Komplolar gerçeğiyle yüzleşmek

- Rûşen Samsat
40 views
16. yüzyıldaki sistemin, özelde Avrupa özgülünde yaşanan krizlerine bir çözüm olarak geliştirdiği ulus-devlet, adeta dönemin yeni dünya düzeninin inşası olarak kapitalist sisteme yeni ve oldukça kullanışlı bir ideolojik ve siyasi çerçeve kazandırdı.

Ulus-devletin “resmi-meşru” egemen statüsünün, kapitalist sisteme üç yüz yılı aşkın bir sürede kazandırdıklarını ve hegemon sistemin ömrünü uzattığını ne kadar irdelesek azdır. Ulus-devlet inşaları başta Avrupa halklarını, etnik yapıları, kadınları, dilleri, mezhepsel yaşam formları ve ruhunu ezip geçti. Ulus-devletin iştahlı ve ihtişamlı egemenliği pamuk eldiven içindeki demir yumrukla inşa edildi. Avrupa halkları, kültürleri, özellikle kadınları yüzyıllar sonra bile bu gerçekliğin acaba ne kadar farkında? Ulus-devlet adına milyonlarca kurban verildi, kara-faşizmi en koyusundan yaşadı ve yaşattı oysa!

Britanya öncülüğünde sisteme entegre

Üç yüzyıl aradan sonra kapitalist modernitenin küresel sistem krizini en derinden yaşadığı, emperyalist paylaşım ile bunu aşmaya çalıştığı 20. yüzyıl başında yeniden ve belki de tarihin en büyük hegemon sistem inşalarından birisi Britanya İmparatorluğu öncülüğünde Ortadoğu’da gerçekleştirildi. Son iki yüzyılda kürenin hiçbir coğrafyasında bu boyutlarda ve bu denli kanlı bir egemenlik sistemi inşa edilmedi. Yoksa kapitalist sistem açısından o güne kadar ideolojik-kültürel-siyasi ve ekonomik açıdan kapalı ve bir türlü yutulamayan Ortadoğu; yüzyıllara dayanan geniş toprakları içine alan ve az-çok gevşek yapısıyla merkezileşmesi çok da mümkün olmayan imparatorluklarıyla kapitalist sisteme bu biçimiyle ve hızla entegre olamazdı. Zaten alabildiğine zayıflamış olan Osmanlı İmparatorluğu yıkılarak, egemen olduğu coğrafya yeni baştan dizayn edildi. Halklar, kültürel-etnik yapılar adeta ameliyat masasında “ulus-devlet inşası” adına parçalara bölündü. Her parçası söz konusu uluslararası hegemon güçler -esasta Britanya ve Fransa- arasında bölüşüldü. Sykes-Picot adı verilen gizli kapılar ardında yapılan anlaşmayla Arap halkları 22 ulus devlete, Kürt halkı Türkiye-İran-Irak ve Suriye arasında dörde bölündü. 

Etkisi yüzyıllara yayılacak tarihsel komplo 

Bu, kesinlikle Ortadoğu halklarına karşı derin ve parçalayıcı, etkileri yüzyıllara yayılacak tarihsel bir komplodur. Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan arta kalan Anadolu parçasında bir ulus-devlet halinde kalabilmesi, kesinlikle kurucusu K. Atatürk’ün ilk başlardaki Kürt halkıyla stratejik ittifak çabaları ve henüz genç Sovyetler’le ilişki ve güç dengeleri arasında kendisini konumlandırmasıyla mümkün olabilmiştir. Buna zemin oluşturan en önemli gerçeklik ise; uluslararası hegemonyanın orta vadede Türkiye ulus-devletine bir “proto İsrail” olarak Ortadoğu’da yer vermesi ve Sovyet blokuna karşı jandarmalık rolünün atfedilmesidir. Daha sonraki bütün süreçlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet sistemine entegre edilmesi ve jeo-stratejik bir konum kazanması, bu rolü ile mümkün olabilmiştir. NATO’ya girişi bile İsrail’i tanıması karşılığında kabul görmüştür. İsrail’i bölgede ilk tanıyan ülke de TC’dir. 

