü doğuşa anlam vermek; herkesin biyolojik ve toplumsal doğuruşların ötesinde kendisini yeniden doğurabilmesinde kilit öneme sahiptir.

Halka mal olan bir doğuş

Rêber Apo “… sağlıklı olmasına çalışıyorum” dediği üçüncü doğuşunu duyguda, histe, düşüncede ve paradigmada çok köklü yaşamıştır, yaşamaktadır. Unutmayalım ki, üçüncü doğuş İmralı sisteminde, dünyada eşi benzeri görülmemiş tecrit koşullarında; çok büyük acılarla, henüz dile gelmeyen yönleri olan emsalsiz bir mücadeleyle gerçekleştirilmektedir. Bedelini en ağır Rêber Apo’nun ödediği bu doğuş, Kürt halkına mal olmuştur. Bundandır ki, Rêber Apo’nun literatüründe üçüncü doğuş sadece kendisinin bireysel üçüncü doğuşu anlamında kullanılmaz. Kendi gerçeğinden yola çıkarak çözümlese de, kendi şahsında insanın, toplumun, kadının ve tüm ezilenlerin üçüncü doğuşunu tanımlar. Üçüncü doğuşu her şeyden önce paradigmasal anlamda kullanır: “İnsanlığın ipuçları vardır. Kitabıma o yüzden üçüncü doğuş, yeniden doğuş, rönesans diyorum. Savunmam bu konuda öğreticidir. Her şeye, yaşama ve özgürlük şansını yeniden veriyor.” Sözlerinde kastettiği kitap AİHM savunmaları olsa da aslında tüm savunmalarına, yani köklü paradigmasal değişim-dönüşüme üçüncü doğuş, rönesans diyor. Bu anlamda Rêber Apo’nun demokratik modernite paradigmasına üçüncü doğuş diyebiliriz. Rêber Apo bunun öncesindeki düşünsel arayışlarını, etkilenmelerini, dini, reel sosyalizmi muazzam analiz etmiştir. Bu analizlerle birlikte ele alırsak ancak, demokratik modernite paradigmasının neden üçüncü doğuş olduğunu sağlıklı kavrayabiliriz.

Birinci doğuşun dersleri

Rêber Apo, kendi farkına vardığı andan itibaren birinci doğuşunu sorguluyordu. Anasıyla-babasıyla, toplumu ile hesaplaşıyordu. “Yedi yaşında anama-babama karşı çıktım. Saygısızlıktan değildi ama siz yetersizsiniz dedim” sözlerinde dillendirdiği gibi, biyolojik doğuşunun, varoluşunun anlamını arıyordu. Neden? Nasıl? Ne zaman? Kim? Hangisi? gibi sorulara cevap aradığında daha 7 yaşındaydı. Kürtlüğün zerresine tahammülü olmayan ve katleden bir devlette Kürt bir çocuk olarak doğmakla, yaşamının baştan aşağı tehlikede olduğunu sezmiş, varoluşunun bile amansız bir savaş gerektirdiğini hissetmişti. Daha çocuklukta yorgun düşüren bir ortama doğduğunu; yaşamak için hep tetikte olması gerektiğini farketmişti. Devlete rağmen kendini sürdüren Kürt toplumsallığının trajedileri yaşamın her anını soluksuz bırakıyordu. Ananın doğuruşunun güvenilir bir ortama olmadığını, çocukluğundan itibaren iliklerine kadar yaşamış, birinci doğuşun derslerini iyi öğrenmişti: “Ekmeği istediğin kadar yiyemezsin, intikamını almadan eve gelemezsin, evlenen kız çocuklarını oyuna çağıramazsın, bu halinle kız bulamazsın, kimse yanında olmayacak, yalnız kalacaksın!”
Sanki birinci doğuş trajedilerle örülmüş yaşamların olanca ağırlığıyla çöküyordu üzerine. Kendinden dünyaya, dünyadan kendine akarken birinci doğuşun ağır sancılarını yaşıyordu. Bir kuyruk gibi yaratılan ve zorla takılmak istenen ölü Kürtlüğe direniyordu. Tahtayı yeşertmeye, kayada gül olup bitmeye yeminliydi. İsyana birikiyordu, isyanı biriktiriyordu ruhunda dindiremediği öfkesiyle. Çocuk dünyasının özgür ruhuyla, hayalleriyle ve duygularıyla bir özgür yaşam taslağı mayalanıyordu zihninde, çocukluk ömrünün tanımlamaya yetmeyen aklıyla. Birinci doğuşuna ve onu şekillendirmeye çalışan toplumsallığına isyan ediyordu: “On yaşındayken annem, ben seni doğurdum niçin bana bakmıyorsun, beni sevmiyorsun, dediğinde ben de, sen beni büyük acıların içine attın, demiştim. O zamandan sezdim.”
Hem Kürt toplumu hem ana-babası ona istediği toplumsallığı verebilecek güçten yoksun bırakılmıştır. O, arkadaşlığın, sevginin, oyunun, özgürlüğün ve eşitliğin olduğu bir toplumsallık düşüyle büyür. Yaşadığı zamanda, toplumda, devlette bunlar yasaktır, günahtır, haramdır. Sonrasında okuduğu düzen okullarında moderniteden etkilense de, içindeki bu düşü ve umudu büyütmekten vazgeçmeyecektir. Her iki doğuşun kader gibi benimsetilmesine muazzam öfke duyacaktır. Bu öfke ve onunla iç içe gelişen şüphecilik, kişiliğinin temel özelliklerinden olacaktır. Yaşamdan, anlamından, bir yaşam varmış da yaşanıyormuş algısından, kendisinden bile şüphe edecektir. Bu şüphe ‘Hebûn’unu ve ‘Xwebûn’unu belirleyecek düzeydedir. Rêber Apo’nun sosyolojik, felsefi ve bilimsel anlamlara sahip olan birinci, ikinci ve üçüncü doğuş tezleri böylesi zorlu, boğucu bir atmosferde, ölüm-kalım çizgisinde mayalanmıştır.

