‘İnsanlığın ilk anılarıdır söylenceler’

- Pergüzar KAYGUSUZ
624 views

MITOS 4Hakikate ulaşmak istemenin temel hedefi insan olarak varlığımızı anlamlı kılmak, yaşamın anlamını keşfetmektir. Yöntem, anlam arayışının aracıdır. Devletli uygarlık çağı günümüze kadar kesintisiz ele alındığında, biz kadınlar etrafında ciddi bir anlamsızlaştırma operasyonu yapıldığı ve bunun günümüzde doruk noktasına vardırıldığını görüyoruz.

Kadın kimdir?  sorusu tarihten günümüze irdelendiğinde mevcut sistemler içerisinde bir çıkmaz ile yüz yüze kalındığı, bir varlık olarak tanım bulunmadığı acı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Abartılı, kutsallaştırıcı tanımlarla bir o kadar aşağılayıcı tanımlar bir varlıkta nasıl cisimleşebilir? Düşünün ki bir kadın hem bir melek kadar masum, hem bir şeytan kadar ayartıcı, hem tapılası kadar tutkuyla sevilirken, hem lanetlenecek kadar nefret edilen; kısacası duruma göre baş tacı, duruma göre ayağının tozu olabiliyor. Aşırı yüceltme ve aşırı alçaltma arasında nesne kılınmış bir kadınlık tanımının insanlığı getirdiği durum; hakikat anlayışındaki derin anlam yitimidir. Bununla insanlık kaybetmiştir.

Kapitalist uygarlıkla hesaplaşmak

MITOS 2Kadını kendisi için bir varlık olma, tanım bulma gerçekliğinden uzaklaştıran tüm yöntem ve yaklaşımlara karşı olmak, bunun için de kapitalist modernite çağı ve devletçi uygarlıkla hesaplaşmak biz kadınlar açısından da elzemdir. Jineoloji kadın bilimi olarak, kadın için bir varlık tanımı yaptığında elbette ki bugüne kadar kullanılan yol ve yöntemleri tahlil edecek, doğru ve yanlışı birbirinden ayıklayarak, sahiplenilmesi gereken mirasa sahip çıkacak, ret etmesi gerekeni de kesinlikle ret ederek hakikatin kapılarını açmayı hedefleyecektir.

Mitoloji-din-felsefe ve bilim, hakikat arayışçılarının kullandığı yöntemlerdir. Bu yöntem ve düşünsel evrelerin yanlış uygulamalarına karşı olmak, tümden bu yöntemlere karşı olma, ret etme ya da inkar etme anlamına gelmemelidir. Ataerkil zihniyetin bu yöntemleri kadın karşısında kullanım biçimi oldukça kurnazca ve bilinçlicedir. Yöntem, hakikate ve anlama ulaşmak için değil de, iktidara-devlete ve onun zihniyeti olan ataerkilliğe hizmet için kullanılmaya başladığı andan itibaren, kadın etrafındaki çember daraltılmış, erkeğe göre tanımlama durumu başlatılmıştır. Kürt Halk Önderi A. Öcalan’ın da dediği gibi “Yaşamı bu seçenekler dışında yaşamak düşünülmediği gibi, sorunlar yumağının bu seçeneklerden kaynaklandığı gibi bir ironi de inkar edilemez. Yani ne onsuz olunur, ne onunla olunur ikilemi söz konusudur.”

Hakikatin ters yüz edilmesi

MITOS 5Bu noktada ikilemleri kabul etmek, bu ikilem çatışmalarının yarattığı sinerjiyi değişimin ana eksenine oturtup, zıtlaştırmadan, yıkıcılık ve kaosu engelleyen bir yaklaşımı benimseme gereği vardır. Toplumsallığın esnek zekası ile kadın etrafında şekillendirilen ideolojik-kurgusal algı ve kurumlaşmalar ancak bu şekilde parçalanabilir.

