Kadın Meclisleri ilkini Ocak 2019’da gerçekleştirdiği ‘Türkiye Kadın Buluşması’nın ikincisini geçtiğimiz Şubat ayında düzenlendi. Buluşmanın sonuçları ile Türkiye’de devam eden kadın cinayetleri ve buna karşı kadın hareketinin mücadelesini Kadın Meclisleri Üyesi Melek Önder ile konuştuk…
İkinci Buluşma’nız Şili başta olmak üzere dünyanın birçok coğrafyasında kadın eylemlerinin yükseldiği bir dönemde gerçekleşti. Öncelikle böyle bir buluşmanın hangi ihtiyaçtan doğduğunu sormak isteriz.
Dünyada ve Türkiye’de kadınların mücadelesi yükseliyor. Kadınlar örgütleniyor, örgütlü bir feminizmi var ediyor. Türkiye’de de geçtiğimiz yıl Emine Bulut’un ‘ölmek istemiyorum’ çığlığı ile, tüm illerde, ilçelerde kadınlar meydanları doldurdu. Kadın cinayetlerini durduracağız derken, aynı zamanda çözümü de binlerce kadın tek bir ağızdan haykırdı: ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır, 6284 yaşatır’. Kadınlar, kadın cinayetlerini durdurmak için kadına yönelik şiddetin her türlüsünü durdurmak, çocuk istismarını durdurmak için eylemlerde, toplantılarda, basın açıklamalarında, adliyelerde kadınlara adalet için buluştular. Şule Çet’in intihar denilerek üzeri örtülmeye çalışılan gerçekleri açığa çıkardılar, Şule Çet için adaleti mücadeleleriyle sağladılar. Aysun Yıldırım cinayetini açığa çıkardılar. Rabia Naz’a ne oldu diye sorarak eylemler yaptılar. İş yerlerinde cinsel saldırıya uğrayan kadınlarla, gerçeği açığa çıkardılar; yine iş yerlerinde tacize, eşitsizliğe karşı mücadele ettiler. 25 Kasım’da meydanlarda buluşup, Şili’den Fransa’ya, Lübnan’a yayılan Las Tesis performansını Türkiye’ye taşıdılar. Tüm bu mücadeleyi veren kadınlar bundan sonraki mücadele hatlarını, geleceklerini ve hayatlarını birlikte konuşmak ve birlikte karar vermek için bir araya geldiler.
Kadın cinayetlerini rakamlar ile ifade etmek doğru değil elbette. Fakat 2002’den bu yana gözle görülür bir artış var. Bu artışın nedenlerine dair ne tür tespitler yapıldı ve önlenmesine dair nasıl bir çözüm önergesi ya da mücadele hattı ortaya çıktı?
Kadın cinayetlerinde artışın temelinde eşitsizlik var ve eşitlik yolunda atılmayan adımlar var. Kadın cinayetlerini durdurmanın yolu eşitliktir. Ve bu yolda uygulanacak olan politikalardır. Ancak ülkemizde hem çözüm yollarına yapılan saldırılar, hem de bir sistem olarak ezilen taraf olarak kadınların korunmaması, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde gerekli adımların atılmaması, bir kadın zarar gördüğünde de etkin bir kovuşturmanın yapılmaması başlıca nedenlerden. Yine adaletin sağlanması, kadınların güçlendirilmesi için politikaların yapılmaması da yine en önemli nedenler arasında.
Bu yolda tam olarak yol gösterici olan ve yukarıda maddelerini saydığımız İstanbul Sözleşmesi var. Sözleşme tüm kurumlara somut görevler yükler. Sözleşme ile birlikte koruyucu ve önleyeci tedbirler içeren, kadınların can simidi olan 6284 sayılı koruma kanunu var. Kadınların sığınma evine yerleşmesinden, istihdam edilmesini sağlayan, iş yeri değişikliğinden, kimlik bilgilerinin değiştirilmesine, geçici maddi yardımdan, geçici nafakaya pek çok tedbir getiren koruma kanunu var. Ancak sürekli olarak bu çözüm yollarına saldıran, bu çözüm yollarının kaldırılmasını isteyenler var. 23 kez şikayetçi olduğu halde korunmayan Ayşe Tuba Arslan’ı hepimiz hatırlıyoruz. 6284 etkin uygulansaydı Ayşe Tuba da, Ceren Özdemir de ve nice kadın arkadaşımız da aramızda olabilirdir.
İktidar temsilcilerinin cinsiyetçi söylemleri ve politikaları, yargıdaki düzenlemeler, meşru müdafaa yapan kadınlara verilen cezalar vb uygulamalar devlet yargısı ve kurumlarının bu cinayetlerin önlenmesi yerine teşvik ettiğinin göstergesi değil mi? Ya da şöyle soralım. Sizce bu bir düzenleme işi mi yoksa esasında yapısal bir sorun mu?
