Senli geçen zamanların özleminde demleniyorum yine bu gece… Ve demlendikçe bir de bakıyorum, özlemin bir kor olup yine düşüvermiş yüreğime… Sonrası dayanılması zor bir yürek acısı be Gülnaz… Sen gideli, senli zamanlara akıtıyorum yüreğimdekileri. Bilirsin işte, biraz olsun avutabilmek, biraz olsun teselli bulabilmek için… Ama nafile, o da pek çare olmuyor. Akıtmalı bu özlemi, damıtmalı bu özlemi. Yazıp duyurabilmeli ki ulaşabilsin canı canana…
Ah be Gülnaz sırası mıydı şimdi bu vedanın… Öylesine büyük bir aşkla, öylesine büyük bir tutkuyla, heyecanla özgürlüğe doğru halaya durmuşken tam da, sırası mıydı şimdi. Bu zamansız ayrılığa inanmak istemediğim için, kaç zamandır ne sana yazacak gücü ne de fotoğraflarına bakacak cesareti bulamadım kendimde.
Bu zaman aralığında belki de onlarca kez yazmak istedim sana. İçimdeki tüm bu belirsizlikleri, beklentileri, acıları her defasında sana duyurmak, aramıza giren bu zamana, bu ayrılığa isyan etmek istediysem de nafile.
Adaletsiz düzenedir sitemim
Bizleri zamansız terk edişin gibi, gidişinin haberini de kendi açımdan o kadar zamansız aldım ki, yokluğunun acısı adeta yangın yerine çevirdi yüreğimi. Bilirim aslında bizdeki her gidişin, her vedanın haberi hep zamansızdır. Çünkü bizde yaşam olağanüstüdür hep. Sıra dışıdır. Dolayısıyla ayrılığı da (şahadeti) hep zamansız olur.
Bu zamansızlığa olan sitemim, bizleri terk edenin veda haberine değil; içinde bulunduğumuz adaletsizliğedir. Bu adaletsizliği ortadan kaldıramadığımız durumun acizliğinedir. Sevgiyi, saygıyı, emeği, dostluğu, barışı, kardeşliği yok eden, yok sayan sistemin kendisinedir. Ahlak adına naralar atan, din adına ahkam kesen, insanlığın tüm değerlerini pazara çıkaran yüreksizleredir. Ar damarından yoksun, beşikteki bebeğe cinsel istismarda bulunacak kadar kanı bozuk insan müsveddelerinedir. Kadına tecavüzü kanun hükmünde kararnameler adı altında yasalarla meşrulaştırmaya çalışan, tek adam diktatörlüğünedir. Halkların, insanların emeğini tekeline alan kan emicileredir. Kadınların, yaşlıların, çocukların üzerine bombalar yağdıran erkek aklın taa kendisinedir.
Şahadet haberini haber bültenlerinden duydum. Gözlerim ekrana kilitlendi, bedenim dondu, kanım çekildi sanki. Bu durum ne kadar sürdü bilmiyorum. İçimde kopan fırtınanın bu sessizliği de neyin nesiydi? Birileri yüreğimi avuçluyordu. Ancak isyan edecek ne gücüm, ne nefesim, ne de sesim vardı. İnsanı yok eden, tüketen bir sessizlikti sanki… “Ah be Gülnaz, bizleri nasıl bırakıp gittin” diyecek gücü dahi kendimde bulamadım. İçimdeki öfkeyi, sitemi, serzenişi dahi dile getirip dökemedim. Bu benim Gülnaz’ım, canı cananım, dostum, yoldaşım, bizim biricik “Türko”muz diyemedim. Bütün gece boyunca sessizliğin pençesinde kıvrandım durdum sadece.
Defalarca içimdeki ana tanrıçanın gücüne yalvardım
Bu mektubum hem sana, hem de Polat Amca ve Bedia Ana’ya açık öz eleştirimdir. Bizlerden ayrılışının haberini aldığımda bir başsağlığı dileyemeyecek kadar aciz bir durumdaydım Gülnaz’ım. Yokluğunda onlara ulaşamama duygusu adeta ezdi geçti ruhumu. Defalarca içimdeki ana tanrıçanın gücüne yalvardım. Bedia anne ve Polat amcanın benden bir haber beklediklerini tahmin edebiliyordum. Bunun için seni kaybetmenin ruhumuzda açtığı yarayı biraz olsun sarabilmek için onlara ulaşıp hal ve hatırlarını sormak istedim. Bu nedenle kendimi bir türlü affedemiyordum.
Bir gün Bedia anayı ararsam, O’na ne söyleyecektim. O güzel şivesiyle sormayacak mıydı; “Arya’m, kuzum nerelerdeydin şimdiye kadar. Neden bir arayıp sormadın. Yaşadıklarımızı hiç mi merak etmedin kuzum.”
