Özgüç ile özgür geleceğe

656 views

Pek çok aşamadan geçmiş olan Kürt Kadın Hareketi deneyiminde belirleyici bir faktör olan “öz, özerk, özgüç, kendin olma” MANSET=durumu empowerment’in “öz güçlenme, otonom ve irade sahibi” olma tanımıyla birebir örtüşmektedir. Şimdi esas olan dünyanın her yerinde ezilen kadınların ve halkların öz örgütlü gücünü geliştirmesi, gücünü birleştirmesi ve devrimi an’a taşımasıdır.

Kelime anlamı “güçlenme”, “otonom ve öz iradeyi güçlendirme” olarak açıklanabilecek olan empowerment kavramı özellikle feminist literatürde, sosyal hareket teorileri alanında, günümüzde sosyal çalışma alanlarında oldukça geçerliliği olan bir kavram.

Empowerment konseptinin güç ilişkileri ve cinsiyet bağlamında ele alınışını irdeleyecek olan bu yazı hem empowerment’in tarihsel gelişimine ışık tutacak, hem de günümüz kadın hareketi mücadelesinde empowerment’in bir konsept olarak nasıl bir rolü olduğunu Kürt Kadın Hareketi’nin Jineoloji tartışmaları çerçevesinde değerlendirmeye çalışacaktır.

Empowerment-disempowerment

İngilizce bir kavram olan “empowerment”, “power” (güç) kelimesinden türetilmiştir. To empower birini güçlendirme, birine güç verme anlamına gelirken, to be empowered güçlenme, irade sahibi olma anlamında kullanılır. Empowermenti daha çok ikinci tanımdan yola çıkarak ele alan anlayışa göre empowerment -özne- ‘olma durumu’na işaret eder ve devamlılığı olan bir süreci ifade eder. Bu anlamda “güç” kavramı empowerment içerisinde merkezi bir role sahiptir ve bütün tanımlamaların ana merkezine gücü elde etme biçimi ve kullanma yetisi oturtulur. Kuşkusuz ki gücü ele alma biçimi empowerment’in karakterini belirleyen en önemli unsurdur; zira empowerment bir yandan bir tarafı güçlendirirken, disempowerment başka bir tarafın güçten düşürülmesi anlamında kullanılır ve burada şartlar, koşullar ve amaçlar belirleyici olmaya başlar. Bir başka ifadeyle mücadelenin amacı ve yöntemi gücün de karakterini ortaya koyacaktır.

Bu açıdan empowermenti çerçevesi somut olarak netleşmiş bir teori olarak ele almaktan ziyade felsefik, politik ve ideolojik bir yaşam pratiği, duruşu ve stratejisi olarak değerlendirmek bu kavrama tarihsel açıdan hakkını vermek anlamına gelecektir. Bu kavramın kesin bir tanımı olmamakla birlikte bu alanda çalışan araştırmacıların ortaklaştığı belli bir tanım çerçevesi mevcuttur. Buna göre empowerment bireysel ve kolektif öz güçlenme sürecini tanımlar. Bu süreçte dezavantajlı konumdaki, toplumdan sınırlandırılmış “öteki”lerin özne olmaya geçiş durumu söz konusuyken, öte yandan iradelerini ele alma süreçleri, potansiyellerinin ve güçlerinin farkına varmaları ve bireysel-kolektif kaynaklarını kendi yaşamlarını idame etmek için  kullanmayı öğrenmeleri esastır.

Tarihsel gelişim

rosaparks122wayYukarıda ele alınan tanım empowermentin tarihsel gelişiminin ezilenlerin zulme ve baskıya karşı başkaldırı, örgütlenme ve öz güçlenme süreçleriyle örtüştüğünü göstermektedir. Kökeni 19.yy. Avrupası endüstri devrimi sürecine kadar uzanan empowerment çalışmaları ilk kez Barbara Solomon’un 1976’da Amerika’da yayınlanan “Black Empowerment” kitabı ile kavramsallaştırılır. Empowerment Yurttaş (sivil) Hakları Hareketi, siyahi hareket ve feminist harekette, radikal-politik toplum çalışmalarında ve son olarak günümüzde sosyal alan çalışmalarında kendisini devam ettiren bir gelenek olarak en fazla etkisini sosyal hareketler bağlamında bağımsızlık ve özgürlük hareketleri üzerinde hissettirmiştir.

