Dördüncü kelebeğe yoldaş olmak…

- Jinda AMED
395 views
Hakikatin sırrına ermek adına kısacık ömrünü feda etmekten çekinmeyen dördüncü kelebeğin hikayesini bilir misiniz? Bu hikayeyi ilk olarak zindan koşullarında “Önderlik hakikati” seminerinde duymuştum. O günden bu yana kelebek cesaretini taşıyan nice yoldaşla tanıştım. Onları tanımak, onlarla yaşamak, bir tebessümü paylaşmak, ortak anıları hafızaya kaydetmek büyük onurdur.

Yine bir Ocak ayındayız. Sadece mevsimin değil, yüreklerin de zemheriye kesildiği vakitteyiz. Adaletin darağacına çekildiği ve kanamaya devam ettiği o son duraktayız. Ateşin etrafında dans eden kelebeklerin gözetildiği durak. Ateşe düşman, hakikate düşman, Kürde düşman, kadına düşman karanlık ruhluların kelebek avına çıktığı durak. O zebaniler, bilmezler ki kelebeklerin çoktan ateşin sırrına erdiğini. O sır uğruna yaşamlarından çoktan feragat ettiklerini, bilmezler ki. Genç ömrüyle ateşin etrafındaki dansa tutuşan ve evreni aydınlaran Leyla’yı bilmezler ki.

Ülkesizlik yitiklikti

Kendi olmanın peşinde koşan kadının en güzel hali, gençliğin saf ve yaşam sevgisinin en yüce timsali Leyla.. Ülkesinden sürgünü yaşadığında henüz çok küçüktü. Ailesiyle geldiği Avrupa sokakları Ona yabancı bir dünyanın kapısını aralamıştı. Ülkesinden bu denli uzakta nasıl nefes alacaktı? Gençleri öğüten ve tüketen kapitalist makinanın çarklarına karşı kendini nasıl koruyabilecekti? Leyla tüm bu soruları soracak ve yanıtlarını kendinde yaratacak kadar cesaret topladı. Entegrasyon ve asimilasyon dayatmalarını fark edip isyanı tercih etti. O artık gençlerin, halkının aydınlık yüzü, evrene ışık saçan Ronahî idi. Krizalit sürecini tamamlayıp doğuşunu gerçekleştiren kelebek misali kendini doğurmuştu. Yüzünü ve yüreğini yıllar evvel terk etmek zorunda kaldığı ülkesine çevirdi. Kürdistan’a ulaşmak temel amaçtı artık. Ülkesizlik yitiklikti çünkü. Belleksizlik, tarihsizlik ve geleceksizlikti. Mültecilik yollarında henüz üç yaşındayken kara sulara kapılıp kimsesiz bir sahile savrulmaktır.  “Aşklar şehri”nde katledilmekti ülkesizlik. Bir ceylan gibi havan topu mermisi ile parçalanmak ve bir annenin eteğinde yeniden toplanmaktır. Bir annenin 12 yaşındayken bedenine 13 kurşun sıkılan evladına yaktığı feryattır ülkesizlik. Ve bunlardan daha daha fazlasıydı ülkesizlik.

Hakikat neydi? Nasıl bulacaktı onu Ronahî. Elbette kaybedilen yerde. Hem soruları kendisi soran ve cevaplarını bulan Ronahî artık dördüncü kelebeğin izindeydi. Kürt gençliğine xwebûnlaşma yolunu gösteren Önder Apo’nun yaşam felsefesi ile aydınlatıyordu kendini. Okudu, çok okudu, anladığı kadar anlattı, aydınlandığı kadar aydınlattı. Anladığı gibi yaşamaya, doğru yoldaş olmaya çalıştı. Evden eve, sokaktan sokağa, eylemden eyleme koştu. Durmak bitiş, akışkanlık ise yaşam demekti. Buluştuğu onlarca gence özgür ülkeyi anlattı ve onları da yolunun yolcusu yaptı.

