Değersizleşen hayatlar, çalınan gelecekler 

- Sara AKTAŞ
1.7K views

Ölü, tutsak ve sakatlanmış çocuklarla bir gelecek oluşturulabilir mi ey okuyucu? Kendi çocukluğuna ihanet etmenin kirliliğini kim temizleyebilir? 

Çocuklar dünyanın neresinde olursa olsun, hangi cinsten, ırktan ve renkten olursa olsun hayatlarımızın masumiyetidir. Her an biraz daha kirletilerek bir bataklığa dönüşen dünyamızdaki lotus çiçeklerimiz. Olmuş bitmiş, zamanı geçmiş olanı değil, umudun, geleceğin temiz kalan yanı, yüreklerimizi serinleten parçalarıdır onlar. Gerçek böyleyken ne yazık ki zamanımızda çocuk olmak çoğunlukla ölümle saklambaç oynamakla eşdeğerdir. Kuşkusuz arkasında çoklu nedenler zinciri olan bir trajedi bu. Hele hele Türkiye gibi faşizmin adım adım kurumsallaştığı ülkelerde erkeklik kültürü her türlü cinsiyetçilikle besleniyorsa istismar örneklerinin artması normalleşiyor artık. Dumura uğratılmış bir düşünce dünyası kadar ahlaki norm ve ilkeleri aşınmış bireylerin cirit attığı, her şeyin bir şekilde “vatan-millet-beka” sorunlarıyla ilişkilendirildiği bu atmosferde; haksız tahrik uygulamaları mahkemelerde erkekler lehine kullanılarak katiller serbest bırakılıyorsa, orada sapkınlığın meşrulaşması kaçınılmazdır. A. Camus’un diliyle ve çağımıza ilişkin o tuhaf tersine dönüşle cinayet suçsuzluk postuna büründü mü, kendini haklı çıkaracak nedenler bulmak için suçsuzluğu sıkıştırır, tıpkı aşk özrüne sığınan katillerin yargıca dönüşmesi gibi. 

Sapıklığın sıradanlaşması!?

Ne yazık ki Türkiye’de kadın ve çocuklara dönük cinsel istismar ve saldırılar artarak sürüyor. Kuşkusuz istismar, şiddet ve kötü muamele yeni keşfedilmiş değil. Brecht’in deyimiyle “kendi zamanımız için eski güzel şeylerden değil, yeni kötü olanlardan başlamak gerekirse” yaşadığımız coğrafyada her gün yeni cinsel saldırı haberlerleri ile sarsılıyoruz. Sorun sadece bir iki yazı yazıp, kimi istatistikler ortaya dökmekle geçiştirilecek gibi değil. 

Nasıl bir ruh hali, nasıl bir vicdansızlık küçücük bir çocuğa tecavüzü reva görür? Nasıl olur da böylesi bir sapıklık sıradanlaşan bir olaya dönüşür? Namus, töre ve erkeklik gibi sözcüklerin arkasına sığınan bu vahşet, bu ülkede burun kesme, kulak kesme, beden parçalama, yüze kezzap atma, dağlama, çocuklara taciz ve işkence biçiminde kendini göstermekteyse orada durmak ve daha köklü sorgulamak gerekiyor. Zira vahşetin ardında bıraktığı sızı ve öfkeyi anlatmak kolay olmayacaktır. 

Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalayalı 30 yıl, meclisten geçmesinin üzerinden 26 yıl geçmesine karşın, halen sözleşme prensiplerinin çocukların yaşamında yer alamadığı bir ülke. İmzacı taraf devletin çocuğun her türlü hakkını korumak zorunda olduğu prensibini hatırlayacak olursak, istismar edilen çocukların sayısının gün geçtikçe artıyor olması Türkiye’de devletin durumunu gözler önüne sermektedir. Zira Türkiye’de çocuk cinsel istismarı yelpazesinin pedofiliden başladığı, çocuk gelinler, ensest, pornografi, çocuk seks turizmi, çocuk fuhuşu ve cinsel sömürüyle devam ettiğine tanık oluyoruz. Özellikle 2012’den başlayarak devam eden mülteci sorununun insan kaçakçılığını ve ona bağlı olarak çocuk kaçırma ve seks amaçlı kullanma olaylarını arttırdığı düşünülse de, erkekler için dizayn edilmiş ve her türlü sapıklığın bu zihniyetin arkasına saklanarak normalleştirildiği bir ülke gerçekliği kanımca bahsettiğimiz nedenler zincirinin başında yer almaktadır. 