Ulus-devlet cenderesi anlaşılmadıkça

Ortadoğu’daki bu sinsi ve şeytani parçalama-birbirine kırdırma ve yönetme sisteminin stratejik aklı Britanya’dır. Britanya, bütün sömürge stratejilerini kendinde biriktirmiş, en sofistike, en büyük sömürgeci aklın kümelenmiş halidir. Hiçbir güç bu konuda onun eline su dökemez. Ortadoğu halklarının bunu derinden bilince çıkarması lazım. Ortadoğu halklarına öyle bir tuzak kurulmuştur ki; birbirini boğazlama, sürekli savaş haliyle büyük zenginlik içerisinde perişan bir yoksulluk, sürekli talan, her açıdan çölleşmeye mahkum edilmiş, tarihin en zengin ve en eski kültürel eko-sistemi olmasına rağmen, kültürel soykırım politikaları ile adeta halklar mezarlığına dönüştürülmüştür. Bu dehşetli ulus-devlet cenderesi anlaşılmadıkça, aşılmadıkça Ortadoğu ve kadim halkları asla kendine gelemeyecektir. Bu gerçekliğe rağmen, hala ulus-devlet tuzağını görememe, ulus-devleti kutsama ve vahşi sistemin Ortadoğu’ya zora dayalı olarak aşıladığı Batı zihniyetini, oryantalizmi ve pozitivist  zihniyeti kırmamak, milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik tuzaklarını aşamamak Kürtler, Türkler, Farslar, Araplar için, özellikle de “aydınları” için en büyük çıkmazlardan birisidir. Bu derin gerçekliğin görülmemesi, aşılamaması; acılarla dolu tarihin, öfkenin ve özgür yaşam arayışının ve tutkusunun Ortadoğu’da bu denli sahipsiz kalması, Ortadoğu halklarının bir türlü özgürlük çıkışını yapamaması, Ortadoğu gerçekliğinin edebiyata, şiire, resme; kısacası sanata dökülememesinin de en büyük nedenidir.

Krizler, sistemin bitişinin işaretleri

Bu anlamda genelde ve özelde Ortadoğu özgülünde komplolar tarihi ve sonuçları ile daha cesurca yüzleşmek lazım. Özellikle de Ortadoğu’da yine yeniden bir uluslararası denge ve sistem inşa edilmek istendiği günümüz gerçekliğinde, artık daha net bir şekilde açığa çıkan bu yaşanan alt-üst oluşun, kışkırtılan savaşların ve oluşturulmak istenen sistemin anlaşılması çok hayati bir önemdedir. Bu bağlamda 9 Ekim 1998-15 Şubat 1999 tarihleri arasında organize edilen uluslararası komplo özünde neydi? Neden ve nasıl gerçekleştirildi? Bununla neyin yolu açılmak istendi?
Bu kadar hegemon gücün ortaklaştığı ve ortak uluslararası bir koordinasyon halinde gerçekleştirdiği başka bir komplo yok gibi. Küresel sermayenin statükocu ulus-devletlerin ekonomik-siyasi sınırlarına çarparak küreselleşemediği, yeni bir düzleme sıçrama yapamadığı, akışını sağlayamadığı bir ortamda diktatörlüğe dönüşen bölge ulus-devletleri uluslararası hegemon sistem açısından ciddi bir varlık sorununa dönüştü. 

Komplo Ortadoğu’ya müdahalenin adımıydı

’90’lardan beri bu kriz derinleşerek büyüdü. 2000’lerle birlikte Ortadoğu’da uluslararası sistemin krizi aşmak için geliştirmeye çalıştığı ‘değişim’ projeleri, bölge ulus-devlet yapıları ile derin bir uyuşmazlığa sürüklendi. 15 Şubat Rêber Apo’ya yönelik uluslararası komplo, 11 Eylül 2001 New York’taki Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelere yönelik saldırı, 2003 Irak işgali ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi, Güney Kürdistan federe Kürt oluşumunun uzun hazırlıklar sonrası kuruluşu, Afganistan işgali, Arap ayaklanmaları; Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi ve Libya’nın parçalanması; DAİŞ, İhvan, El Kaide adı altında siyasal cihadist çete yapılarının bir çırpıda yükselişi, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı tasfiye amaçlı topyekün savaşın uluslararası hegemon güçlerin desteği ile tam bir Türk-Kürt savaşına dönüştürülmesi vb. 2020’lere kadar gelen kaos, hem uluslararası sistemin yaşadığı derin krizleri ve hem de geçen yüzyılın Ortadoğu sisteminin bitişini ortaya koyan gelişmelerdir. 15 Şubat uluslararası komplosunu bu anlamda uluslararası hegemon güçlerin, bölgede olası alternatif özgürlükçü sistemlerin gelişiminin önünün alınması, bunun için halklar arası boğazlaşmanın daha da derinleştirilmesinin dayatılması olarak değerlendirmek gerekir. Komployu sadece Kürt Özgürlük Hareketi ve Önderliğine karşı bir saldırı olarak görmemek önemlidir. Ortadoğu’ya köklü bir müdahale, kaos ve savaş ile bölgeyi müdahalelere açık hale getirme, güç ilişkisi ve dengelerini yeniden dizayn etmenin temel adımıdır. Önderliğin esaret altına alınması ile hem Türk-Kürt savaşı derinleştirilecek, her türlü özgürlük ve alternatif sistem arayışı ve mücadelesi bir şekilde tasfiye edilecek, Kürdistan’ı sömürgeleştiren Türkiye, Irak, Suriye ve İran ulus-devlet yapıları yıkılacaktı. Bu durum aynı zamanda yeni kapitalist hegemon sistemin oluşturulmasının zeminini açığa çıkaracaktı. Özellikle İbrahimi Anlaşma’yla birlikte (İbrahim-Abraham anlaşmaları, 2020 yılı son çeyreğinde İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn arasında yapılan bir dizi anlaşma) İsrail-Arap ittifakına dayalı olarak ABD-İngiltere ve İsrail hegemon çekirdeği etrafında artık uluslararası hegemon sistemin ayakta tutamadığı Sykes Picot anlaşmasına dayalı ulus-devlet yapıları yerine, bölgenin yeni güç dengeleri ve daha da küçük parçalara bölünmüş, zayıf devletçiklerin oluşturulması temelinde  dizayn edilmesi hedeflendi. 

