Sen kendini anlat

- Haskar KIRMIZIGÜL
800 views

SARA - SAKINE 3Sakine Cansız (Sara) hakkında çok şey yazıldı, söylendi. PKK’nin ilk kuruluş kongresine katılan iki kadından biri olduğu anlatıldı. Diyarbakır 12 Nolu Askeri Cezaevi’nde ‘gestapo’ diye adlandırılan Esat Oktay Yıldıran’ın yüzüne tükürecek kadar cesur bir kadın olarak hafızalarda kaldı. PKK’de sadece şehit resimlerinin duvara asılması bir gelenek olduğu halde, cezaevinde iken Kürt Halk Önderi A.Öcalan’ın odasının duvarında O’nun resmi olduğu anlatıldı. Sara 55 yıllık ömrünün 38 yılını PKK ile geçirdi. Bu zaman diliminin 11 yılı Elazığ, Amed, Malatya, Amasya ve Çanakkale’de demir parmaklıklar ardında geçti. Destanın giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinde hep o vardır.  Sara’nın yaşamı kadının ‘yazılmayı bekleyen özgürlük tarihini’nin taslağıdır. Kürt kadın hareketinin tarihinin dönüm noktalarına bakarsanız eğer Sara’dan bir iz bulursunuz. Sara devrimin O’nu çağırmasını beklemeden, devrime koşan bir kadındı. Bir yandan ailesinin çevresinin nişanlı bir kızdan beklentileri, diğer yandan birkaç kez konuşma fırsatı bulduğu devrimcilerin vaad ettikleri özgür yaşam. Bu kaos döneminde o tüm olasılıklar içinden özgürlüğü seçti. Dersim’den yola çıkıp Apocuların izini sürmesi tam da bu nedenledir. Sara’nın kendini yarattığı bu an, Bingöl ve Elazığ’da yürüttüğü grup dönemi faaliyetleri ile başka kadınların yaratılış anlarına dönüştü. Şimdi bir hakikat olan ‘kadın devrimi’ o zamanlar bir ütopya idi. Sara bu hakikatin ilk yolcusuydu. PKK’nin kuruluş kongresine kadının özgün örgütlenmesi için bir program hazırlama fikriyle gitmişti. ‘Düşman kadınlar koğuşundan bir tek itirafçı bile çıkaramayacak’ sözünü çiğnetmemek için dervişane bir sabır sergiledi. Sabrının kaynağı aydınlık-karanlık, iyilik –kötülük, esaret- özgürlük ikileminin kıyasıya kavgaya tutuştuğu zindanda aydınlık, iyilik ve özgürlüğe taraf oldu. Kürdün varlık savaşının ilk zorlu sınavı olan Diyarbakır zindanında PKK’nin direnişine halel getirmedi. Kürt kadınlarının ordulaşma deneyimine tanıklık hatta öncülük etti. 1992 yılında kadınlar; askeri bir kampa ilk kez bir kadının koordinatör olarak atanmasını, onu karşılamak için yapılan askeri törende bir erkek gerillanın tekmil vermesinin gururunu Sara sayesinde yaşadı. Kadınların özgün örgütlenmesi YAJK’ın ilk kongresine katılan 300 kadından biriydi Sara.  Toplu çekilen resimlerin, kameraya alınmış tarihi anların içinde Sara’yı ışıktan bir nehir yatağı olan gözlerinden tanırsınız. Kadının her türlü erke karşı verdiği varlık savaşında tereddütsüz, ama’sız katılan bir sıra neferidir. Kadın partileşmesi ve konfederal sistemi oluşumunda inşa görevlerini aşkla yerine getirendir. Bunun heyecanını hiç kimse ve hiçbir şey Sara’nın öyle anlarda pembeleşen yanaklarından güzel anlatamaz.  Sara’nın kadın devrimine inancını bir kadının hakikat yolculuğundan döndüğünü duyduğunda gözlerine dolan yaşlardan daha iyi hiç kimse ve hiçbir şey anlatamaz. Cesaretinin sınanmasına hiç ihtiyacı yoktu Sara’nın. Bunu isteyenler ya gafildir ya da tarihin öğreticiliğinden nasibini almamış cahillerdir. Geçmişten kalan bir efsane değil, ‘an’ın gereğine cevap veren bir devrimci idi Sara. İşte bu yüzden hep cesurdu. Avrupa’da PKK yöneticilerine yönelik baskınlar sırasında elinde çantası tek başına gezerken, bulunduğu bir eğitim kampı basıldığında gelen beyefendilere izahat etmeyip hesap sorarken, Almanya’nın tıpkı bugünkü gibi tutukladığı bir PKK kadrosu olarak çıktığında yine işine kaldığı yerden devam ederken…

