Karanlıktan medet umanlar

- Hêja ZERYA
70 views
AKP-MHP faşizminin gerilla ve özgürlük mücadelesine gönül verenlerin son yolculuklarını ve toprağa verilmelerini şiddet kullanarak gece karanlığına mecbur kılması bu halkın hiçbir zaman affedemeyeceği ve mutlaka mücadele gerekçesine dönüştüreceği bir politikadır. Çağı ve insanlığı aydınlatanlar asla karanlığa gömülmezler, esas karanlığa gömülenler ve tarihin çöp sepetine atılanlar zorbalar, halk ve insanlık düşmanlarıdır. 

Uzun süredir üzerinde düşündüğüm ve yazmak istediğim, ama neresinden tutup nasıl değerlendirebileceğim konusunda biraz da zorlandığım bir konuyu ele alacağım. Hangi gerilla cenazesi ile başladığını tam hatırlamamayı kendime yediremesem de, son yıllarda AKP-MHP faşizminin gerilla ve özgürlük mücadelesine gönül verenlerin son yolculuklarını ve toprağa verilmelerini şiddet kullanarak gece karanlığına mecbur kılması bu halkın hiçbir zaman affedemeyeceği ve mutlaka mücadele gerekçesine dönüştüreceği bir politikadır. Karanlığa mahkum olan özgürlük sevdalıları değil, TC ve karanlık politikalarıdır. Çağı ve insanlığı aydınlatanlar asla karanlığa gömülmezler, esas karanlığa gömülenler ve tarihin çöp sepetine atılanlar zorbalar, halk ve insanlık düşmanlarıdır. Bu, şiddet yüklü siyaset aydınlıktan korkan faşizmin kendini deşifre ettiği, korkusuna boğulduğu, öldürerek ayakta kalma siyasetini görünmez kılma uğraşıdır. Kör zindanlar, kör hücreler, gece cenaze törenleri ile ayakta kalmaktan medet umanların sonu yakın demektir. Güneş balçıkla sıvanmadığı gibi karanlığın aydınlığa galebe çalması da mümkün değildir.

Ortadoğu’nun ‘mezar bekçiliği’

Osmanlı İmparatorluğu gericileşen, çürümeye yüz tutan iktidarcı İslam ideolojisi, siyaseti ve sisteminin Ortadoğu’da bekçiliğini yapan bir devlettir. Önder Apo Sümer Rahip Devleti’nden Halk Cumhuriyetine Doğru Savunması’nın 1. cildinde bu gerçekliği “Ortadoğu’da ‘mezar bekçiliği’” olarak tanımlamıştır. Dinciliği esas siyaset belleyerek dünyayı zapt etmek isteyen büyük feodal imparatorlukların birer birer yıkıldığı bir dönemdir. Bu yüzden sistem çökünce Osmanlı da çökmüştür. TC de ulus-devlet ve kapitalist sistemin çöküş aşamasında, ilk dünya savaşına neden olan büyük krizin ürünü olarak peydahlanan bir devlettir. 

Yabancılaşmanın geleneği

Çöken sistemi Ortadoğu’da ayakta tutmanın en organize girişimidir, diyebiliriz. Osmanlı ve iktidarını sürdürenler ne kadar Türkmen’i temsil etmişse TC de o kadar “Türk”ü temsil etmiştir. Osmanlı saraylarını idare edenlerle TC’yi irade edenler arasında büyük bir benzerlik, köklü bir gelenek uyuşması vardır. Halklara ve insanlığa yabancılaşmanın her tür siyasetini güden bir gelenektir bu. Kardeş, baba veya oğul katlinden tutalım, farklı halklardan kadınların cariyeleştirilmesi, erkeklerin yeniçerileştirilmesi ve bunlar etrafında örülen iktidar-iktidarsızlaştırma/karı-karılaştırma siyasetinin ürünü bir gelenektir bu. Uğruna ölümcül savaşlar verilen hakikat açığa çıkarıldığında hiçbirinin İslam ve “Türk”lükle alakasının olmadığı görülmekte, bunu birçok tarihçi ve hakikat arayışçısı kanıtlarıyla insanlığın önüne sermektedir.