Hiçbir şeyin yoktan var olmayacağı ve varken de yok almayacağı bilinen bir gerçektir artık. Doğadaki evrim yasası gereği aşamasal ilerlemelerde bir sonraki aşama bir öncekini zenginleşmenin, çoğalmanın bir parçası olarak kapsar ve korur. Doğa adeta yok ederek ilerleme ve çoğalma sağlayamayacağını biliyor gibi hareket eder. Birinci Doğa olarak tanımlanan insan toplumu dışındaki tüm doğa, bugün küçümsenip hükmettiğimiz doğa bu kadar dengeli ve adil iken; İkinci Doğa olarak adlandırılan insan toplumu bu adaletli evrim ilkesini ne kadar işletebilmiştir?

Hakikati bu kadar ters yüz etmede devletli uygarlığın eril zihniyeti mitolojik ve dinsel yöntemi nasıl kullandı? “Dişil kültürün direnişi” bu yöntemler içerisinde devamını nasıl sağladı? Kadın açısından birinci ve ikinci cinsel kırılmanın yaşandığı dönemin mitolojik ve dinsel yöntemin artık ataerkil zihniyet için kullanılmaya başlandığı sürece denk gelmediği unutulmadan; artı ve eksileri en doğru haliyle nasıl belirlenebilir? Feminist hareketin bu konudaki öngörüleri; bu iki yönteme yaklaşım biçimi; “Dişil kültürün direnişine” ne katmıştır? Jineoloji bütün bu sorulardan yola çıkarak bu süreç ve yöntemlerinden hangilerini ayıklayacak ve neyi miras alacak? Sorular daha da çoğaltılabilir, fakat sorular kadar cevaplarımızın da çoğalarak arayışa güç katması gerekir.

Her söylence bir hakikati anlatır

MITOS 8 - DEMETER20. yüzyılın ikinci yarısında Mezopotamya merkezli arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bulgular ilk olarak kadın eksenli bir toplumsallaşma sürecinin yaşandığını kanıtlanmıştır. Neolitik dönem olarak adlandırılan bu dönem kadın etrafında toplumsallaşmanın yaşandığı ve bu toplumsallaşma ile kadının kimlik ve kişilik kazandığını göstermiştir. Her olgunun varoluş biçimi aynı zamanda onun hakikat kazanmış, anlam gücüne kavuşmuş halidir. “Neolitik devrim” diye tanımlanan insanlığın bu ilk devriminin birikimleri mitsel ve dinsel algıyı geliştirerek, zihinsel düşünsel ilerlemeye kaynaklık etmiştir. G.R Taylor, “Kadınların toplumsal konumuyla ilgili sınırlamalarda atılan ilk adım dinsel işlevleri onların tekelinden çıkarmak olmuştur” der. Bu tespit ışığında kadının tarihsel gelişim seyrine baktığımızda mitolojik söylencelere, Sümer tabletlerine, arkeolojik buluntulardaki heykel, duvar resimleri vb. kadar gidip tarihi yeniden-yeniden ele almak, yorumlamak gerekliliği ortaya çıkıyor.

Bilinci ve inancı içeren ilk düşünme biçimi; insanlığın, toplumsallığın kendine, doğaya, evrene anlam verme arayışının da ilk kök hücresi mahiyetindedir. Ve bu arayış tohum eken, hayvan evcilleştiren kadın etrafında olmuştur. Tarımın keşfi ve kadının doğurganlığı birbiriyle bağlantılandırılarak, kadın ve toprak kutsanmış, kendilerine iman edilmiştir. Sihir ve büyü ile iç içe dinsel bir itibarı olmuştur kadınların. Toprak Ana kavramsallaştırması bu döneme denk gelmektedir. Kadın hem çocuk doğurduğu, hem de bitkileri yetiştirmede oynadığı rol itibariyle bitki doğurtan olduğu için bir tür yaratıcı misyon kazanıp kutsanıyor. Ana Tanrıça’da somutlaşan inanç biçimidir bu. Bu inanç biçiminin temel özelliği animistik olmasıdır. Doğada canlı-cansız ayrımı yoktur. Her şeyin bir ruhu vardır. Her şeye bir ruh atfetmek tüm doğayı canlı kabul etmek demektir. Bu anlamlandırma biçiminin yaratacağı toplumsallık, kültürel ve davranışsal kodlamalar elbette ki oldukça farklı olmak durumundadır. Sümer tabletlerinde mitos ve söylencelerin, hemen hemen tümünde Ana-tanrıça tapınışının güçlü yansımaları söz konusudur. Elbette ki böylesi bir yansıma binlerce yıllık bir toplumsal zemin ve birikime dayanmaktadır. Denilebilir ki bu söylencenin her biri bir hakikati anlatır.