Şimdi Sara’nın zamanındayız

İnanç, sabır, gözüpeklik, aşk, cesaret, fedakarlık ve öngörü ile oluşan bu ruhsal kimlik dışta Sara’yı bir gerilla komutanı, bir ajitatör, bazen bir diplomat, siyasetçi, gazeteci, toplumsal veSARA - SAKINE 4 kültürel devrimin öncüsü yaptı. Hangi kimliğine bakarsanız bakın yapıtaşının, biçime form kazandıranın Sara’nın devrimciliği olduğunu görürsünüz.

‘Sara’ herkesin kavgasına yüklediği bir anlamın karşılığıdır. Yaşarken de kalleşçe vurulduktan sonra da aurası sizi çeken bir kadındır. Sara’yı anlatmak için ne yazarsanız yazın yine de kelimeleriniz evrende bir toz zerreciğidir. Duygu ve düşünceler ırmağın denize döküldüğü yer gibi birleşiktir. Ama siz hep kuraksınızdır. Böyle hissettirdi hep bana ve herkese… Neden diye sordum, neden yetmiyorum, yetmiyoruz? Sorunun cevabını ondan öğrendim.

“Hep Kavgaydı Yaşamım” adlı üç ciltlik kitabında isyan kokan “Başkaları bende kendisini anlatıyor”

sözlerini okuyunca O’nu kendi sözleriyle anlatmanın daha doğru olacağına inandım. Çünkü o artık ‘silueti perdeye yansıyan bir ‘Sara kadın’ değil, perdesiz ve başkalarının kendini seyredecekleri şekilde tek kişilik bir oyun oynamak niyetindeydi.

Hep Kavgaydı Yaşamım adlı üç ciltlik kitaba böyle başlıyor: Öcalan’ın önüne koyduğu bu görevi kabullenmesi zor geliyor. Kavganın dışına atılmışlık hissi ağır basıyor. Günlerce süren çelişkilerin sonunda Ocak 1996’da Zap vadisinde aldığı bu kararın anlamı ve kutsallığını zamanın kendisine gizlediği bir bilgelik olduğundan habersiz yazmaya başlıyor. Bu bilgelik bana kişiyi en güzel kendi kelimelerinin anlatacağını söylüyor. Bu yazı olsa olsa onun kelimelerinin gölgesinde alınmış bir derin nefestir. “Zaman çok iyi açığa çıkarıcıdır ve ben zamana hep inandım” diyor.

Sara’nın erkek zihniyetini, kavgayı, yoldaşlığı, geleneksel kadınlığı, Önderlik gerçeğini, toplumu, düşmanı tanımlama biçimi kendi zamanın ilerisindeydi.  Kendi zamanının geleceğine hep inandı, acı çekti, sabırlı davrandı, sorguladı ama kendi zamanının geleceğine inandı. Şimdi Sara’nın zamanındayız.

Mümin değil, militan olmuşturSARA - SAKINE 2

Anlatılacak o kadar çok şey var ki ona dair… Yaşamın ikilemli oluşu, çelişkili görünen kavramların bütünün bir parçası olduğunu ve ancak kaos ve kriz dönemlerinden çıkışı gerçekleştirenlerin yaratılış anlarında saklı özgürlüğü elde ettiğini söyleriz. Sara’nın kavgaya giriş biçimi bu teorinin şekle şemale bürünmesidir bir bakıma. Dersim’den yola çıkıp Ankara’ya Apocuları aramaya gidişini anlatırken şöyle der.

“Çatışmalar, çelişkiler, imkânsız görülen şeylerin tümü kendi zayıflıklarım, çaresizliğim, korkularım, bilinçsizliğim hepsi, hepsi vardı. Ve ben bunlara rağmen bunların içinde bir güven, bir cesaret, bir umut kıvılcımı yakalamış gidiyordum.” 

