Gamsızda aşk ne gezer

- KAKTÜS
582 views

Şaştık kaldık. Şaşmasak da kalacaktık böyle. Gamsızlık içimize işlemiş sanki… Anlatılacak çok şey var, çookk… Hele bir bakın bakalım daha neler olacak? Devletin en tepesinde bulunanlar ya cahil ya da milleti cahil yerine koymaktan pek bir haz duyuyorlar. Hele şu pişkinliğe bakın,  “Gezi Parkına tarihi eser” dikecekmiş. Ya kardeşler, kız kardeşler, tarihi eser dediğiniz şey dikilebilen bir şey değildir. Tarih bir zaman dilimidir. Eser ise Türk dil kurumuna göre, “Emek sonucu ortaya konan ürün, yapıttır.” Şimdi ortada bir ürün ya da yapıt yok. Tarihi eser olması için geçmiş olan bir zaman dilimi yok, malum henüz yapılmamış. Sen nereye, ne dikiyon be adam, milletin aklıyla mı oynuyon? Antika beyinli diyeceğim, fakat böyle düşünmenin de tarihi bir alt yapısı olmalı, önemli bir döneme ve yahut düşünüre ait olması, değerli, işlevli ve bugün de kullanılabiliyor olması lazım. Örneğin Diyojen. Ne demişti Diyojen; “Gölge etme başka ihsan istemez.” Olay bu kadar net. Peki nasıl oluyor da bu adam “tarihi eser dikeceğim” diyebiliyor ve bu durum ‘milletçe alkış’lanabiliyor?… Adı üstünde tarihi eser… Bunun için sizi yormayacağım. Hemen söyleyeyim, hakikatten Piramitlerin bir çırpıda çalınabilecek bir şey olduğunu düşünen ve bu konuda yorum yapan, Sur’da tarihi eserlerin yağmalandığını görmeyen, bir çok il ve ilçedeki heykeli ya çıplak ya da kadın figürü taşıdığı için kaldırıp, yıktıran bir zihniyetin, Gezi Parkı’na ‘tarihi eser’ dikeceğini sanan bir topluluk, af buyurun; zır cahildir. Ve maalesef Erdoğan da henüz dikilmemiş ya da ürün haline gelmemiş “tarihi eser” ile  Sur’da yerle bir ettirdiği tarihi eser arasına fark koyamayan ya da ayırt edemeyen bir topluluğa hitap ettiğini ve  yönettiğini çok iyi biliyor. Dünya aleme de “bakın böyle bir kitleyi yönetiyorum. Ne dersem ona inanır, adımınızı ona göre atın” diyor. Zaten ona güvenerek de önüne geleni çok rahatlıkla DAİŞ ile tehdit ediyor. Varın ötesini siz düşünün…

Kısadan hissemize düşen ise şudur: diktatörler, cahillerin kafasına basarak yükselir, bilginin gücü altında ise ezilerek düşer… Bunu da bilin istedim.

Ve sonuçta Çilem serbest. Sevinçliyiz, mutluyuz onun adına. Sistemin çarklarından bir kadının bile kurtulması çok büyük bir anlam ifade ediyor bizler için. Ama henüz özgür değiliz. O da öyle. Sadece özgürlük için kolları sıvıyoruz. Öncelikle bir ‘özgürlük mutfağı’ kurmalıyız. Bu öyle bildik bir mutfak değil tabi. Bu mutfağın içindeki aletlerden, anlamlarına kadar her şeyi yeni baştan öğrenmeliyiz. Örneğin; “erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” sözü kesinlikle bizi aldatmasın. Bu tamamıyla kadını köleleştiren çarkın dönmesini sağlayan ana argümanlardan biri. Hemen def edin gitsin. Düşünsenize siz, erkeğin kalbini kazanmak için gece-gündüz saçınızı süpürge edip, yemek kokma pahasına ha bire yemek yapıyorsunuz. O karnını doyurmakla meşgul. Nezaketen bir  “eline sağlık” demek bile zor geliyor adama. Sevgi, aşk hak getire… Bekle, dur, ömür bitsin… Nitekim hödük adamdan aşk çıkmıyor, sevgi ne etsin? Söylemedi demeyin, aha buraya yazıyorum, erkeğin kalbini fetheden yemek yoktur. Ama bu konuda ısrar ederseniz şöyle derim: Demek ki ya erkekte kalbe giden mide yoktur ya da o kalbi cezbedecek yemek henüz icat edilmemiştir. Baksanıza adam yemeği sonuna kadar tüketiyor, kirpik kıpırdamıyor, dudaklarda hafif bir titreşim gözükmüyor, sanırsın yemeği kamyonla taşıyorlar midesine, öyle gamsız. Gamsızda aşk ne gezer… Boşuna uğraşmayın, sadece yorulursunuz. Bırakın o tencereyi, elinize alın eleği. Şimdi vurun içinizdekini eleğe…