Anımsayışlara ihtiyacımız var

MITOS-

Mitoslardaki anlatım bizim bildiğimiz anlatım ve izahlardan farklıdır. Yer yer abartılı ve çocuksudur. Fakat bütün bunlara rağmen mitosların inançsal bir bağlayıcılıkta olduğu ve toplumsal gücünü buradan aldıkları anlaşılmaktadır. Abdullah Öcalan bu çağa “insanlığın çocukluk aşaması” demektedir. Çocukluk çağı bir insan açısından da ele alındığında öğrenmeye, keşfetmeye en müsait, hesapsız ve duru çağıdır. Mitolojik çağ da insanlık tarihi açısından böylesi bir anlam taşır.

Mitolojik söylenceler neolotik dönemin zihinsel algısını yansıtmaları itibariyle oldukça önemlidirler. İnsanlık en uzun dönemini bu söylencelerle geçirmiştir. Bu kadar uzun bir dönemi anlayabilmemiz ve günümüzü daha sağlıklı yorumlayabilmemiz için bu söylence ve mitoslar, yazılı tarihin bir parçası haline getirilmek durumundadır. Mitolojik söylence ve destanların yorumu kadın şahsında tüm ötekilerin tarihinin açığa çıkarılmasında ciddi bir rol oynayacaktır. Diğer türlüsü Hegel’in bize tavsiye ettiği ve günümüze kadar da baskın olan düşünceyi esas almış oluruz ki, bu da oldukça tehlikeli sonuçlar yaratmaya devam etmek demektir. Şöyle diyor Hegel, “Efsaneler, halk hikayeleri tarih anlatımının dışında kalmalıdır. Çünkü, bunlar zihinleri yarı uyanık uluslara aitir.”

Yazılı tarih dışında kalan dönem kendini mitos, efsane, söylencelerde sürdürmüştür. Hegel esas alındığında bir süreçler yokmuş gibi davranılacaktır. Neticede son yıllara kadar yaşanan tam da buydu. Bu yaklaşımdan en büyük zararı gören kadınlar olmuştur. Burada Hannah Arendt’e kulak vermek gerekir, şöyle diyor Hannah, “Tarihin efsanevi açıklamaları, olguların ve gerçek olayların geçikmiş düzeltimleri olarak hizmet görmüştür. Buna kesinlikle ihtiyaç vardır… Efsaneler sadece insanlığın ilk anıları arasında yer almakla kalmazlar, fiilen insanlık tarihinin gerçek başlangıcıdırlar. Olguların gerçek anlamlarını ifade eden efsaneler gerçeklerin ötesinde bir hakikat, anıların ötesinde bir anımsayış sunmuşlardır.”

Biz kadınların “gerçek budur” diyerek bize dayatılanın ötesinde bir hakikat ve anımsayışa ihtiyacımız var. Tıpkı yıllar önce M.Stone’nın ‘Tanrılar Kadınken’ adlı kitabından bize seslendiği gibi; “Dinlerde tan ağarırken, tanrı kadındı, anımsıyor musunuz?”

*Jineoloji Tartışmaları kitabı