Sara, Kürt Özgürlük Mücadelesi’yle tanıştığı günden bu yana yılmaz bir Apocudur. PKK’yi O’nu yaratan değerlerden soyut ele alanların yaratmak istedikleri zihin bulanıklığı Sara’nın düşünsel akışkanlığını asla durduramamıştır. Yaşamı kadın aklıyla sorguladığı için mümin değil, militan olmuştur. PKK’de yaratılan değerleri (şehitler, halk ve Önderlik) birbirinden kopuk ele alanların tavrı eğer gafillikten ibaretse sabırla iknaya koyulmuş, saatlerce konuşmuş, eğer bilinçli ise ‘affetmek’ sözcüğünü lügatından kaldırarak öfkeyle karşı koymuştur. Öcalan’la yoldaşlığının sınırlarını bilmek isteyenler; katliamdan sonra Öcalan’ın ‘ha beni vurmuşlar ha Sara’yı’ sözünün peşine düşsün. O’nun hayatı sorgulama biçimi ve acıyla sınanan hakikatinden kendi zavallılığına paye biçmek isteyenlere biz değil Sara’nın kendisi cevap veriyor

“İşte Önderlik gerçeğimiz budur. Ve bizde yaşamın anlamı, yaşamın diyalektiği tıpkı böyle gelişti, böyle devam ediyor. Bu yüzdendir ki, her an yaşamın gerçekliği içinde eriyerek bu gerçeğin dili ve eylemi olanlar ne dün kadar geçmişte kalmayı, ne de yarın kadar uzaklığı hissettirdiler. Yaşamın en merkezinde ve zamanın her anına suyun helezonik dalgaları gibi büyüyerek yayılan bir özellikte oldular.”

Kürt ateşinin kıvılcımıdır Sara

Sara Kürt kadınlarının ideolojik, düşünsel, örgütsel, askeri ve siyasal alanlarda yürüttüğü varlık mücadelesinin mayasıdır.  Ve bu maya tutmuştur. PKK’nin ilk kongresine “kadının özgün örgütlenmesi olabilir mi” fikriyle giden ve ilk grup örgütlenmesinde kadınların bu kadar çok yer almasında Sakine Cansız’ın Dersim ve Elazığ’da yürüttüğü faaliyetlerin önemli bir payı vardır. Başlangıçta tarihin temel sapmasını görebilmek ve bu öngörünün rotasındaki inatçı, tutarlı ilerleyiş sadece Sara’yı bir efsane yapmamış, Kürt kadınlarını küllenen Kürt ateşinin kıvılcımları haline getirmiştir.

Sakine Cansız, jineolojinin eğildiği alanlardan biri olan etik ve estetiğin somutlaşmasıdır bir bakıma. Önce zindanın, sonrasında dağların çetin koşullarında eğilmezliği, dik duruşuna da yansıyan, her adımından zarafet akan, ruh ve beden bütünlüğünü yitirmeyen, hisleri sözünden önce gözlerine yansıyan bir kadındır. Öz ve biçimin ahengidir.  O’nu tanıyan herkes koşullar ne olursa olsun hep spor yaptığını bilir. Karlar altındaki bir vadide günün nöbetçisi, mutfakçısı, subayından başka uyanık olan dördüncü kişi hep odur. Avrupa’da da durum aynıdır. Kaldığı evlerin kapısını usulca çekip dışarı çıkar, ev sahibine ise o dönene kadar yüreği ağzında beklemek düşer. Yediği meyvelerin kabuğunu sürekli yüzüne sürmesine mi, hepimize bıraktırmaya çalıştığı sigaraya öfkesine mi, hiç bitmeyen yaşam enerjisine mi borçluyduk bilemeyiz ama yanakları al aldır her zaman. Gözlerindeki ifadenin dalgalı bir denize benzemesinin nedenini ise kendisinden dinleyelim.

“Duyduğum her şey yüz ifademe, gözlerime, sesime yansırdı. Beni ele veren belirgin bir yanımdı bu. O yüzden herkes “ne oldu?” sorusunu çok kolay sorardı bana. Ya da tersi olurdu, karşıdaki kendinde olanı, düşüncelerini söylerdi, çünkü ben o an çok hassas olurdum, karşıdakinin yaşadıklarını hissederdim.”