Güzellikten, iyilik ve doğruluktan korku

Farklı halklar ve inançlara karşı iktidarcı İslam’ın ve Türkçülüğün en yıkıcı, yok edici, soykırım makinesi olarak kurgulanan bir devlet geleneği ile karşı karşıyayız. Kendi halkına ve soyuna düşman bir devlet geleneği-sistemi başka halklara ne yapmaz ki! Mezar bekçiliği demek, bu coğrafyada yaşayan ve binlerce yıllık tarihe, kültüre, geleneğe, emeğe sahip halkların ve inançların kıyımı ve katliamı demektir. Mezar bekçiliği demek, bu kıyımı kurgulayan hegemonik güçlerin piyonu rolünden öte bir durumu ifade etmemektedir. Varlığı savaş, yıkım, katliam ve yok etme üzerine inşa edilmiş bir gerçeği ifade etmektedir. Bugün insanından ağacına, dağından taşına, yaşam kaynağı suyuna, bu coğrafyanın en güzel renklerinden pêzkovîsine düşman gözü dönmüş şiddet mekanizmasından ibaret olmak demektir. İyilik, doğruluk, güzellikten ve bunları yaşam gerekçesine dönüştürenlerden büyük korku demektir. Kültürünü, kimliğini, özgürlüğünü korumak ve yaşatmak isteyenlerden korku demektir.

Aydınlığı engelleyemezler

Özgürlük ve ışık sevdalılarını karanlıkta gömdürme şiddet yüklü soykırım sistemi ve siyasetinin ayyuka çıkmış biçimidir. Devletli uygarlık sistemi ve siyasetinin kendi korkularını karanlığa gömme fuzûli uğraşından başka bir şey değildir. Ama bilinir ki, karanlığa gömülen her korku giderek daha fazla büyüyerek kabusa dönüşür, daha büyük belaların vesilesi olur. Gözü dönmüş faşizm saldırılarının nedeni bu olsa gerek. Kendini aydınlatan ve aydınlanan insan ve insanlığı hiçbir güç karanlığa hapsedememiştir. Kendi çukurunda, bataklığında debelenenlerin daha fazla çukura ve batağa batmasından başka bir anlam ifade etmez. Omuzlarda taşınan, Jin Jiyan Azadî devriminin yolcuları yolunu tutmuş ve sonsuzluğu-sınırsızlığı yakalamış öncülerdir. İnsanlığı karanlığa boğarak anlamsızlaştırmak, kimliksiz, kültürsüz, özgürlüksüz, aşksız bırakmak isteyen karanlık güçleri kendi karanlığına mahkum etmişlerdir. Komplo ve mutlaklaştırılmış tecrit-mezar siyaseti ile insanlığı aydınlatmanın, çağın temel sorunlarına çözüm üreten insanlık paradigmasını geliştirmenin önüne geçemeyen devletli sistem, Önder Apo’nun ve Kürt halkının insanlığın aydınlık yüzünü temsil etmesini engelleyememiş ve engelleyemeyecektir. Önder Apo ve Kürt halkının direnişi kültürleştiren, özgür yaşam kültürüne dönüştüren yiğit evlatları tarihin aydınlık yüzünü temsil etmektedir. Karanlık yüzünü ise komplocu, kurnaz, sömürgeci, tecavüzcü erkek-devlet sistemi ve zihniyeti oluşturmaktadır. Bu yüzden tarihi hep direnenler yazmış, karşısındaki katliamcı güçler lanetlenerek Kara Kitap’ta yerini almıştır. Günü geldiğinde, koşulları oluştuğunda cezasını bulmuştur.