Siyah Afrika ülkelerinin bağımsızlık hareketlerinin devrimci ideolojilerden etkilenerek sömürgecilere karşı politik arenada karşı güç biçiminde örgütlenerek, kaynaklarının sömürülmesine, kültürel ve sosyal bağımlılığa, ekonomik çökertmeye ve politik haklardan mahrum bırakılmaya karşı (Gandhi’nin “Özgürlük Çağrı”sı) yürüttükleri mücadele, başarılı direniş yöntemleri ve araçları sınırları aşan bir etkiye kavuşmuştur. Amerika’da Sivil Haklar Hareketi ilhamını siyah Afrika’nın direnişinden almıştır. Irkçı, ayrımcı politikaya ve onun gündelik yansımasına, eşitsiz iş koşullarına ve asgari ücrete karşı yürütülen mücadele, kolektif ve örgütlü siyahi bilincin ilk yansımasıdır. 1950’lerden itibaren Martin Luther King öncülüğünde gelişen “siyahi ulus”un politik bilinci iki strateji üzerinden kendisini örgütler: İlki “şiddetsiz direniş”, sivil itaatsizlik biçiminde gelişen belediye ve kamu binalarının işgali, boykot çağrıları, oturma eylemi gibi ırkçı, eşitsiz ve ayrımcı politikaları kırmayı ve teşhir etmeyi esas alan eylemlikler; ikincisi de sivil hakları hareketi aktivistleri ve daha sonra öğrencilerin de katılım gösterdiği “aydınlatıcı güçlendirme programları ve bilinçlendirme eğitimleri.” Bu çerçevede geliştirilen kampanyaların amacı ırkçılığa karşı örgütlü bir koalisyon oluşturmak, aktif ve pasif seçim hakkını desteklemek (60’lı yıllarda siyahi vatandaşlar seçme hakkı için yeterlik sınavından geçmek zorundalardı), alfabe kursları ve dengeleyici eğitim programları, vs. gibi destek programları ile siyahi yurttaşları dezavantajlı durumdan çıkarıp eşit yurttaş statüsüne kavuşturmaktır. Her iki strateji de toplumsal demokratik birlikte yaşamın kaynağının siyahi azınlığın tüm haklardan eşit biçimde pay alması ile mümkün olabileceği üzerinden geliştirilir. King eksenli bu stratejiye karşılık  Malcolm X ve Elijah Muhammed gibi siyahi öncüler demokratik entegrasyon fikrine karşı çıkıp  şiddetsiz direnişin yerine siyahi milliyetçilik çağrısı ile daha ayrılıkçı bir politika izlerler. Bu çerçevede politik motifli şiddet toplumsal dönüşümün bir aracı olarak meşru kılınır.

Her iki açıdan da bakılacak olursa sivil hakları hareketi ve siyahi özgürlük hareketi politik öz örgütlülük açısından ciddi bir empowerment pratiği sergiler: Dezavantajlı ve güçsüz konumdan sıyrılıp, kolektif öz örgütlülük içinde gücü eline alma, kendi dinamiğini oluşturma ve mücadele araçlarını -kendi öz kaynaklarından yola çıkarak- geliştirme siyahi hareketin başka özgürlük hareketlerine devrettiği bir mücadele deneyimidir.

Siyahi Feminist Hareketin doğuşu

Kuşkusuz ki feminist teorinin ve metodun -diğer pek çok bilimsel ve sosyal alana olduğu gibi- tarih yazımına da katkısı genel geçer kabul gören doğruları ters yüz etmesi, olay ve olgulara kadın perspektifinden bakmayı öğretmesi ve bunu alternatif bir okuma biçimine dönüştürmesi olmuştur. Yukarıda dile getirilen empowerment’e dair tespit ve belirlemeler alternatif bir okuma çerçevesinde ortaya konulmaya çalışılsa da, empowerment’in tarihsel gelişimini kadınların direnişinden bağımsız ele almak veya kadının bireysel ve kolektif örgütlülükte etkili gücünü görmezden gelmek tarihi çarpıtmaktan öteye bir amaca hizmet etmeyecektir. Bu da bize alternatifin alternatifi bir okumayı zorunlu kılar.

