Erk(ek)-devlet menşeili kadın cinayetleri

- Şükran SİNCAR
788 views

MANSETSümerlerden günümüze ideolojiler toplumsallığın tüketilişi ve parçalamayı yarattığı oranda kendilerini üretmiş ve yaşatmışlardır. Devlet ve iktidarı güçlendirmek için her yol mübah sayılmış, kadınlar şahsında doğa ve toplum katledilmiştir. Fiziksel olarak katledilenlerden geriye kalanlar ise kültürel ve sosyal olarak eritilip yok oluşa tabi tutulmuştur.

Bunu yaşama geçirirken bireysel ‘yaşam ve özgürlük!’ adına geleceği inşa etme argümanları kullanılmaktan geri durulmamıştır. Bu argümanlar çerçevesinde kadına ve topluma ait olan değerlerin yerine, birbiriyle derin çelişkiler-çatışmalar, aynı mekanda ancak ayrı dünyalar yaratarak tarihler boyu sürecek savaş ve katliamların tohumlarını ekmişlerdir.

Her ideoloji değişiminde, kitleleri de buna uyarlayarak var olan sistemin yürütücü militanı rolü de erkeğe verilmiştir. 5 bin yıllık rol sonucunda erkekte yaratılan ganimete, şiddete, tecavüze, zorla alıkoyma, iradeyi kırma, kimlikleri tanımama kültürü iktidarda olanlarla-devletler arasında geliştirilen savaşın paralelinde aynı kültür mevcut aile sisteminde de geliştirilmiştir. Toplumsal parçalılığı yaratırken de kadın dünyasını duygusunu ve bedeni üzerinde anlık ve günlük olarak zihniyette ve söylemde cinsiyetçi politikalar üretmektedir. Dolayısıyla dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın kadına yönelik şiddet ve bütün kadın katliamları iktidar-devlet menşeili erkek egemen zihniyetin üretimidir.

Kadın bedenine indirgenen sömürge alanı

SILAN EZIDI KATLEDILDIAtaerkil sistemin yürüttüğü strateji toplum üzerinde etkili olmakla birlikte kadın toplumunda ve dünyasında da parçalılığı yaratmıştır. Tecavüz kültürünün doğa, toplum ve ahlak üzerinde olan uygulamaları sadece kadın bedenine indirgenmesi yada öyle bir algıyı yaratması ataerkil zihniyetin beslendiği kaynağın anti ekolojik, anti toplum ve anti kadın olmasından kaynaklanmaktadır. Kapitalizmle birlikte sömürge alanı tamamen kadın bedenine indirgenmiştir. Medya, endüstri, sağlık alanında kadın alanları diye tanımlanan alanlar yaratmıştır. Bir taraftan kadını içi boş süslü söylemlerle ön plana çıkarırken diğer taraftan da toplumsal geriliklerin tümünü kadın-kadınlık üzerinden ifade ederek toplumsal rolleri daha da kurumsallaştırmıştır. Avrupa’nın sanal özgürlük anlayışı ile, kadına hem iyi bir aşçı, temizlikçi, çocuk bakıcısı, cinsel obje vb. roller yüklenmekte hem de tüm bunlara rağmen etrafında görülmeyen duvarlar ve zincirlerle köleliği derinleştirilmekte. Erkek egemen sistem kadını kendisinden o kadar uzaklaştırmıştır ki kendi canavarı olan sistemin yürütücüsü pozisyonuna gelmiştir. Kadının yarattığı ve verdiği emeklerin ürünlerini hepsini kendisine mal etmiştir. Yaşanan temel yanılgı da, sanki erkek egemen ideoloji sadece kadını sömürmekte ve parçalamaktadır. Erkek ve toplum üzerindeki sömürüyü ve parçalanmayı görmezden gelmekle kadına uygulanan cinsiyetçi, sömürgeci uygulamaları meşru görmekte ve göstermektedir.

Kadın intiharları da devlet-erkek ideolojisinin ürünü

Saray GÜVEN aus Frankfurt-Bockenheim vermisst.Kadın gerçekliğine ve yaşadıklarımıza yaklaşımda ise etkili olan çekirdek inancımızdır. Söylemde ne kadar karşı çıkılırsa çıkılsın, sonuç kadının kendini sorgulaması hatta suçlamasıyla neticeleniyor. Sorgulama sonucunda elde kalan ise bu şiddet kadının kaderidir oluyor. ‘Kesin kadın bir eksiklik yapmıştır, acaba ne suç işledi, yada ben de hak ettim, yaşanan sorunu alttan alabilirdim, erkektir şiddetle kodlanmıştır!’ gibi söylemler yaşanan şiddeti haklı yada gerekçelendiren çekirdek düşüncelerdir.