İkinci doğuş, eleştiri ve özeleştiri

‘‘Kadere hiç inanmadım” diyen Rêber Apo, birinci doğuşun yaşattığı acıları, kimlik bunalımlarını derin bir özgürlük arayışıyla cevaplamak ister. Bunun için ikinci doğuş dediği mücadele-savaş dönemini başlatır. Bu dönemin birinci aşamasını (1972-1984), “düşünce özgürlüğüne cesaret etmenin ilk adımlarından biri de sayılabilir. Bin yılların köklü kölelik normlarından kopma hamlesi de olabilir. Anlamlı, başarısı biraz şans, biraz da emek ve inanç isteyen adeta ikinci doğuş, yeniden paradigma kazanma olarak da tanımlanabilecek bir dönemdir” sözleriyle özetler. İkinci doğuşun ikinci dönemine (1984-1999) ilişkin ise “… silahlı mücadelenin ağırlık teşkil ettiği müthiş bir süreçtir… Bilimsel sosyalizm iman gücünü kazanmış olarak yürütülmektedir. Savaş tam kutsal bir eylemdir. İnsan birey giderek hiçleşirken amaç her şeyleşir. Tarihin tipik bir iktidar hastalığına tutulduğunu fark etmek bile çok güçtür” sözlerinde somutlaşan paradigmasal eleştirilerini geliştirir. Üçüncü doğuşun felsefi, ideolojik-politik ve paradigmasal anlamlarını sağlıklı kavramak; birinci ve ikinci doğuşların tarihselliğini ve sosyolojisini derinlikli anlamaktan geçer. İkinci doğuşa damgasını vuran paradigmayı eleştirel, öz eleştirel, tarihi-sosyolojik perspektiflerle analiz etmek, üçüncü doğuşu kavramak için şarttır. İkinci doğuş birinci doğuşun gerçekleştiği toplumsallığın sorunlarına çözüm ararken, karşıtlarının düşünce, yaşam ve mücadele gerçeğinden etkilendiği, benzeştiği için yeni bir doğuşa zemin hazırlamıştır. Birinci doğuşla yaşanan acıların -ki bu Rêber Apo şahsında bir Kürt realitesidir- kaynağı olan devlet-iktidar, şiddet birçok yönden ikinci doğuşu şekillendirmiştir. İmralı öncesinde, 1990’ların başından itibaren bu durum eleştirel analiz edilse de, üçüncü doğuşu gerçekleştirecek olgunluğa, güce ulaşamamıştır. Bunun nedenlerini bilimsel analiz etmek, adil olmanın ve üçüncü doğuşu gerçekleştirebilmenin gereğidir! Çünkü üçüncü doğuş, reele, insan aklının inşa ettiklerine çakılıp kalan formları aşmak, öz olup akmaktır özgürce. Aşmaktır, gerektiğinde aşılmaya açık olmaktır, kendini üçüncü bir gözle okuyup yenileyebilmektir.