Cesur olanlar diz çökmezler

Onu tanıyanlar bilir, Ronahî demek çağlayan bir şelale, akışkan enerji demekti. Egemenlerin karşısına dikelen cesaret abidelerindendir. En çok da gençliğin cesaretine saldırır onlar. Çünkü iyi bilirler, korkuyu yenip benliğine cesaret dolduranlar asla yenilmez, teslim olmaz ve diz çökmezler. Bilincin ve derin sezgilerin oluşturduğu bir erdemdir cesaret. Damarlara girdi mi bir kez, onu söküp atmaya hiçbir güç yetmez. Fuhuş, uyuşturucu, asimilasyon korkakları etkileyebilir belki ama cesur insanları asla. Kapitalizm bataklığında Ronahî’yi etkilemediği gibi. Çünkü O Kürdistan’ın havasını solumuş, ninesinin çîroklarını dinlemiş, oyun arkadaşlıkları kurabilmiş, güç dayanaklarını yaratmasını başarmıştı. Aklını bir telefona sığdırmayacak, hayallerini vitrinlere teslim etmeyecek kadar zekiydi. Yaşamlarımızı sanallaştırmak isteyen efendilerin direktifleri ile kodlanmadı, biat etmedi, ezber yaşamların aksine farklı olana sarıldı Ronahî.

“Beni öldürün fakat şu gerçeği de bilin ki benim öldürülmemle binlerce Kürt uyanacak” diyen adaşı Leyla Qasim’ın Kürdistan özgürlüğü yolunda canını feda edişinin sevinç ve gururunu paylaştı. Yaşamı uğrunda ölecek kadar sevenlerden öğrenmişti yaşamanın diğer bir adının direnmek olduğu hakikatini. Ve direnişe atılmıştı tereddütsüz.

Arîn’e siper yoldaşlığı yapardı muhakkak

Başka bir zaman dilimine geçmemiş olsaydı eğer, Sur’da fırtına çocukları Çiyager ile Nucanlar’ın Cizîr’de Zemyanlar’ın yanı başında belirir, soysuzlara meydan okurdu muhakkak. Kobanê’de Arîn’in mevzisine sızar siper yoldaşlığı yapardı. Efrîn’de Avesta Xabûr’un cesaretine ortak olurdu. Gencecik ömründe başka bir zaman dilimine geçmemiş olsaydı eğer Ronahî, takvimlerin amansız kavgaya çağırdığı bu zamanda isyan için çok gerekçesi olan gençlerin sessizliğine, kötülüklere karşı kayıtsızlığına çok kızardı bir de. Devrim yapma zamanı çoktan gelen kadınların hala fırtına olup dünyayı kasıp kavuramayışlarına alınırdı. Süregiden mücadeleden gururlanır, onurlanırdı elbet. Ama tatmin olmaz, daha fazlasını arzu ederdi. Kara ruhlular tarafından hedeflenmeleri de zaten bundan değil miydi. Sara, Rojbîn, Ronahî… Özgürlüğe gönül vermiş, değişimi hedeflemiş, korkuyu yenmiş ve harekete geçmiş üç yürek…

Hesaplaşma zamanı

Leyla… Işık saçan Ronahî… Kürdün diriliş tarihinin genç yazıcılarından. O gençler ki bir halkı ölüm uykusundan uyandıran kahramanlardır. Koruyan, kollayanlarıdır her türlü kötülüğe karşı. Kanatlanmak uğruna hesapsızca uçurumlara koşan tay gibidirler ve dizginlenemezler asla. Gelecek umudu, göz nuru, özgür nefesidirler halkının.

Kürt gençlerinin cesaretini ve iradesini sınamak isteyenler, hala onun pişmanlığını yaşamakta. Çünkü onlar ser verip sır vermeyen geleneği kuşaktan kuşağa aktarmasını başardı. Ve bugün Kürdistan’da, zindanlarda, bütün kavga çeperlerinde direnen binlerce genç yürek mücadeleyi yaşatıyor. Onuru, insanlık değerlerini ve özgür gelecek hayalini yaşatıyor.

Ve onların ardılları olan bizler….  Dördüncü kelebek misali Saralar’a, Ronahîler’e, Rojbînler’e, Sevêler’e, Pakizeler’e, Fatmalar’a yoldaş olmayı bileceğiz. Avrupa’da takvimler zemheriyi Dersim’de, Elbistan’da, Mersin’de, ülkemizin her karışında ise kardelenler zamanını gösteriyor. Kara kışlara, kara ruhlara karşı kavgaya durma zamanı. Şimdi hesaplaşma zamanı. Sara’ca, Ronahî’ce, Rojbîn’ce… Korkusuzca…

Bizim öfkemiz onların kıyameti olsun!