Kendi toprağından, kültüründen ve yaşam bağlarından koparak farklı toplumlar ve kültürlerle birlikte yaşamak zorunda kalanların yaşadıkları sorunlar daha katmerli olmakta. Göç psikolojisinin yarattığı baskılama ile kadının etrafındaki duvarlar daha da kalın ve sessiz örülmeye devam etmekte. Kadına verilen rol bu hapishaneden çıkarken mutluluk maskesini zoraki bir gülümseme ile tamamlamaktır. ‘Evde ve ilişkide ne yaşanırsa yaşansın sahte gülümsemelerin eksik olmasın.’ Eksik olmasın ki var olan şiddet sarmalı devam edebilsin. Buna karşı çıkma savaşı verildiğinde ise kadına en büyük tehdit; ‘seni toplum içerisinde öyle bir hale getiririm ki kimsenin yüzüne bakamazsın ve kimse de senin yüzüne bakmaz’dır. Bu aşamadan sonra kadın ya öldürülmeyle tehdit edilir yada intihara zorlanır. Birçok erkek kadına ‘ben seni öldürmesini bilirim ama buna gerek kalmayacak. Seni öyle bir hale getiririm ki sen kendi kendini öldüreceksin.!’ Kadın intiharları da en az katliamlar kadar iktidar-devlet erkek ideolojisinin ürünü olmaktadır.

Dışarıda demokrat, evde despot

YETER POLAT 1Tüm bu sorunlar göç toplumlarında daha baskın yaşanan sorunlar olmakla birlikte yurtsever Kürt tabanımızda da yansımasını bulmakta. Önder Öcalan’ın cinsiyet özgürlükçü paradigmasını teoride radikal savunan, evde ise tüm geriliklerini yaşayan-yaşatan feodal duruşlar erkek egemen zihniyetin kölelik zincirlerini daha da sağlamlaştırmaktadır. Yurtsever olup yerel mekanizmalar içerisinde olan aileler, aile içi şiddet, zorla evlendirme, gençlerin yaşadığı madde bağımlılığı vb. sorunları paylaşmak ve ortak çözüm üretmek yerine gizli tutmakta. Aileler içerisinde yaşanan parçalanma ve çürüme saklı tutularak sorunlar daha da derinleştirilmekte. Ebeveynler kurumlara çocuklarsız gitmekte, kimileri gençleri bilinçli uzak tutmakta, kimileri ise; istese de beraberinde götürememekte.

Son dönemlerde Avrupa’daki Kürt ailelerinde giderek artan kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları toplumsal, aile ve kadın sourunu karşısında yaşanan sessizliğin ve çürümenin sonuçlarıdır. Verilen özgürlük mücadelesi karşısında yurtsever Kürt tabanımız demokratik ulus kimliği, ülke bilinci ekseninde mücadele ile buluşmuş olsa da, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma etrafında demokratik aile toplumsal özgürleşme perspektifinde değişim ve dönüşümü sağlayamamıştır. Mücadeleyi sahiplenip desteklemenin yanı sıra, paradigma temelinde zihinsel dönüşüm konusunda kendisini ikna edip aşamamıştır. Kadın tabanımızda ise; toplumsal cinsiyet öğretilerinden uzak, cins mücadelesini her alanda radikalce verme bilinci ve kararlılığı eksik kalmaktadır. Bu eksik kalmışlığın bedeli ise kadın cinayetleri olarak bize geri dönüyor.

Devletlerin yasaları kadınları korumuyor

Toplumsal cinsiyet kodları ile örülü egemen zihniyet yapısı, ezidî, sunni ve alevi kitlemiz dahil toplumun önemli bir kesiminde farklı çeşitlerde mevcudiyetini koruyor. Ezidî kadınlar mevcut kast sistemi içerisYETER POLAT PROTESTOinde baskı, şiddet mekanizmasında sıkıştırılıp şiddete mahkum ediliyor. Sünni kesiminde ise kadınlar feodalliğin ve geriliğin getirdiği öğretiler ile eziliyor, baskı görüyor. Alevi kadınlar da ‘erkeğin izin verdiği sınırlarda’ hareket serbestiliğine sahip olup yanılgılı özgürlük anlayışı ile farklı bir biçimde eziliyor, baskı altında kalıyor. Ortaya çıkan bu gerçeklik paradigmamızın da bütün boyutları ile yaşama geçmesinde eksik kalmasına neden olmaktadır. Son dönemlerde gün yüzüne çıkan aile içi şiddet vb. sorunların daha fazla gündeme gelmesi kadın hareketi olarak örgütlülüğümüzün güçlenmesi ile bağlantılıdır.

