Demografik ‘temizlik’ operasyonu!

- Hêja ZERYA
285 views
Üzerinden belli bir süre geçse de 6 Şubat’ta yaşanan depremin acısı, yıkımı, yası taptaze yüreğimizin, beynimizin ve yaşamımızın orta yerinde duruyor. Hala devam eden artçı sarsıntılar insanlığımızı sarsan ve kendine gelmeye zorlayan tetikleyici güç gibi… Bu acının dinmesi ve yasın yaşam gücüne, eylemine dönüşerek yeni başlangıçlara vesile olması epey zaman alacak.

Bir yandan yaşam inancı ve umudu güçlü insanın eylemi, diğer yandan emek ve dayanışma kültürünün kucaklayıcılığı, sömürgeci devlet aklı ve sisteminin kıyım-yıkımlarına karşı direniş ve özgür varoluşta ısrar, sağaltan ve yaşatan enerjimizi açığa çıkartacak. Depreme, dondurucu kar-kış, sel ve devlet felaketine karşı yürekleri ısıtan, acımızı ve yasımızı daha yaşanılır, güzel bir dünyanın harcı yapan toplumsal ahlak ve vicdan devrede. Daha canlarımız ortada ve kurtarılmayı beklerken devlet ve iktidarcı sistemin yaşanan felaketi ikinci bir felakete dönüştürmenin bütün hazırlıklarını önceden yaptığı gerçeği ile karşılaştık ya da soykırımcı devlet aklı hep böyle çalışmaktaydı zaten. Ekonomik, ekolojik talan ve sömürü, farklı kültür, etnisite, inançları inkar ve kırıma dayanan soykırım aklı ve kıyıcılığı anında devreye sokuldu.

Yıkım altında bırakılmak istenen Alevi kültürü ve inancıdır

Acı ve yıkım altındaki insanlara ilk yapılacak müdahale hızla kurtarılacak canlara ulaşma, yıkımdan kurtulanların maddi ve manevi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacak imkan ve ortamı yaratmadır. Merkez üssü Kürt Alevilerin yaşadığı Maraş, Malatya, Adıyaman olan, Arap Alevilerin yaşadığı Hatay’a uzanan ve çevre illerdeki Kürtlerin yaşam alanlarını da etki altına alarak Efrîn’den Lazkiye’ye hem yer hem devlet sarstı ve sarsıldı. Yıkım altında bırakılmak istenen insanlığın kök kültürü ve inancına dayanan Alevi kültürü ve inancıdır. Doğal toplumdan bugüne doğa-insan-yaşam diyalektiğini kuran ve bu dengeden beslenen inancın köklerine sarılan ve korumak isteyen insanlık yıkım altında bırakılmıştır. Toplum ve kadın kültürü, devletli sistemle uyuşmayan, sömürgeci güçlerle tarih boyunca hep çelişki ve çatışma içinde olan özgür varoluş ve direniş kültürüdür. Siyasi ve ekonomik nedenlerle dünyanın dört bir tarafına göç ettirilen, CHP ve AKP eliyle devlete yamanmak, bağlanmak istenen ulus, kültür, inanç asimilasyonuna tabi tutularak parçalanan, bu parçalama-dağıtma siyasetinden belli sonuçlar alsa da bununla yetinmeyen intikamcı-kinci devlet geleneğiyle yeniden karşılaştık. Bu nasıl bir kin ve intikamdır ki kökten söküp atmaya, yok etmeye kilitlenmiş durumda.

Tekçi, dinci, cinsiyetçi devlet politikaları

Depremde Maraş’tan Hatay’a günler sonra giden devletin kurtarma ekiplerinin DAİŞ çete zihniyetiyle özdeşleşmiş “Allah û ekber, tekbir” sloganları ile enkaz altındaki insanlara ulaştığına tanıklık ettik. Kundaktaki bebelerin yangından mal kaçırır gibi hızla cemaatçi mekanlara teslim edilmesine, adresi bilinmeyen yerlere “evlatlık” verildiğine tanık olduk. Yüreğindeki acıya söz geçirme derdinde çırpınan insanlara ve insanlığa karşı evlatlık verilen çocuklarla evlenmenin caiz olduğu Diyanet fetvası ile cinsiyetçiliğin batağında cebelleşen devlet aklının neyin peşinde olduğunu gördük. Hızla Kur’an kursu çadırları açılırken devrimci, demokrat, yurtsever, insani duyarlılık içinde olanların insani yardım ve moral destekleri engellendi, işkence-katletme gerekçesi yapıldı. Tekçi, merkeziyetçi, dinci, milliyetçi, cinsiyetçi devlet politikaları her adımda rolünü oynadı. Park alanlarında manevi, moral, yaşamsal hizmet amaçlı oluşturulan mekanlar, Berkin Elvan çocuk oyun alanı kapatıldı. Farklı ülkelerden gelen insani yardım ekiplerini pişman ettiren ve insanlık dışı uygulamalarına tanık olmasın diye hızla kovan histerik faşist devlet gerçeğinin yaşam kıyıcılığı ayyuka çıktı. Onlarca yakınını kaybetmiş, ne yapacağını bilemeyen insanlara seçimlerde oy verirse yardım edeceğini söyleyen kırım zihniyeti, AKP-MHP faşist zihniyetinin düşmanlığın her biçimi ve yöntemini kuşanmış ruhları ve beyinleri donduran iktidar gerçeğiyle yeniden yüzleştik.