Bir şeyi iyi anlamak gerekiyor. Tartışmasız olarak kadınlar için aşk çok farklıdır, erkekler için çok farklı. Neden, farklı olan ne?

Bir erkek aşık olmaktansa kendisine aşık olunmasını ister. Egoist işte. Bir kadın ise kendisine aşık olunmasındansa aşık olmak ister. Duyumsamadığı bir duygu, ona ait değildir çünkü. Geni böyle, toplumsallıkla alakalı. Kadının aşk için ortaya koymayacağı değer ya da varlık yoktur. Her şeyini aşka feda edebilir, ediyor da… Ama bir erkeğin aşk için söyleyeceği iki güzel sözcüğü yoktur. ‘Yoktur’ derken, olmadığından değil, onu aşk için feda etmek istemez. Aşkı küçümser, zayıf görür. Lakin aşk güçlüdür, çıkarsızdır, toplumsaldır, doğaya aittir ve tutkuyla varlık gösterir, o tutkuyla büyür, büyütür. Erkek için ise çıkarsız hiçbir şey yoktur aşk dahil…

Günümüzde aşk için ‘kadının zindanı’ demek hiçte abartı sayılmaz. Erkek ise bu zindanın gardiyanı. Bu zindanda aşk gizemini, doğasını, tutkusunu ve güzelliğini yitirmiştir. Aşkın gözleri kör, elleri kelepçeli ve ayaklarına prangalar vurulmuştur. Bu sözler şiirsel mi oldu ne? Ne diyordum, ‘aşk kadının zindanıdır’… İşte Çilem’in hikayesi de burada başlar biraz biz gibi, biraz  sayısız kadın gibi… Dikkatinizi çekerim, doğarken köle olarak doğmadık. Gayet çıplak ve özgür doğduk. Kölelik sonradandır. Tıpkı sonradan görmeler gibi çirkin durur kadının bedenide…

Köleliğin sayısız eli vardır aslan pençeleri gibi. Zaten pençe dediğin de ya öldürür ya esir tutar. Ama gariptir çoğumuz bu elleri görmeyiz. Mesela bu ellerden biri evlilik programlarıdır. Kadının, erkekten korunamadığı bir ülkede üç-dört evlilik programı ne demek biliyor musunuz? Kadın katliamlarına davetiye çıkarmak demektir. Ha bir de, “asosyalim, geri zekalıyım, bir insanla iletişime geçip konuşamıyorum, kendi başıma bir eş bulamıyorum, beni bir everin” demektir. Adam üç kez evlenmiş, boşanmış; “ben temiz, evine bağlı, daha önce evlenmemiş bir hanım arkadaş istiyorum” diyor. O da yetmiyor, şimdilerde dini programlarda evlilik konuları gündeme geliyor. Buyurun bir de buradan bakın… Bu dünyayla “işleri hal” eden ve televizyon şovmenlerine taş çıkaran Nihat Hatipoğlu, kadınlara hitaben “öbür dünyada kocanızla birlikte olacaksınız” der. Telefonla katılan bir kadın da, “ben 4 evlilik yaptım hocam, hangisiyle beraber olacağım” diye sorar. Hatipoğlu’nun ne dediğini bilmiyorum. Ama dünya ile ahiret işleri karıştı galiba… Bu hocalar, bu oruç ayında günaha sokacak bizi, basacağım şimdi bir-iki …

Evet konuşacak çok şey var. Hem de çookk… Ama önce bir “özgürlük mutfağı” kuralım. Gerisi elekten düşendir…