Yeni paradigma ile başka bir Ortadoğu mümkün

Bu son çeyrek yüzyıldır bölgede yaşanan çarpıcı ve sarsıcı gelişmelere bir bütün halinde baktığımızda başta Önderliğimizin komplo karşısında geliştirdiği demokratik-ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı paradigması ile ulus-devletçi zihniyetten kopuş, Ortadoğu’da demokratik konfederal sisteme dayalı çözüm perspektifi, kadın özgürlüğüne dayalı demokratik dönüşüm ve aydınlanma temelinde köklü bir alternatif paradigmanın çıkışını görüyoruz. Önder Apo, bunu “3. Doğuş” diye tanımladı. Bununla milliyetçilik ve devletçiliğe dayalı paradigma ile halkların birbirine kırdırılmasının önü alındı, ama daha da önemlisi uluslararası sistemin dayattığı hegemonyaya karşı alternatif demokratik ve özgürlükçü bir çözümün önü açıldı. Önderliğin yeni paradigması ile Kürt Özgürlük Hareketi çok köklü bir değişim yaşadı, son çeyrek yüzyılda bölgede yaşanan kriz ve kaoslardan güçlenerek, önemli kazanımlarla çıkabildi. Bölgede kendi özgücüne dayalı olarak, kendi öz savunmasını geliştirdi, bölgenin temel sorunlarının çözümünde siyasal-toplumsal aktör olduğunu ortaya koydu. Kürtlerin Ortadoğu şekillenmesinde en demokratik ve özgürlükçü bir güç olarak önemli bir rol oynadığını-oynayacağını gösterdi. Bütün dünyaya başka bir yaşam umudunun ve halkların alternatif sistem çözümünün var olduğunu ortaya koydu.

Son yüzyıldan öncesi de var

Hem bölge devletleri ve hem de uluslararası hegemon güçler, bunu gözardı ederek bölgeyi yeniden yüzyıllık savaşlara sürükleyecek tek taraflı çözümler geliştiremezler. Bütün yeni ilişki ve güç dengelerinde halkların, kadınların, etnik yapıların, kültürlerin ve bütün bunların demokratik sistem çözümünü ve demokratikleştirici gücünü görmek zorundadır. Bir şekilde bunlarla mücadele etse bile, bunları gözardı edemeyecektir. Bu gerçekliği gözardı eden her türlü sistem inşası ve çözüm arayışı, bu demokratik seçeneğe çarpacaktır. Halkların etnik-dinsel ve kültürel farklılıkların birlikte yaşadığı tarihsel toplumsal kökler, kültürel damar geçen yüzyıllık süreçte zayıflamış ya da darbe almış olabilir. Nihayet bölgede milliyetçilik, mezhepçilik, cinsiyetçilik en gerici bir şekilde yaşanmaktadır. Fakat Ortadoğu son yüzyıldan ibaret değildir. Özünde Ortadoğu halkları tarihsel olarak aşiretler arası, etnik yapılar, kültürler ve diller arası ortak yaşam sistemlerini örmüşlerdir. Kobanê’de yüzyıllardır Arap göçebe aşiretleri ile Kürt göçebe aşiretleri arasında yârenlik-yeğenlik ilişkisi devam etmektedir. Bunun gibi sayısız örnek var. Halep bir Arap-Türk ya da Kürt şehri midir? Bir kültürel mozaiktir; tam bir Ortadoğu şehridir, üstelik en eskilerden bir ticaret, kültür merkezidir. Bu bağlamda demokratik konfederal sistemin en çarpıcı ruhunu; Tişrîn’de Arap-Kürt-Türkmen ve Süryani halklarının kırılamayan ortak direnişinde görebiliyoruz!