Demografik bir “temizlik” operasyonu!

Tek tek saymakla bitmeyecek devlet aklının soykırıma, yıkıma kilitlenmiş devlet hafızasını nasıl canlandırdığı, adım adım tüm dünyanın gözü önünde, bütün insanlık değerleri ile dalga geçer gibi uyguladığı ve bu uygulamaları süreklileştireceği görülüyor. Yaşanan afetin ötesinde bir durum ve herkes esas felaketin devlet gerçeği, siyaseti olduğunu yüksek sesle dillendirdi. Hiçbir ahlaki kaygı gütmeden 50 bini geçtiği açıklanan ölümlerin üç katından fazlası yıkıntılar içinde moloz yığını biçiminde kaldırılıp atıldı. Taşınan enkazın insanların yaşam ve üretim yeri tarım alanlarının üzerine boşaltılması da başka bir boyuta yönlendirdi toplumsal hafızası canlı Kürdü ve insanlığı… Demografik bir “temizlik” operasyonu başlatılmış durumda. Sömürgeci inkar ve imha politikalarının daimi destekçisi Almanya vize uygulamasını bir süre kolaylaştırdığını belirterek insansızlaştırma politikasına ortak olduğunu gösterdi. DAİŞ’in Şengal saldırısı ve katliamı sürecinde dünyanın taa öbür ucunda ABD’nin arka bahçesi Kanada’nın Êzidîlere kapılarını sonuna kadar açmasını hatırlattı. İnançları, kültürleri, toplumsal değerleri eritme, tüketmenin kapitalist modernite merkezleri hayatlarının üzerine çöken devletzedelere kucak açarak “insani yardım” sunduğu iddiasında bulunuyor. Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî’yi çetelerin yuvasına dönüştüren, tüm Kürdistan’ı demografik değişime tabi tutarak Kürtsüzleştirerek devletleştirme operasyonları küresel destekli yürümekte.

Sistematik yıkım ve kıyım mekanizması

Yerle bir olan binalar, yaşam alanları, kar, soğuk ve devlet faşizminin her gün yeni bir uygulama ile depremden kurtulduğuna bin pişman ettirdiği 500 binden fazla insan göç etti. İnsanlığın direnen damarının canlı olduğu ve özgür yaşam mücadelesi verdiği topraklarda ve bu mücadelelerden etkilenen her yerde faşist iktidarlar devrede ve ekonomik, ekolojik, toplum, kadın kırım, soykırım ve yıkım tecrübelerini birbirine akıtmaktalar. Toplumsuzlaştırma, insansızlaştırma, beyin ve fiziki göçe tabi tutma, direneni ehlileştirme, kimi ülkelerde devlet ve iktidara taşıyarak denetim altına alma biçiminde yaşam ve özgürlükten yana olanlara topyekün ve sistematik bir saldırı var. TC ordusunun gerillaya karşı kullandığı kimyasal ve yasaklı silahlar, İran devletinin Rojhilat’ta ve İran’da günlük uyguladığı idam ve katliam, iki yüzden fazla okulda kız öğrencileri gazla zehirlemesi ve sonucunda 4 kız öğrencinin katledilmesi, tutuklamalar, Önder Apo’ya dayatılan tecrit, Rojava devrimine dönük saldırı ve göç ettirme, göç yollarında her gün onlarcasını suda boğma, tecavüz, kaçırma, başta zeytin ağaçları olmak üzere ağaç kıyımı, barajlar… Bizlere esas felaketi üreten sistemi ve kendini sürdürebilmek için sistematik yıkım ve kıyım mekanizmasına dönüştüğünü gösteriyor.