Artık ülkemizde kadınlar değişiyor; canları pahasına, boşanmak, ayrılmak, çalışmak, okumak için ve burada sayamadığımız tüm modern hakları için mücadele ediyor. Ancak buna karşın direnen erkeklikle ve sistemle karşı karşıya kalıyor. Kadınlar kendilerini eve kapatmaya çalışanlara karşı direniyor, kendilerine dayatılan toplumsal cinsiyet rollerini kabul etmiyor. Ancak bunun karşısında da sürekli olarak kadınların karşısına engeller koyanlar var. Örneğin ülkemizde, genç kadınlar şiddetin, kadın cinayetlerinin giderek artan bir şekilde hedefi haline geliyorlar. Güleda Cankel birlikte olmak istemediği erkek tarafından, okumak istediği, arkadaşlarıyla görüşmek istediği bahanesiyle öldürüldü. Şeyma Yıldız erkek arkadaşı var bahanesiyle babası tarafından öldürüldü.
Ancak 6284, İstanbul Sözleşmesi etkin uygulanmadığı için devlet erkeklere cesaret verdiği için biz bugün bu kadar fazla kadın cinayeti ile karşı karşıya kalıyoruz. Mahkemelerde sürekli olarak öldürülen kendini savunamayan kadınlarla ilgili ortaya atılan yalanlar, iftiralarla indirim almaya çalışan faillerle karşılaşıyoruz. Sadece boşanma sebebi olabilecek bahaneler, mahkemelerin takdiri ile indirim bahanesi olarak öne sürüp indirim alıyorlar. Ancak kadın cinayeti davalarında indirimlerin sınırlandırılması gereklidir.
Bunların temelinde yatan bir diğer eşitsizlik ve şiddet türü de kadınları çalışma hayatının, üretimin dışında tutmak ve bunu gizlemektir. Türkiye’de 11 milyondan fazla kadın ‘ev işleriyle meşgul’ denilerek istihdam verilerine dahi dahil edilmemektedir. En açık ekonomik şiddeti, devlet uyguluyor. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı “işsizim” diyen bir kadına “kocan çalışmıyor mu” diye sorabiliyor. Ama erkeklerde ev ve aile sorumlulukları nedeniyle işgücüne dahil olamayanların sayısı yok denecek kadar az. Kadınlar en çok kendi hayatlarına dair karar vermek isterken öldürülüyor. Kendi hayatlarına dair karar verebilmeleri için de maddi koşullar en önemli faktörler arasında. Tek etmen değil elbette, ama şiddet tehdidi olduğunda bir kadın kendi ayakları üzerinde durabiliyorsa; bu şiddetten kurtulmak için daha cesaretli ve emin davranabiliyor. Tabi ki, burada devletin de kadını korumak için, şiddeti önlemek için üzerine düşenleri yerine getirmesi şart. İşte o nedenle kadınların güçlenmesi, kadınların çalışma hayatına katılmaları bu denli hayati. Kaldı ki kadınlar iş gücüne dahil olduklarında da eşit koşullara sahip olamıyor. Krizde eşit işe eşit ücret almamak, daha esnek, daha güvencesiz koşullarda çalışmak çok yaygın.
Ülkenin temel gündemlerinden biri de “Çocuk istismarına evlilik yoluyla af” yasa tasarısı. İktidar tarafından 2016’dan bu yana gündeme getirilen fakat yoğun tepkiler üzeri geri çekilen tasarı şimdi kimi cüzi değişiklikler ile bir kez daha gündemde. Bu yasa “evlilik” kılıfı ile çocuklara cinsel saldırıları meşrulaştırmış olmuyor mu?
Evet 2016’da hükümet tarafından hazırlanan tasarı kadınların karşı çıkışı ve protestoları sonucu geri çekildi. Bu kez hükümet, çocuk ve kişi arasındaki yaş farkının 10’un üzerinde olmaması ve evlilik durumunda cezanın askıya alınması konusunda bir düzenleme yapmaya çalışıyor. Türkiye’de çocuk istismarı olayları son yıllarda tehlikeli bir şekilde arttı ve hükümet ülkede çocuk istismarı kayıtlarını saklamaya çalışıyor. Hükümet, ülkedeki çocuk istismarcılarının korunmasında aktif rol oynamıştır. AKP’nin bakanları ve milletvekillerinin, 2016’da 45 çocuğun cinsel tacize maruz kaldığı hükümet yanlısı Ensar Vakfı’nı nasıl koruduğunu hepimiz hatırlıyoruz.Bu düzenlemelerle hükümet çocuk istismarı ve erken yaşta zorla evlilikleri meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu düzenlemeler, çocuğun istismarına devletin izin verdiği anlamına gelir. Çocuk istismarı önlenebilir. Hükümet, failin mağdurla evlenmesi veya çocuk ile kişi arasındaki yaş farkının 10’un üzerinde olmaması ve çocukluk durumunda olması durumunda, çocuk istismarı failleri için af niteliğinde düzenlemeler yapmak yerine çocuk istismarı kararını önlemek için düzenlemeler yapmak zorundadır. Bu düzenlemeyi tekrar getirmeye cesaret ederse, tüm kadınlar yeniden buna karşı savaşacaklar.