Siyahi feminist kadın hareketi, siyahi özgürlük hareketi ve Amerikan kadın hareketi’ne bir yanıt olarak doğar. Siyahi kadınlar hem egemen beyaz Amerikan halkının, hem beyaz feministlerin hem de siyahi erkeklerin baskılarına, yapısal ve fiziki şiddetine, cinsiyetçiliğine ve ırkçılığına maruz kalırlar. Siyah olmak, siyahi hareket ve siyah erkek algısı ile sınırlı iken, kadın olmak da, kadın hareketi ve beyaz kadınla özdeştir. Böylesi bir süreçte siyah kadın var olmayan, algılanmayan, görünmeyen bir pozisyondadır. Fakat siyahi kadınların hem sivil hareketin gelişiminde hem de genel olarak siyahi özgürlük hareketinin gelişimindeki aktivist ve dönüştürücü rolü çok belirgindir. Siyahi kadın hareketi içerisindeki kadınlar aynı zamanda siyahi özgürlük hareketi içerisindeki pek çok örgütün de içerisinde aktif olarak yer almakta, mücadele etmektedirler (Sivil Hakları Hareketi, Siyah Nasyonalizm, Black Panther, Nation of Islam gibi). Bu hareketlerin ortak özelliği siyahi erkekleri ve onların özgürlüğünü öncellemeleri, bu bağlamda özgürlük anlayışının merkezine siyahi erkekliği almalarıdır.

Sivil Haklar Hareketinde kadınlar

Sivil haklar hareketinin yarısından fazlasını kadınların oluşturduğu gerçeği onların bu hareket içerisindeki ikincil ve değersiz konumunu değiştirmez. Otobüste yerini beyaz bir erkeğe vermeyerek tarihe geçen Rosa Parks binlerce kahraman kadından sadece biridir. MUNNEVER-OZGUC2Siyahi hareket içerisinde eşiyle birlikte yer alan Parks seçim hakkı, cinsiyet eşitliği ve cinsel şiddet konularında faaliyet yürüten politik bir aktivisttir. Kadınların bu alandaki angajmanına karşılık o süreçte kadınların ırkçılıkla mücadeleyi cinsel sömürünün ve kadına yönelik şiddetin önünde tutması olağan ve beklenen bir tutumdur. Seçme hakkından kastedilenin sadece siyahi erkeklerin seçim hakkı olduğu, konuşma hakkının erkeklerle sınırlı kaldığı, kadınların erkeği destekleyen bir pozisyonda olması gerektiği siyahi hareketin genel kabul gören ölçülerindendir.

Batılı-beyaz feminist hareketin siyahi kadınlarla ilişkileniş biçimi, siyahi kadın hareketi tarafından çok yönlü eleştirilir. Siyahi kadınların tartışma gruplarına davet edilmemesi, siyah kotanın sadece siyahları ilgilendiren konularda işleve sokulması, sadece beyaz kadınların sorunlarının gündeme taşınması, seçme hakkı talebinin beyaz kadınlarla sınırlı kalması siyahi kadınların karşı karşıya kaldığı ırkçı yaklaşımlardan sadece birkaç tanesidir. Siyahi kadınları siyahi erkeklerle beyaz kadınlar arasında bir tercih yapmaya götüren bu süreç kadınların güç ve iradelerini ellerine alma kararı ile farklı bir yola evrilir.

Siyahi kadın hareketi içeriden ve dışarıdan ırkçı, cinsiyetçi ve sınıfsal ayrımcılığı bitirmek hedefiyle 1973’te “National Feminist Organisation”u kurar. “Irk”, “toplumsal cinsiyet” ve “sınıf” gibi (intersectional) baskı mekanizmalarının birbiriyle ilişkilenişini ve birbirleri üzerine etkilerini etraflıca irdeleyen siyahi kadın hareketi bugün postkolonyal feminizm dediğimiz feminist düşüncenin teorik temelini atar. Çeşitli düşünce akımlarının, farklı ırkçılık-patriyarka çözümlemelerinin etkisi ile zaman içerisinde farklı kollara ayrılan siyahi kadın hareketi “black women empowerment” ile siyahi kadınların özgüç ve öz  irade sahibi olmalarının sadece özgün siyahi  kadın (bilinçli bir biçimde ten rengine ve cinsiyete gönderme yaparak) örgütlülüğü ile gerçekleştirilebileceğini savunur.