Faşist iktidarı kadınlar devirecek

Bu yüzden binlerce yıllık hafızamız, kültürümüz, inanç, emek ve yaşam alanlarımızı, topraklarımızı terk etmemeliyiz. Şu an mecburi olarak çıkmış olsak da geri dönüşün plan ve projeleri ile yaşanan felaketi anlamlandırmalı ve yurtseverlik bilincimizi derinleştirmeliyiz. Yeni yaşam alanlarımızı kolektif bilinç, irade ve örgütlülükle kurmanın ısrarı ile acımızı sağaltan, güce dönüştüren hazırlıklar içinde olmalıyız. 8 Mart’ta kadın ve toplum dayanışması ile sistemin enkaza dönüştürdüğü yaşamımızı örgütlenerek kurtarma, özgürleştirme, faşist iktidarı devirme sözü verdik. Newroz’da bir yaşam olacaksa özgür ve Önderlikle olacağı, faşizmin zulüm kalelerini tek tek yıkacağımızın sözünü verdik. Kadınların ve halkların enternasyonalist ruhu ve mücadelesi ile zamane Dehak’larının karşısına Çağdaş Kawa’lar, Sara’lar olarak çoğalarak çıkacağımızı ilan ettik. Yükselen küresel faşizm dalgası ve 3. Dünya Savaşı’na karşı kadınların ve halkların dünya demokratik konfederalizmini örmenin en büyük kazanım olacağının özgür ve onurlu iradesini ortaya koyduk.

Kültürel asimilasyonu kurumlaştırmak istiyorlar!

Yaşam, emek, kültür ve inanç topraksız olmaz. Böyle olacağını sanmak sadece bunları hırsızlayan, talan eden, çağdaş köleliği ve köleleştirme merkezlerini bize özgürlük ve yaşam merkezi olarak sunanların ekmeğine yağ sürmek olur. Toprak-yurt insanın, insanlığın, toplumun hafızası, emeği, kültürü demektir. Bu yüzden Önder Apo öncülüğündeki Kürdistan özgürlük mücadelemiz ve Özgürlük Hareketimiz sömürgecilerin inkar ve imha siyasetini boşa çıkartarak büyük bir yurtseverlik hareketi olarak gelişti. Küresel sömürgecilerin ve yerel işbirlikçilerinin asimilasyon politikalarını büyük oranda boşa çıkardı, ancak süren komplo-tecrit-soykırım saldırıları bu politikayı yeterince aşamadığımızı, kıramadığımızı ortaya koymakta. Küresel hegemonik sistem halkların öz emek ve kültüründen beslenen beyin ve yüreklerini boşaltarak sanal yaşamları pompalayarak göçü, kültürel asimilasyonu beyin ve yüreklerde kurumlaştırmak istiyor. Yüreklerimizi, topraklarımızı çoraklaştırmak istiyor. Asalak ve kölece yaşamı bir aldatmaca ile bize yaşam olarak kabul ettirmek istiyor. Yeni sömürgeciliğin askeri-siyasi-ideolojik en büyük savaşı insanı kendinden göç ettirmeye, insansızlaştırmaya, toplumsuzlaştırmaya dayanıyor. Büyük insansızlaştırma, toplumsuzlaştırma, kültürsüzleştirme, yaşam ve topraktan koparma operasyonlarına baktığımızda bunu görmek zor değil.

Ana ocağımızın ateşi sönmemeli

Biz toplumsal kültürü ve kökeni çok güçlü bir halk ve halklar olarak hafızasız yaşayamayız. Ruhumuz ve yüreğimiz emeğimizden, direnişimizden, toprağımızdan, suyumuzdan, ağacımızdan, havamızdan beslenmezse yaşayamaz. Bu beyin ve yürek göçüne eklenen büyük fiziki göçe yaşamlarımızda, kişiliklerimizde dur diyerek toprağımıza, kültürümüze, hafızamıza geri dönüşü en büyük eylem olarak geliştirmek zorundayız. Varoluş ve özgürlük mücadelemiz yurtseverlik özüne, öz kimliğine sahip çıkma, savunma ve güvenceye almaya kilitlenmiş durumdadır. Sömürge kişilikler, modernite merkezlerinde beyni, ruhu ve bedeni öğütülen kitleler olarak değil özgür, onurlu, kültürlü, emeğinin, toprağının, direnişinin zenginleştiren, güzelleştiren, baharlarıyla çiçeklenen duygu ve düşünce gücüne, yaşam gücüne sahip toplumlar olarak yaşamak istiyoruz. Bu güç kök kültürümüzde, ana kültürümüzde, ana ocağımızda var ve bu ocağın ateşi sönmemeli, dumanı sürekli tüterek canları cemlerinde deme davet eden yaşam merkezleri olmaya devam etmeli.