“Gerici eğitime karşı örgütlenme” belirlemesi de delegelerin onayına sunulan taslak arasında yer aldı. Bunu biraz açar mısınız?
Okul öncesi eğitimden ilköğretime, üniversiteye kadar eğitimin tüm kademelerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin izlerini görüyoruz aslında. İlkokul kitaplarında annenin görevleri ev işlerini yapmak, çocuklarla ilgilenmek olarak anlatılırken baba çalışan, aileyi geçindiren ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir figür olarak anlatılıyor. Oysa ki çocuk yetiştirme görevi yalnızca kadının değil her iki ebeveynin de ortak görevi. Ya da çalışmak da yalnızca erkeğe özgü değil. Kadınlar artık hayatın her alanında varlar ve bunun için çok ciddi bir mücadele veriliyor.
Geçtiğimiz aylarda Yıldız Teknik Üniversitesi’nde profesör Bedri Gencer kimi söylemleri ile çocuk yaşta evliliği meşrulaştırmaya çalışmıştı. Daha sonra öğrencilerin itirazıyla, mücadelesiyle dersten alındı. Bilimin egemen olması gereken üniversitelerde orta çağdan kalma Gencer gibilerini ne yazık ki hala görebiliyoruz.
Genç kadınları bir kalıbın içine sıkıştırmak isteyenleri hayatın her alanında olduğu gibi eğitimin tüm kademelerinde de görüyoruz. Bunun da çözümü tabi ki toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, İstanbul Sözleşmesinin uygulanması. Bu basıncı oluşturabilmek için bize de görev düşüyor. Bu nedenle gerici eğitime karşı bütün kampüslerde üniversitelerde örgütlenme kararını aldık.
Konferansınızın işaret ettiği konular arasında işsizlik, sendikasızlık, kadın emeğinin yok sayılması, ekonomik eşitsizlik gibi başlıklar da vardı. Ne tür projeler ile bu konulara eğilmeyi düşünüyorsunuz?
Türkiye’de 11 milyon kadın ev işleri ile meşgul oldukları gerekçesi ile işgücünden dahi sayılmıyor. Fakat “ev işleri ile meşgul olan” kadınların bu emeği de tamamen göz ardı ediliyor. Çalışan kadınların durumuna baktığımızda burada da bir eşitsizlik söz konusu. Çalışma koşulları çok daha kötü, başka bir çalışanla aynı işi yapmanıza rağmen daha düşük ücret alıyorsunuz. Herhangi bir kriz halinde ise ilk işten çıkartılan kadınlar oluyor. Haklarınıza sahip çıkmak ve sendikalı olmak istiyorsanız bu sefer başka zorluklar sizi bekliyor. Kadınlar için özgür ve eşit bir dünyada ekonomik eşitliğin yeri çok büyük. Hayatın her alanında haklarımıza sahip çıkacaksak, eşit olacaksak iş hayatında da bu böyle olmalı. Bu alanda karşılaştığımız sorunların çözümü de yine örgütlü mücadeleden ve toplumsal cinsiyet eşitliğinden geçiyor. İş yerlerinin, fabrikaların, atölyelerin önünde direniş alanlarında kadınlarla buluşup mücadelemizi büyüteceğiz. Ekonomik eşitliği de mutlaka kazanacağız.
Dünya genelinde kadınlar 2020 8 Martı’nı “Kadınlar Durursa Dünya Durur” sloganıyla karşıladı. Türkiye somutunda kadınlar 8 Mart eylemlerinde ne tür mesajlar verdi ve bu mesajlar yerini buldu mu?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri olarak 8 Mart eylem çağrılarımızda, çalışmalarımızda “Asla Yalnız Yürümeyeceksin” sloganını ön plana çıkardık. Türkiye’de ve dünyada gün geçtikçe kadın hareketinin yükseldiğini, daha fazla kadının mücadeleye katıldığını ve mücadelenin öznesi olduğunu görüyoruz. Hepsinin ortak noktası cinsiyetleri bahane edilerek şiddete, ayrımcılığa, eşitsizliğe maruz kalmaları. Önemli olan bütün kadınların kurtuluşu için bütün kadınlarla birlikte verilen mücadeledir. Türkiye’de yaklaşık 40 ilde 8 Mart günü kadınlar meydanları doldurdu. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir kadın asla yalnız yürümeyecek. Bu mesajımız her gün daha fazla kadına ulaşıyor. Kadınlar her gün mücadelenin bir parçası olmak, komitelerde görev almak için bize başvuruyor. Yanı sıra şiddete uğrayan kadınlar da bir çözüm yolu ve adalet mücadelesi için bize başvuruyorlar.
