25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle her yıl onlarca eylem yapıyoruz. Her türlü şiddet ve şiddet biçimine ne kadar karşı olduğumuzu anlatıyoruz. Durumun ne kadar kötü olduğunu polis kayıtlarına geçen verilerle açıklamaya çalışıyoruz. Dikkat! Kayıt altına alınan kadın cesetlerinin sayısı çok önemli. Çünkü bir tek resmiyet kazanmış kadın ölümleri kabul ediliyor. Öldürüldüğünüze dair kayıt yoksa maalesef ölü sayılmazsınız. Öldüğünüzü kanıtlamanız lazım. Önce cenaze, sonra katil, olay yeri, adli tıp vesaireden sonra, polis gelir. Çünkü kadın katliamlarında polis en son gelendir. Olayı gören duyan da yoktur zaten. Hem “karı-koca arasına girilir mi?!?” Tabi “biz karısı sandık, o yüzden araya girmedik” diyen molozların sayısı da az değil yani. Ne diyordum, polis olay yerine her zaman en son gelendir. Eğer polis önceden gelmişse zaten kendisi öldürmüştür. Polis öldürdüyse de ortada sadece “suçlu, günahkar, asi ve terörist” vardır, “katil” yoktur. Dikkat!!! Bu noktaya dönecem…
Sorun neydi, niye doğradın ablayı?
Kayıtlara geçen Kadın cinayetlerinde elde edilen veriler doğrultusunda kadını katledenlerin yakınlık derecesi, akrabalık bağı ve hangi sebepten öldürüldüğüne bakıp, bir de olaya oradan bakarız. Öldürülen kadınların katilleri ile olan bağına bakıp sebep ararız. Neden? Sebepsiz yere hiç kimse öldürülmez mi? Tüm erkekleri katil yapan kadın mı? Her ‘yerden bitme’ sorunun altından kadın mı çıkar? Nedir bu kadın cinayetlerine gerekçe arama aptallığımız? Kadının katledilmesine neden bu kadar sebep, gerekçe ararız? Bu bizim insani genimizden mi kaynaklı? Yoksa verili bir durum mu, henüz anlayabilmiş değilim. Fakat sebep aramak bana suçun üstünü örtmek istiyormuşuz gibi geliyor. Sanki olayın sebebi ortaya konulunca onu daha rahat sindirebiliyoruz. Yani kadın katliamına bulduğumuz gerçek onu kabullenmemizi kolaylaştırıyor. Yanlışsam, biri söylesin…
“Sorun neydi, niye doğradın ablayı?” “Namus meselesi, adımıza leke getirecekti o…”, “Yaa, hıhıı, evet, anlıyorum….” Bakın ne kadar kolay kabulleniyoruz. “adımıza leke mi getirsin yani…” Peki aynı şeyi kadın yapsa nasıl bir reaksiyon gösterirsiniz?
“Sorun neydi, niye doğradın herifi, kızzz?” “Namus meselesi, adıma leke getirecekti şerefsiz. Kan beynime sıçradı, çektim baltayı duvardan -o ara kendimi kaybetmişim- olan oldu yani. Biraz kimlik bunalımı yaşayacak ama sorun değil. Atlatır!” Nıırç, olmadı değil mi? Mantığımıza yatmadı. Bir kadının öldürme gerekçesinin “namus” olması bizi anca güldürür. Çünkü mantığımız almıyor. Bir kadının kendini bu kadar alçaltamayacağını düşünüyoruz. Ve haklıyız, aynen öyle. “Herkes kendine yakışanı yapar” derler. Hiç böyle yapan kadın yoktur demiyorum, ama kadınların geneli böyle bir şeyden çekinir, küçümser ve gülünç bulur. Ama bir kadına yapılması küçümsenmez ve gülünç değildir. Bu da garip bir paradoks…
Bu hayatta anlamadığım bir diğer şey ise, bir kadının kendini savunmasının yadırganması… “Niye kocana karşı koydun?” “O senin ağabeyin, karşılık verme kız!” “Kadın kısmı erkeğe el kaldırır mı?” Sonra, sonrası küçük büyüğe, erkek devlete karşı gelir mi? “Devlet babadır, baba…” durumuna kadar gideriz. Sonra devlet-baba adına polis tüm toplumu söver, döver, ceza verir. O da olmazsa öldürür. Tüm bunların devlet-baba tarafından yapılması acımızı kabullenir hale getirir. Neden? “O bizim babamız ve babalar evlatlarının kötülüğünü istemez. Olmuşsa mutlaka kabahat bizdedir.” Yani vardır bir sebebi.
Öz savunmanız yoksa hema ölün…
Aklıma gelmişken söylemeden edemeyeceğim. Strasburg’daki oturma eyleminde polisin yaşanan olayda herkesi “orantısız” (dövmenin, az kalsın ezmenin “orantısı” neyse artık) olayın tam ortasında erkek vatandaşın biri, iki kadın görevli arkadaşa “ne var, iki tekme, tokat yemişsiniz, ne olmuş? Polise niye karşılık veriyorsunuz? Siz kadınsınız ya. Ne gerek var bunlara?” demiş. Şimdi tabi zihniyetin “çukurluğu”, “çukurda” birikmiş suyun pisliği bir tarafa, “siz kadınsınız” demesindeki çirkefliğe bakın ya. Yani polis olsa o, eline copu alıp gelecek, o derece hani. Kadınlar ya, edepsizlik yapmışlar. O “kadın halleriyle” polise karşı durmuşlar. Wıışş, niye ölmedin sen! Bir de bunu özgürlüğü tatmış, bu uğurda canını ortaya koyan kadınlara söylüyor. Tabi ben hemen üstüne atladım, “paralayaydınız adamı!?!” Hiç öyle bakmayın, bu devirde en önemli şey öz savunma. Öz savunmanız yoksa hema ölün…
‘Polismiş, niye karşılık veriyormuşsunuz? Ne olmuş, iki tekme yemişsiniz….’ Şimdi fikrin 5 bin yıllık derinliği var. “Kocasıdır, döver de sever de” mentalitesinden “devletin (şeriatın) kestiği parmak acımaz” sözlerinin arasındaki paralellik oldukça dikkat çekici. Ve polis devlet adına öldürme yetkisine sahip ikinci güç. Yani polisler için resmi katil ya da diplomalı katil demek ayıp ya da günah değil. Asıl zulüm edene karşılık vermemek insanı günahkar yapar. Eee hani zulme “dur” diyen yürek, hani adalet? “Adalet ile zulüm bir yerde barınmaz” demişler. Peki siz ikisini aynı çuvala nasıl sığdırdınız? Ah, ahh… “Olsa ile bulsayı ekmişler, hiç bitmiş.” Eee, şimdi de gel de bunlarla yaşa!?! Yani şimdi söyler misiniz, biz kadınlar şiddetle nasıl mücadele edeceğiz? “Şiddete Hayır!” diyerek mi? “Hayır!” dedik durdu mu? O zaman?!? O zaman sana kalkan eli sevaba girecek şekle koy. Kadına Yönelik Şiddette Karşı Uluslararası Mücadeleye bir katkı da sen sun. Savunmaya geç!…