En çok ihtiyaçları olduğu anda onların yanında olduğumu hissettirememek, sesimi duyuramamak içime oturmuştu öylece. Senin yokluğuna duyduğum acı adeta onlara ulaşamamanın acısında kayboluyordu desem belki de yeridir.
Bu ruh hali epey zaman aldı. Ancak yavaş yavaş kendimi iyi hissettiğim bir zamanda ilk işim tüm cesaretimi toplayıp onları aramaya yeltenmek oldu. Israrla aradım. Telefonlarıma yanıt alamayınca bana olan güvenlerini yitirdiklerini düşündüm. Telefonlarıma yanıt bulamayınca kısa bir not bıraktım. Gereken zamanda başsağlığı dileyememenin hiçbir mazeretine sığınmadan aflarına sığındığımı anlatan tek bir cümleydi notum. Kabul ederlerse bir kızları olarak özür dileyip, özeleştirimi verdim. Bu tek satırlık cümleye ekleyecek tek bir kelimem yoktu zaten. Aslına bakarsan ne söylersem söyleyeyim yarım kalacaktı Gülnaz’ım.
Zor ama anlamlı bir yaşam hikayen var
Kaç zamandır ne yazmaya, ne resimlerine bakmaya dahi cesaret edemediğim tüm anıların birbir sarmalamıştı etrafımı. Bir anda kendime “artık yeter” dedim. Kabul etmeliydim ki acımı paylaşabileyim. Anlam vermeliydim ki seni layıkıyla anlatabileyim. En önemlisi de itiraf etmeliydim ki seni hakkıyla uğurlayabileyim.
İçimdeki kutsal ana sesimi duymuş olmalı ki, bir anda telefonuma bir mesaj düştü. Mesajı gönderen Polat amcaydı. “Olur mu kuzum, olur mu Arya’m nasıl böyle düşünürsün” diyordu. Ve sonra “nerelerdeydin. Neden bizi bir arayıp sormadın” diye sitem ediyordu. Varsın etsin, varsın kızsın, varsın içinden ne geliyorsa söylesin dedim. Sesi buruktu, sesinde göz yaşlarının nemi vardı. Ama yine de onları aradığım için Polat amcanın sesindeki o mutluluğu hissedebilmek bana dünyaları bahşetmişti. Bu gönül rahatlığıyla gecenin karanlığına aktıkça aktı göz yaşlarım. Sonrası tahmin ettiğin gibi… Senli zamanların kulvarlarında kaldığım yerdeydim yine…
Hani bilirsin be Gülnaz, yaşanılası zor hikayeler kadar bir de yazılması, anlatılması zor hikayeler vardır. İşte Senin de anlatmaya gücümün yetmeyeceği kadar zor ama oldukça anlamlı bir yaşam hikayen var. O yüzden nereden başlayacağımı bir türlü bilemediğim gibi yine nereden başlarsam başlayayım, koskoca çeyrek bir asrın hakkını veremeyeceğimi de elbette çok iyi biliyorum. O yüzden şimdilik bu mektubumda sana olan gönül borcuma sadece yer verdim. Ama bir dahakine seni hakkıyla anlatabilmeyi umut ediyorum.
Sen sanki hiç ayrılmamışsın gibi
Anıların kulvarında ilerledikçe gece, en son Amed’e giderken verdiğin röportaja uzandı ellerim. Açtığım gibi “zor bir şey, nereden başlayayım” demişsin seni kameraya alan Nehir arkadaşa. Ve ardından ağız dolusu bir kahkahayla arkadaşlarıma selam gönderebilir miyim diye eklemişsin. O kadar içten, doğal ve samimiydi ki tavırların, izlerken sanki zaman durdu benim için. Sanki aramıza hiç mesafe girmemiş ve sen sanki hiç ayrılmamışsın gibi.
Ah be Gülnaz, o insanın içini ısıtan sıcacık selamını bu gece yine aldım. Ve şimdi de o sıcacık selamına cevaben bu mektupla sana sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Bir nebze de olsa verdiğim sözü yerine getirmenin gönül rahatlığıyla yeniden merhaba diyorum o güzel yüreğine. Biliyorum, elbette bir merhabaya sığdıramayacağım yaşadığım özlemi. O yüzden inan öylesiye ama öylesiye özledim seni. Yüreğim öylesine özleminle yüklü ki, biriktikçe birikiyor her geçen zaman. Daha da ağırlaşarak.
Özlüyorum, senli geçen zamanları… Özlüyorum, senli geçen sohbetleri, kahkahaları, senli ağlayışları… Ah be kadın özlüyorum işte, senli geçen tüm zamanları…