Türkiye’nin en örgütlü kadın ağı olan Kadın Meclisleri’nin önümüzdeki bir yıllık mücadele öncelikleri neler olacak?
Kadın Meclisi’nde tüm kadınlarla birlikte aldığımız kararlarla birlikte mücadele hattımızı çizdik.Son dönemde meydanları dolduran kadınlar sayesinde çıkarılan genelgelerle, kadın cinayetlerine dair yapılan açıklamalar sonrasında kadın cinayetlerinin azaldığını gördük. Kadın cinayetleri azalabiliyorsa durdurulabilir de. Kadın cinayetlerini durdurmak için: 6284 ve İstanbul Sözleşmesi’nin her bir maddesini uygulatacağız. Kadınların ölümü araştırmaya değer bile görülmüyor. Savcılar, polisler görevini yapmıyor. 10 yıl önce Esin Güneş davasında emsal yarattık, cinayeti açığa çıkardık. Biz eylem yapana kadar katilleri hala tutuklanmamış olan Şule Çet’in öldürüldüğünü açığa çıkardık. Şimdi sıra Aysun Yıldırım, Nadira Kadirovalar’da… Hiçbir şiddet karanlıkta kalmayacak. Şüpheli kadın ölümlerini açığa çıkaracağız.
* Adalet toplumun tüm kesimlerine gerekiyor. Çünkü toplum için adalet sağlanmazsa kadınlar için de adalet sağlanmaz. Tüm toplum için ve kadınlar için adaleti mücadelemizi sağlayacağız.
* LasTesis’le vücut bulan sadece performansımız değil, fikirlerimiz oldu. Şili’de, Fransa’da, İngiltere, Almanya, İtalya, Amerika, Kenya ve Lübnan’da anlatılan bizim hikayemizdir. Anlatılan kadınların eşitlik mücadelesiydi.
* İstismarı aklatmayacağız. Çocukların gülüp, oynadığı bir gelecek kuracağız.
* Üretenler dünyanın %99’u. %99’un yarısı da kadınlar. Üretenlerin yarısıyız. İşçi kadınlar işyerlerinde tüm haksızlıklara, emeğinin çalınmasına, sendikasızlığa, mobbing’e direniyor. İşsizliğe, sendikasızlığa, emeğimizin yok sayılmasına karşı ekonomik eşitsizliğe son vereceğiz
* Genç kadınlar cinsiyetçiliğe, eşitsizliğe, gerici eğitime karşı Üniversite Kadın Meclisleri’yle mücadeleyi tüm kampüslere yayacak.
* Ülkeyi sadece erkekler yönettiğinde kadınlar yararına hiçbir karar alınmıyor. Yaşadığımız şehirlerin en işlek caddelerinde tacize, tecavüze uğramamak için bu pahalılık içinde geçinmek için mücadele ediyoruz. Yarısını oluşturduğumuz bu şehirlerde ülkede, dünyada söz hakkına sahip olmak, siyaset yapmak için her gün direniyoruz. Şehirleri, ülkeyi, dünyayı kadınlar da yönetecek.
Aldığımız tüm kararları illerimizde, ilçelerimizde, üniversitelerimizde uygulayacağız. Kadın Meclisleri’nin örgütlenmediği il kalmayacak. Asla yalnız yürümeyeceksin diyen kadınların mücadelesini Türkiye’nin dört bir yanına yayacağız.
* Koronavirüs önlemleri bütünlüklü olmalı, şiddet karşısında kadınların haklarına erişimi zorlaşmamalıdır.
* Alınan tedbirler bütünlüklü olmalı, kadınların haklarına erişimi zorlaşmamalıdır.
* Hiçbir şey kadınları korumamanın bahanesi olamaz. Koruma ve tedbir kararlarında gecikme ve ihmal yaşanmamalıdır.
* Danışma ve destek mekanizmalarında aksama olmamalıdır.
* Yargıda alınan önlemler mahkeme süreçlerinde kadınların örselenmesine yol açmamalı, gecikmeden adil kararlar alınmalıdır.
* En çok kadınları etkileyeceğini bildiğimiz bu kötü ekonomik koşullarda işten çıkarmaların önüne geçilmelidir.