Üçüncü doğuş sorgulayıcıdır, akışkandır

Üçüncü Doğuş, birinci ve ikinci doğuşları kader olarak kabul etmemenin felsefi arayışı, yaşam tarzı ve duruşudur. Üçüncü doğuş bir sorgulamadır, akışkan, yaratıcı ve geliştiricidir. Biyolojik ve toplumsal doğuşun birikimlerini, sancılarını, anılarını ve değerlerini anlamlandırır, olumlu değerlerini toplar kendinde. Bunun üzerinden kendi kendini doğurmanın kararlaşmasını ve eylemini yaratır. Göbek bağını zamanı gelince kendisi keser, bağları kendisi kurar yeniden. Sonsuz bir çoğalmadır, ebesi her güne bir devrim, her ana bir başarı sığdıran özgürlük ahlakıdır. Çocukluk hayallerinden vazgeçmeyen bilgeliktir, üçüncü doğuş. Doğanın çocuğu olmanın, onunla kopmayan sırlı ve sihirli ilişkinin, evrenin adaletine olan inancın, sınırsız sevgi arayışının ebeliğinde doğmayı kabul etmektir. Bu doğuş; kirli, çirkin, zalim, bencil ve faşist zamanların ruhundan sonsuz boşanmayı şart kılar. Kapitalist modernitenin ruhumuza, benliğimize, duygu ve düşüncelerimize ektiği tohumları söküp atmayı gerektirir. Bu anlamda üçüncü doğuş kendini bilmektir, kendinden ve kendini var kılan toplumsallığından, evrenden öğrenmesini bilmektir. Hakikate erme ve erdirmedir. Hakikat yolunda erdemlerle var olmadır. Hebûn’a anlam vererek, Xwebûn’u yaratmaktır. Üçüncü doğuş hakikat yolunda yanmayı, deli divane olmayı, dokuz köyden kovulmayı göze almakla gerçekleşir.

Üçüncü doğuşun felsefesi Jin-Jiyan-Azadî

Üçüncü doğuşun diğer bir anlamı, Ortadoğu’nun demokratikleşmesidir: “Ortadoğu’da üçüncü doğuş sancısı yaşanıyor… Biliyorsunuz, birinci doğuştan neolitik devrimi, ikinci doğuştan da sınıflı topluma geçişi, Sümer uygarlığını kastetmiştim. Şimdi de Irak’ta tüm Ortadoğu’yu kapsayan bir üçüncü doğuş gerçekleşecektir. Bunun demokratik bir doğuşa dönüştürülmesi gerekiyor.” Bu anlamda üçüncü doğuş; Rêber Apo’nun “Evrenselin ana damarı” dediği Ortadoğu’nun yeniden doğuşu, kökleri, değerleri ve ana tanrıçaların güzellikleri ve gücü üzerinden yeniden hayat bulması, gerçek baharlara kavuşmasıdır. Üçüncü doğuş aynı zamanda kadın devrimidir, kadının doğuşudur, kadın devrimi ile süreklilik kazanan bitimsiz bir yaratıcılıktır. Toplumsal aklın, yaratıcısı ana-kadının hayırlı evladı olmaktan, kadınla yoldaş olmanın “büyüleyiciliğinden” asla vazgeçmeyen amansız yaşam ilkesidir. “Barış yani kutsal barış gerçekleşirse yeniden doğmuş gibi olacağım. Newroz’un doğuşu, barışın doğuşuydu. Kadın çok iyi anlamalı. Barış ve özgürlük doğuşu önemli. Büyük acılardan, büyük çelişkilerden, büyük barışın doğuşu gerçekleşiyor. Stêrk olarak doğuşunuzu selamlıyorum.” Bu sözler üçüncü doğuşun, kadının Stêrk olarak yani Tanrıça, yıldız, Star olarak doğuşu olduğunu anlatıyor. Üçüncü doğuşa bu üç temel eksenden yani paradigma, Ortadoğu ve kadından yola çıkarak birçok tanım daha getirebiliriz: Üçüncü doğuş inşadır, barıştır, felsefesi Jin-Jiyan-Azadî’dir. Onurlu bir barıştır, insanın kendisiyle, insanın kendi toplumsal kökleriyle, insanın düşmanıyla yeniden tanışması, anlamsız savaşları sonlandırıp barışmayı bilmesidir. Üçüncü doğuş aşktır. Aşkın küllerinden yeniden doğuşudur, “Güncellenmiş ve başarmış Mem û Zînler” olarak.