Bilgelikten doğan sabır

Sara’nın son yıllarını bilenler O’nun arı bir gerçekliğe ulaştığına tanıktır. Ne zaman geldiği, ne yaptığından öte yoldaşlığıyla ilgilenirdi kişinin. Gözlerinden ruhunu çekip çıkarırcasına bMANSETakardı.  Sana baktığında ruhunu bir elin okşadığını, yaralarına birinin dokunduğunu hissederdin. Saatlerce konuşabilir, anlatabilir ama öğretmenin diğer biçimi olan dinlemeyi unutmazdı. Hoyratlığa varan eleştiriler ve imalara verdiği tek cevap; kendini bilenlerin erdemi olan affetmek idi. Bahsettiği arı gerçekliğin içinde bunlar vardı. Bilgelik ve ondan doğan sabır, sınırsız sevgi…

“Dönüp ‘bir dolu ömür’ olan koca yıllara baktığımda, yeniden yaşanılası ve anılası kadar çok şey var ki! Parça parça kopup en sıradan, en uzak yanlarına kadar inmek, sonra da her kesitinde derin soluklanarak, yalın bir muhasebeyle büyük, arı gerçekliğe ulaşmak çok güzel bir olaydır.”

Sara’nın yaşam grafiğindeki iniş çıkışları inceleyenler göreceklerdir ki onu tanrıçalık mertebesine yükselten ve onun için hayatı katlanılmaz kılan nedenlerin ardında hep aynı kavramlar vardır. Başta geleni O’nun taparcasına sevdiği ve kitabına adını verdiği kavgadır. Öyle şey olur mu diyenlere; zamana, mekâna ve toplumsal gerçekliğe teslim olmayıp düşlerine sadakatini yitirmeyen Sara’nın 1974 yılından katledildiği 2013 tarihine kadar bu kavganın öndeki neferi olduğunu söylemek yeterli olur sanırsam. Sara’nın biricik aşkı kavga idi. Kavga  ‘xwebun’ olma yolunda ilerlerken eğilip su içtiği bir kaniydi. Kitabının sonsözünde şöyle yazılıdır.

“Hiçbir devrim, kendi içinde tek tek insanda bu kadar uzun süreli, sancılı ama başarılı devrimler gerçekleştirmemiştir. İşte zaferin garantisi buradadır. Sosyalizmin insanlaştırılması, her canlı hücrede somutlaştırılması çabası, emeği ve sabrı bu yüce kavgada billurlaşmaktadır. Bu nedenle kavgamız yaman, çekici ve birleştiricidir. Ben bu kavgaya aşığım.”

Devrimin adı kadın

Hikâyesi kavgadan ibaret olan bir kadının ölümü alacakları ve verecekleri konusunda hayatla hesabını kapadıktan sonra, huzurlu yatağında karşılayacağını zaten düşünülemez. Ama kavga yiğitçe olsun istenir. Yiğitçe olsaydı ölümle her yüzyüze gelişinde O’na meydan okuyan Sara kazanırdı yine. Çünkü cesaret, fedakârlık, onur ve direniş gibi erdemleri kuşanıp girdiği her kavgadan yüzünün akıyla çıkan Sara; herkesi ölümsüzlüğüne inandırdı. 24 Haziran 2010’da kaleme aldığı günlüğünde “yaşamı iliklerine kadar hissetmektir. Yaşamı çoğaltan bütün duygu ve bilgi güzelliğiyle yaşama emek veren bir sevgi selidir. Sonsuz sınırsız bu akıştan hep soluklanmak yaşam büyüklüğünün kendisidir” diye tanımladığı özgürlüğe inandırdığı, esas ölümün özgürlüksüz yaşamak olduğuna inandırdığı gibi.

Sara “tüm zamanları şimdiden yaşamak, hiçbirşeyi zamanlara bırakmadan özelliği özgünlüğü içinde kucaklamak önemlidir” diyordu. Bu yüzden zamanda, mekânda koca bir boşluk vardır. Özgürlüğün sınırsız akışında bir yavaşlama…

Kadın devrimine inananlar o boşluğu doldurabilir, akışı hızlandırabilir.  Artık O’nun devrime katıldığı ilk yıllardaki ütopya artık hakikatin ta kendisi… Sara’nın komuta ettiği kadınlar öyle çoğaldı ki Kürdistan’ın her parçasında kadın taburları halinde örgütlenen öz savunma örgütleri var.  İsmini alan binlerce kadın savaşçı… O’nun kurduğu komiteler şimdi kadın konfederalizmi olarak adlandırdığımız deryada bir su damlası. Artık devrimin adı kadın…

Kaynakça: 

Gaile Dergisi, 13 Ekim 2009

Sakine Cansız, Tanrıça Zilan Dergisi

Sakine Cansız, Hep Kavgaydı Yaşamım(1,2,3 ), Aram Yayıncılık, 2015