Depremin yıkıcı sonuçları politiktir

183 views
6 Şubat’ta Maraş Merkezli meydana gelen ve 11 ilde etkili olan depremin açığa çıkardığı sonuç kuşkusuz ölüm acı, kayıp ve yıkım oldu. Depremi birçok boyutuyla ele almak elbette mümkün; özellikle toplumsal ve politik yaşama etkileri, yarattığı kırılma ve değişimin uzunca bir dönem tartışılacağına kuşku yok. Bu konuda özellikle merkez-yerel tartışmaları çok hayati. Yerinden yönetimin önemi artık herkesçe iyice fark edildi.

Ülke yönetmeyi şirket yönetmeye benzeten, kamu kurumlarının içini boşaltan, liyakatsiz atamaları yaygınlaştıran, rant ve kar hırsıyla ülkeyi şantiyeye dönüştüren, denetimsiz, sağlıksız imar izinleri veren tek adam rejimi binlerce canın yaşamını yitirmesine, yaralanmasına milyonlarca insanın evsiz- barksız kalmasına neden oldu.

AKP ifşa oldu

AKP iktidarının 21 yıllık algı ve propagandaya dayalı dünya bizi kıskanıyor, oyun bozan ve oyun kuran güçlü devlet söylemi depremle birlikte ifşa oldu. Ve toplumun büyük bir kesimi tarafından sorgulanır hale geldi. Varlığı, kurumsallığı ve kutsallaştırma biçimi ile devletin ne olduğu, neyi ifade ettiği tartışmaların odağı haline geldi. Deprem bölgelerinde çokça sorulan “Devlet nerede?” sorusu, tarih buyunca işlevi tartışmalı olan devletin ne olduğu veya ne olmadığı gerçeğine ayna tuttu. Önemli olduğu için bu bağlama dair bir iki şey ifade etmek istiyorum. Devlet yaraları sarmak, toplumu birleştirmek, kurumları organize etmek, acıları ortaklaştırmak, demokratik değerleri büyütmek için değil; baskı uygulamak, zor kullanmak, işkence, şiddet, gözaltı, tutuklama ile insanları korkutmak, sindirmek ve yok etmek için var olmuştur. Bunun daha farklı deneyimlerini pandemide, orman yangınlarında da gördük.

Duble yol, köprü, hastane vs…!

Bilindiği üzere afetler, krizler aynı zamanda siyasetin fay hatlarını, zayıf noktalarını da ortaya çıkarır. AKP iktidarı bugüne kadar devletin bütün imkanlarını aslında toplumsal algıyı yönlendirebilmek için seferber ettiğini gördük. Bunca yıldır duble yollar, köprüler, şehir hastaneleri, havaalanları, TOKİ, Mega projeler ile övündü. Halka bunları pazarladı, bunlar üzerinden iktidarını sürdürdü. Ancak depremle birlikte hepsi çöktü. 99 depreminden beri halktan aldıkları deprem paralarıyla bile tek bir önlem almadıklarını gördük.
Öte taraftan halkın bağışları, vergileri ve gönüllü katılımlarıyla kurulan AFAT, KIZILAY, UMKE gibi kurumların içinin ahbap çavuş ilişkileriyle doldurulduğu, işlemez hale geldiği, beceriksizlikleri, yolsuzlukları ve hırsızlıklarıyla ifşa olduğu günlerden geçtik-geçiyoruz.

Dezenformasyon

Tüm otoriter iktidarlar gibi AKP iktidarı da depremden sonra ortaya çıkan öfkeyi, eleştirileri ve tepkileri bastırmak için tehdit etmeyi, parmak sallamayı, not tutmayı ihmal etmedi. Toplumsal tartışmaların yönünü değiştirmek, kurumların ifşa olan suçlarını örtbas etmek, afetzedelerin içinde bulunduğu durumu görünmez kılmak için her türlü dezenformasyon çalışması yürütüldü. Bu ülkede her şey politik olduğu gibi depremin sonuçları da tabii ki politiktir. Her felaketin, her krizin, her toplumsal olayın altında başarısız politika ve siyaset kurumu vardır. Deprem, sel, yangın gibi doğal afetlerin yanı sıra maden faciaları, işçi cinayetleri vs. sonrası iktidarın “kader, fıtrat” söylemi ile siyasi sorumluluktan kaçtığına sık sık tanık oluyoruz. Faturayı “ilahi güce” havale etmek kolaydır. Çünkü herhangi bir yaptırımı yoktur. Sorumlulardan hesap sormak, yargı önüne çıkarmak veya istifa gibi somut adımlar atmak yerine helallik istemektedir.