Toplumsal sorunlar ve yaşanan çürümenin açığa çıkması ve çözüm gücü haline gelmesi için bu alanın tarafımızca daha stratejik ele alınması hayati bir önemdedir. Kadının iç dünyasına girme, yaşanan sorunlar karşısında  özgücünü açığa çıkarma ve sorunların toplumsallaştığı oranda çözüleceği umudunu yaratmak gerekiyor. Devletlerin mevcut yasaları ne kadını korumaya yetiyor ne de çözüm gücü olabiliyor.

Avrupa’da ve özelde Almanya’da kendisini kürt yurtseveri olarak tanımlayan çevrede yaşanan kadın cinayetleri devletçi-iktidarcı egemen zihniyetten kendisini arındırmamaktan kaynaklanmaktadır. Siyasal kimlik ile tüm geriliklere çanak tutmanın faturasını kadınlar canıyla ödemekte. Her yaşanan kadın cinayeti aynı zamanda tüm kadınlara da “seni öldürürüm” mesajıdır.

Almanya sistemine oryantalist bakış açısı da şiddet ve katliamlara açık kapı bırakmaktadır. Bir toplumda ne kadar ilerici yasalar konulursa konulsun toplumsal bilinç gelişmediği sürece köklü bir değişim olamayacağı açıktır. Almanya’da 2002 itibari ile çıkarılan yasa ile aile içi şiddet ve tecavüz suç sayılmamakta. 15 yıllık bir geçmişe sahip olan yasa toplum nezninde ne düzeyde anlaşılmış ve hak olarak görülmüş olması tartışmalı bir durum.

Şiddete ‘ama’sız karşı çıkmak

Kadın hareketlerinin binbir zorlukla başlattığı kadın sığınma evleri herhangi bir maddi ve güvenlik destiği almaksızın proje vb. yardımlarla ayakta durmaya çalışmaktadır. Kadın sığınma evlerine gitmek de köklü bir çözüm seçeneği olmamaktadır. Zira ebeveyn yasasına göre kadın, çocuğu ile hangi tehlikeyi yaşarsa yaşasın bir süre sonra erkek, “baba” olma hakkından yararlanarak, hatta resmi kurumlar aracılığı ile çocuğunu görme bahanesiyle de kadına tekrardan ulaşabilmekte. Mevcut kadın sığınma evleri kadın için belki bir nefes alma şiddeten uzak bir dönem olabilir ama köklü bir çözümü getirmemektedir. Almanya federal yasalarına göre kadın sığınma evleri yasal bir hak olmaktan ziyade, kadın için bir seçenek olması da çözüm üretmekten ziyade farklı arayışlara neden olmaktadır. Bütün ulus-devlet yasalarında kadınlar şiddete, tacize, tecavüze ve hatta katliama uğradıktan sonra devreye giriyor.

Kadınlara yönelik şiddet Alman toplumunun da önemli bir sorunudur. Her yıl binlerce kadın eşleri tarafından şiddete uğruyor. 2011 yılında ilk defa Almanya’da federal hümet tarafından kadının uğradığı şiddete yönelik anket yapıldı. 2017 sonlarına gelmemize rağmen 2016 yılı sonuçları henüz açıklanmadı. 2015 yılı verilerine göre; 100 binden fazla kadın eşleri tarafından şiddete uğradı. 65 bin 800 olay fiziksel şiddet olarak kayıtlara geçerken, gün be gün tehdit ve yaralama vakaları da eksik olmadı. 2015 yılı içerisinde de 331 kadın eşleri tarafından katledildi.

Egemenler tarafından kadına empoze edilen şiddet kadının makus talihi olduğu algısından kurtulmak ancak kadına yönelik şiddetin kimden ve nereden gelirse gelsin ‘ama’sız ve ‘fakat’sız karşı çıkmak ile mümkündür. Ancak örgütlü kadın bilinci, gücü, örgütlülüğü tüm bu sorunlara çözüm gücü olabilecektir. Bu nedenle özsavunmayı bilinç ve örgütlülük esası üzerinden ele almak ve alternatif bir toplumsallık ve sosyalleşme ile özgür bir yaşam alanını yaratmak elzemdir.