Yaşanan krizler en çok çocukları etkiliyor

Yaşanan siyasi krizler, ekonomik adaletsizlikler, sosyal yozlaşma ve ahlaki değerlerin yok edilmesi, savaş çığırtkanlığı, faşizmin giderek her anlamda kurumlaşması, cinsiyetçi yargıların topluma giderek daha fazla içselleştirilmesi şiddetin esas kaynaklarını gösterirken, sürekli ahlaksızlıkla beslenen bir toplumsal yapının nasıl çürütüldüğünün de en çarpıcı örneğini ortaya koymaktadır. Bugün bizler bir yandan açlık ve yoksulluktan kırılan, öte yandan fazla kilolarından kurtulmak için milyonlar harcayan birbirine tamamen zıt yaşam koşullarına sahip insanların var olduğu bir atmosferde yaşamaktayız. En önemli ahlaki değerlerin hiçe sayıldığı, ahlaksızlığın hak savunuculuğu olarak yansıtıldığı bir havayı teneffüs etmekteyiz. Yaşanan bütün krizler, hak ihlalleri, ahlaki yozlaşma ve yoksulluk ise en çok toplumların en savunmasız kesimi olan çocukları etkiliyor kuşkusuz. Bu bağlamda sebepleri farklı olsa da sonuçları çocukların çok yönlü mağduriyetine yol açan bir dönemden geçiyoruz. Türkiye’de yaşanan bütün krizler, hak ihlalleri, ahlaki yozlaşma ve yoksulluk, en çok çocukları etkiliyor.

Çocuk bakanlığı kurulmalı

Bir toplumun gelişmesi ve ilerlemesi için büyük önem arz eden çocukların maruz kaldığı açlık, yoksulluk, istismar, ihmal gibi vakalarla onların geleceklerinin ve geleceğe dönük umutlarının nasıl söndürüldüğü bir gerçekken, insani hak ihlallerinin ve krizlerin tetiklediği bu sorunların çocuklar üzerinde yarattığı onarılmaz ağır travmatik etkilerin uzun vadede, yaşadıkları toplumlar açısından da büyük tehdit oluşturduğu da bir o kadar gerçek. Bu bakımdan eğitimden sağlığa, sosyal hizmetlerden adalet sistemine kadar çocuklarla ilişkili bütüncül hak temelli bir çocuk politikası devletler açısından şart görülmektedir. Devletlerin ve sorumluların sistemi değil, çocukları koruyan bir yaklaşım geliştirmesi, çocukların doğrudan destek alabilecekleri sistemlerin oluşturulması oldukça hayati görülmektedir. Çocuklara yönelik şiddet, çocuk sağlığı, eğitimi ve durumlarına ilişkin düzenli veri toplamanın yanı sıra çocuk hakları için ciddi projelere öncelik verilmelidir. Çocukların doğrudan destek alabilecekleri sistemler oluşturulmalı. Çocuklarda taciz konusunda farkındalık yaratılmalı, vücut güvenliği ile “hayır” demeleri öğretilmelidir. Kadınlar ve çocuklar için iki ayrı bakanlık kurulmalıdır.  Zira Türkiye’de çocukların korunması 2019 yılında hala tartışılan, eksiklerin hala giderilmeye çalışıldığı bir konu. 

Kendi çocukluğuna ihanet etmek?

Sonuç itibariyle; dünyanın dört bir yanında çocuklara karşı süren sistemli saldırıların, insan hakları ihlallerinin, öldürme ve işkencelerin durdurulması için uluslararası toplulukların erkekler tarafından belirlenen normların ötesine geçmesi gerekiyor. Hiç kuşkusuz çocuklar her coğrafyada insan aklının alamayacağı şeyler yaşamak zorunda kaldılar, kalıyorlar. Ama yaşamlarıyla, dişleri ve tırnaklarıyla dizlerini kanata kanata esaslı bir bilinç değişimi ve gelişimini de ortaya çıkarıyorlar. Tüm bunların ötesinde hükümetler bu trajediyi ciddiye almak zorunda, almalı. Diğer taraftan bu sapık zihniyet, ancak mücadele edilerek aşılabilinir. Uzakta duran bir hayali düşler gibi değil; yaşamın içinde, an an, soluk soluk örgütlenerek, düşünerek, sorgulayarak, bu kirli ruhları değiştirebileceğimize inanarak başaracağız bunu. Sadece yaşanan somut bir vahşet karşısında değil, her anımızı ve günümüzü bu bilinçle yoğurarak çocuklar için olduğu kadar insanlığımız için de yeni ve yaşanılır bir dünyayı mümkün kılacağız. 

Ölü, tutsak ve sakatlanmış çocuklarla bir gelecek oluşturulabilir mi ey okuyucu? Kendi çocukluğuna ihanet etmenin kirliliğini kim temizleyebilir?