Depremle geldi depremle gidecek

Bu depremin elbette sosyo politik sonuçları olacaktır. Yanlış yönetimin, tek adam rejiminin, bürokrasinin sebep olduğu binlerce can kaybının, yıkımın elbette siyasi bir bedeli olacaktır. Tarihsel deneyimler bize gösteriyor ki; bu tür dönemlerde toplumsal kırılmalar ve iktidar değişimleri kaçınılmazdır. Önümüzdeki 14 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Seçimleri’nde halk tercihini, desteğini, oyunu bu düzenden yana kullanmayacağını çok daha yüksek sesle söylüyor. O halde AKP iktidarı depremle geldi depremle gidecek denilebilir. Depremin toplumsal sonuçlarına bakacak olursak; toplumsal, dayanışmanın, yardımlaşmanın ve örgütlemenin, ne kadar hayati öneme sahip olduğunu bir kez daha gördük. Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar, gençler, inanç grupları depremin ilk gününden şimdiye kadar muazzam bir dayanışma örneğini ortaya koydu. AKP iktidarının son 7-8 yıldır büyüttüğü kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici söylem ve siyaseti boşa düştü. Sahada Arap Alevi ve Türkmen halklardan en fazla duyduğumuz söz: Kürtler ve HDP bize desteğe geldi. Biz böyle bilmiyorduk! Bu, Kürt ve HDP karşıtı oluşturulan algı ve siyasal zeminin bir temas ile yerle bir olduğunu göstermesi açısından oldukça önemliydi.

Dayanışma yaşattı

Enkaz başlarında ağıtlar, çığlıklar, isyanlar, acılar ve ölümlere tanık olduğumuz kadar yeni yaşamın umudunu da gördük. Deprem bölgelerinde “devlet yoktu” ama halk vardı. Halk tam bir seferberlik ruhuyla deprem alanlarına hem yardımlarını gönderdi hem de gönüllü olarak gidip çalışmalara katıldı. Dayanışma ruhu halk arasında o kadar güçlüydü ki, yeni yaşamın, yeni toplumun ihtiyacı olan şeyin aslında devlet değil tam da devletsizlik olduğu ortaya çıktı.

Örgütlü toplum, politik halkın örneği Amed

Bunun en iyi örneklerinden biri de depremin vurduğu illerden biri olan Amed’dir. Amed, depremin ilk saatlerinden itibaren kentte faaliyet yürüten tüm kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü, esnaf, oda, dernek, gazeteci, iş makinaları dahil muazzam bir koordinasyon içinde dayanışma ve yardımlaşma seferberliğini yürüttü. Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu bünyesinde 84 sivil toplum örgütü, oluşturduğu kriz masasıyla kısa süre içinde kentin yaralarını sarıp diğer deprem bölgelerinin yardımına koştu. Amed, örgütlü toplum, politik bir halk olmanın en iyi örneklerindendir. Kendi öz gücüne, öz kaynaklarına dayanarak devlete mecbur ve mahkûm olmadan arama kurtarma çalışmaları, barınma gıda ihtiyacını da giderdi. 3. yol olan “demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü” paradigma “Amed deneyimi” ile açığa çıktı.

21 yıllık rant, talan, yolsuzluk!

Deprem bölgelerinde insani trajedinin yaşanması ve afetin felakete dönüşmesi, 21 yıllık AKP iktidarının rant, talan, yolsuzluk, kar hırsı ve yıkım üzerine kurulu politikalarının bir sonucuydu. Deprem sonrası alınması gereken önlemlerin alınmaması, kurtarma çalışmalarının 72 saat boyunca yapılmaması, koordinasyonsuzluk ve organizasyonsuzluk, yardımların engellenmesi, gönüllü kurtarma ekiplerinin ve sağlıkçıların bekletilmesi, konutların, hastanelerin ve kamu binalarının yıkılması, altyapının çökmesi, yolların ve havaalanlarının kullanılamaz hale gelmesiyle deprem bölgelerinde insani krizler yaşanmasına yol açtı.

Travmatik sonuçlar

İlk günden itibaren deprem bölgelerindeydik. Aklın ve vicdanının kabul edemeyeceği görüntülere, olaylara, konuşmalara şahit olduk. Tarifi imkansız büyük bir acı yaşandı ve yıllar geçse de unutulmayacak travmatik görüntüler hafızalara kazındı. Dondurucu soğukta enkaz altında binlerce insan “kurtarın bizi” diye bağırırken enkaz başlarında çaresizlik içinde insanlar bir kepçe, bir vinç, bir kazma kürek arayıp durdular. Binlerce can enkaz altında kaldı. Kurtulanlar dondurucu soğukta aç, susuz, sobasız çadırsız ölüme terk edildi. Binlerce insan aslında beden bütünlükleri yok edilerek alelacele molozlarla birlikte kaldırıldı.