Jineoloji tartışmaları ekseninde 

empowerment konsepti

Kadın Hareketleri Mücadelesi bizlere mücadelenin yöntem ve teorisini oluşturmada kadınların deneyimlerinin ve yaşadıkları pratiklerin belirleyici olduğunu gösterdi. Kadınlar yaşadıkları pratiklerden yola çıkarak dezavantajlı konumlarını kavramaya ve analiz etmeye çalışıyor; öte yandan mevcut baskı mekanizmalarına karşı mücadele stratejisini belirlerken özgün teorisini de ortaya koyuyor. Empowerment konsepti bağlamında kadınların farkındalığını ortaya çıkaran bu süreç aynı zamanda farklı dönemlerde ortaya çıkan ve gelişen kadın mücadelelerine ve dinamiklerine de ışık tutmaktadır. Jineoloji tartışmaları ekseninde kadının saklı tarihini ısrarla yeniden gün yüzüne çıkarma çabasının altında yatan neden bu direniş geleneğinin süreğenliğine ve birbirinden etkileşimlerine dair bilgiye olan ihtiyaçtır. Jineoloji bir yandan bu bilgiyi edinme ile ilgiliyken, öte yandan bu bilmeyi tüm kadınlara ve insanlığa mal etmenin, bu bilgi yoluyla toplumsal değişim ve dönüşümü sağlamanın çabası içerisindedir.

Kuşkusuz ki bu seviyeye gelene kadar pek çok aşamadan geçmiş olan Kürt Kadın Hareketi deneyiminde belirleyici bir faktör olan “öz, özerk, özgüç, kendin olma” durumu empowerment’in “öz güçlenme, otonom ve irade sahibi” olma tanımıyla birebir örtüşmektedir. Kürt Kadın Hareketi’nin mücadele deneyimi, geliştirdiği yöntem ve paradigmaları kendi özgücü ve dinamiği ekseninde gelişmiştir. Kürt Kadın Hareketi ataerkil sistemin, kapitalizmin tüm kadın karşıtı ideoloji ve politikalarına karşı, “öz” kaynaklarıyla kendisini donatarak mücadele stratejisini geliştirirken, “anti” bir pozisyon üzerinden kendisini tanımlamaz. Bu strateji aynı zamanda kadın mücadelesinin devamlılığına da bir göndermedir. Kadın ve cinsiyet sorununun çözümünü, özgürlük sonrasına bırakan tüm mücadelelerin ve devrimlerin düştüğü yanılgı, belki de kadın sorununu sonraya ötelemekten ziyade özgürlüğün son menzil olduğunu düşünmeleriydi. Canlı bir organizma olan toplumun zafer veya devrim yolu ile mutlak özgürlüğe kavuşmadığını, özellikle cins çelişkisi bağlamında mücadele süreçlerinin ve yeniden inşa süreçlerinin çok daha büyük bir savaşım gerektirdiğini yine aynı deneyimler bize gösterdi. Ezilen tek bir kadın, tek bir canlı (doğaya dair tüm canlılar) olduğu müddetçe özgür bir toplumdan bahsedilemeyeceği tespitinden yola çıkarak, empowerment çalışmalarının bireysel ve kolektif özgücü ortaya çıkarma dışında başka dezavantajlı konumdaki kişi ve grupları da gözeterek “evrensel” öz örgütlülüğü ve özsavunmayı geliştirme eksenli olması önemlidir.

Siyahi kadın hareketi mücadelesi kendi öz -siyah ve kadın- deneyimi ve “ırkçılık, toplumsal cinsiyet ve sınıf” kategorilerinin birbiriyle bağlantılı olarak kadınların sömürülmesinde etkisi olduğu tespiti ile evrensel bir boyut kazandı. Kürt Kadın Hareketi de -Kürt ve kadın- deneyimiyle patriyarka, toplumsal cinsiyet ve ulus-devlet milliyetçiliğinin kadınların sömürülmesi üzerindeki etkilerine yönelik tespitleri ve özsavunma eksenli mücadelesi ile evrensel bir boyut kazandı. Şimdi esas olan dünyanın her yerinde ezilen kadınların ve halkların birbirlerinin deneyiminden öğrenerek kendi öz örgütlü gücünü geliştirmesi, gücünü birleştirmesi ve devrimi an’a taşımasıdır.