‘Büyük Türkiye’ yalanı

Deprem ile bir kez daha açığa çıktı ki, milliyetçilik ve şovenizm ile şişirdikleri “Büyük Türkiye” yalanı depremle birlikte çöktü gitti. Komşularına “bir gece ansızın gelebiliriz” naraları atarak tehdit eden, milyon dolarlık teknoloji silahları övünç kaynağı olarak topluma sunan bu iktidarın, deprem anında bir jeneratörü bir hilti, bir demir kesme makası dahi yoktu. Çünkü AKP iktidarı 21 yıldır insanı yaşatmak, ülkede refah ve huzur sağlamak, adaleti, eşitliği ve demokrasiyi hakim kılmak için; bilimi ve aklı önceleyen politikalar üretmedi. Bunun yerine yolsuzluk, yalan, talan, hukuksuzluk ve sömürü düzenini kurmak için devletin gücünü, sermayesini ve yasalarını kullandı. Ülkenin bütün kaynaklarını yandaşa, ranta, savaşa ayırdı. Aklın bilimin, vicdanın yolundan uzaklaşarak doğal afetleri dahi yönetemez hale geldi. Dolayısıyla çürümüş, yozlaşmış, dibe çökmüş politikaların bir sonucu olarak deprem bölgelerinde büyük bir insani kriz ve trajedi yaşandı.

Refakatsiz çocuklar…

Deprem anında yaralı kurtulup daha sonra akıbeti ile ilgili net bilgi alınamayan kişilerin içinde özellikle kadınların ve çocukların çoğunlukta olması Türkiye’de bulunan envai çeşit suç örgütünün bu afet anını fırsata çevirdikleri kaygısı oldukça büyük. Organ mafyası, fuhuş mafyası gibi mafya örgütlerinin denetimin olmadığı ve güvenliğin alınmadığı deprem bölgelerinde çok rahat hareket ettiklerine dair şikayetler ve iddialar çok fazladır. Özelikle refakatsiz kalan çocukların durumu şaibeli bir hal aldı. Depremin ilk gününden itibaren çok yaygın bir şekilde depremden sağ kurtulan çocukların kaybolduğuna dair idealar gündeme geldi. Tüm çağrı ve uğraşlarımıza rağmen AKP yetkilileri sessiz kalmayı tercih etti. Daha sonra kamuoyunun tepkisi artınca mevcut gerçekliği inkar ettiler, veya normalleştirmeye çalıştılar. Çünkü deprem bölgelerinden alınan bazı çocukların çeşitli tarikat ve cemaatlerle ilişkili dernek, vakıf ve kişilere teslim edildiği ortaya çıktı. Bazı çocukların anneleri hayatta olduğu halde bu çocuklar annelerinden koparılarak tarikatlara, derneklere veriliyor. Devlet bu uygulama ile annenin çocuk üzerindeki hakkını tanımıyor. Cinsiyetçi bir tavır gösteriliyor. Refakatsiz çocuklar devletin resmî kurumlarına veya akrabalarına teslim edilmek yerine tarikat ve cemaatlere teslim edilmesi bir kez daha asimilasyon, inkâr politikaları, çocuklar üzerinden hayata geçirilmesi amaçlanıyor. Çünkü depremin yaşandığı Maraş, Adıyaman, Malatya, Hatay gibi iller Kürt ve Alevi nüfusun yoğunlukta yaşadığı yerlerdir.

Kayıp çocukların takipçisi olacağız

Bu politikalar, Dersim’in kayıp çocuklarını hatırlatıyor. Çocukların takipçisi olacağız. Çocukların güvenli bir yaşam alanına kavuşabilmesi ve bunun sürdürülebilmesi için çalışmaktan ve hesap sormaktan asla geri durmayacağız. İktidarın deprem bölgelerinde demografik yapıyı değiştirme hedefinin olduğunu biliyoruz. Demografik değişim stratejisine karşı, deprem bölgelerinde göçü durdurmak için dayanışmayı ve yardımlaşmayı büyütmeliyiz ve sürdürülebilir hale getirmeliyiz. İnsanların yaşam koşullarını iyileştirmek, yaralarını sarmak, acılarını hafifletmek için gerekli olan bütün imkanları seferber ederek ancak iktidarın bu planını boşa çıkarabiliriz.

* HDP Ağrı Milletvekili