Bugünlerde trajediye konu olacak yaşanmışlıklarımıza gülüyoruz. Çünkü dünyayı değiştirmek istediğimiz bütün noktalara bir kazık çakılmış. Ruhumuz yaşadıklarımızın yanlışlığına isyan ederken, zincirlerinden boşalan fikirlerimiz çıkış yolu arıyor. Zorlu ve dolambaçlı yollardan varılan çıkışlara örülün duvarlar ise şerefsizliğin alası. Sözünü ettiğim duvarlar öyle Çin Seddi gibi işgale ve talana karşı kurulmamış.
Tersine içerdekinin dışarıya çıkmasını engellemek ve gökyüzünü olabildiğince daraltmak için kurulmuş. Belki de buna ufuk körlüğü de diyebiliriz. Ufku çepeçevre duvarlarla örülü insan topluluğundan ne çıkar? Tabii ki cahil! Şöyle düşünün; at gözlüğü takılmış bir kafa nereye kadar görebilir? Ya da neyi ne kadar görür? Tabii ki gözlüğün gösterdiği kadar mesafeyi görür. Ötesi yoktur. Şimdi canlar, her ne kadar kimi soruların cevabı net olsa da, yine de soru sormaktan kaçınmamalıyız. Çünkü soru sormak ufku zorlar, bir müddet sonra da açar. Tabi her ufuk açıcılığın ilerici olduğunu düşünmemek lazım. Çok affedersiniz ufku b.. çukuruna açılanlar da var. O yüzden ortalığı az biraz kokuturlar. O tür zamanlarda mümkünse maske takın. Biliyorsunuz düşünmek bir insan faaliyetidir, ondandır mütemadiyen düşünüyoruz. Tabi arada bir düşünen insanlar da az değil. Onları da göz ardı etmemek lazım. Ne de olsa dünyanın sonunu onlar getirecek. Bu görüşe itiraz ettiğinizi görüyorum. “Bu dünyanın sonunu asıl çok zeki ve akıllı insanlar getirecek, ‘zenginler’ getirecek” diyorsunuz. Belki de büyük devletler, güçler yarattıkları savaşlarla getirecek diyorsunuz. Haklısınız. Lakin onlar ne kadar ki? Dünyanın servetini elinde bulunduran bu bir avuç insan nasıl oldu da tüm dünyaya hükmeder oldu? Bence suçlu bu ara-sıra düşünenlerdir. Bu konuda kadın ya da erkek ayrımı yapmıyorum. Ama ufuk darlığımız, çelişkisiz, sisteme entegre yanımız sonumuzu getirecek, orası net. (Tabi bu arada dünyaya bir asteroit çarpmazsa.) Benim bu konudaki en büyük çelişkim kadının erkeğe entegre olan yanı. Özellikle de dar ufukluluğu. Laf aramızda bu durum beni yiyip bitirdi.
“Ben kadın değil miyim?”
Vakti zamanında bir arkadaşım, beni eşi tarafından terk edilen bir kadınla tanıştırdı. Maksadı kadına güç ve destek vermekti. Saatlerce sohbet ettiler. O sohbette dikkatimi çeken şey 90-95 kiloluk kadının bir ayda 70 kiloya inmesiydi. Nasıl bir dert ve keder kadına bir ayda 20-25 kilo verdirtmişti? Durumuna çok üzüldüm. Arkadaşım ona sürekli “erkekler için üzülmeye değmez, gittiyse gitsin” deyip duruyordu. “Sen onu bu derece eriyecek kadar çok mu seviyorsun” diye sordum birden. “Hayır” dedi. “Peki niye böylesin?” Cevap, tahmin edeceğiniz üzere toplumsal normlara dayanıyordu. “Toplum ne der? Kocasını elinde tutamadı. Adama kadınlık yapamadı? Acaba ne eksiği vardı da adam başka kadına gitti? Ben kadın değil miyim?” (!?) Bu nokta benim için düşüncenin donduğu an oldu; “Ben kadın değil miyim?” Bu, erkeklerin birbiriyle erkekliği yarıştırması gibi bir soruydu. Erkek olduğunu nasıl ispatlar bir erkek? Siz mi söylersiniz, ben mi söyleyeyim? Tabii ki cinsel performans üzeri erkek erkekliğini ispatlar ya da ispatlamaya çalışır. Öyle olmasa bile onu ima edecek söz ve davranışlar bir anda ağzından dökülür. Bu sözlerime erkeklerin itirazı var mı bilemiyorum ama geçtiğimiz günlerde bir mahkeme erkeğe, kadının kendisine “iktidarsızsın” demesinden dolayı ceza indiriminde bulundu. Buradaki “iktidarsızsın” kavramı bildiğiniz gibi iki yönlü de kullanılıyor. Hem erkeğin cinsel performansı hem de hükmetme boyutuyla toplumun zihninde yer edinmiş. Bunu bir dipnot olarak aklınızda bulundurun lütfen. Şimdi erkekliğin ispatı cinsel performansa, kadına yönelik şiddete, öldürme kabiliyetine, hükmetmeye dayalıysa eğer, bir kadın bu sözü niye söyler ya da ona bunu ne söyletmiş olabilir? Çok derin, teorik fikirlere gerek yok. Olay çok basit, bu kadın erkekleşmiştir. Erkeğin yarattığı toplumsal normlara entegre olmuş, kendini ona benzeyerek kabul ettirmeye çalışmaktadır. Burada bir kadın olgusu yoktur. Fiziki olarak kadın olmak, kadınlık değerlerini taşımak anlamına gelmiyor. Nitekim o kadın da tıpkı erkeğin kadına uyguladığı yöntemlerle o erkeği eve geri getirmiştir. Hem de erkekten daha beter yaparak, o erkeği tüm pisliği ve çirkefliğiyle kabul etmiştir. Erkek, kendini aldatan kadını asla affetmez. Öldürür, parçalar, bir çukura atar ve ufacık da olsa bir vicdan azabı çekmez.
Kadının erkeğe entegre olma hali
Şimdi, “bu kadın bunu niye yaptı?”sorusunun bir boyutu budur; yani kadının erkeğe entegre olma hali. Diğer boyutu ise toplumsal baskıdır. Kadını ötekileştiren, kadınlık değerlerini “erkeği elinde tutmaya” göre şekillendiren, “sen de kadın mısın?” diye sorduran, aşağılayan, yalnızlaştıran, itaat etmeye zorlayan, bedensel ve ruhsal olarak zayıf kılan, zavallılaştıran boyutudur. Dikkat edin, çocuğu olmayan ya da çocuk doğuramayan kadınlara toplumun bakış açısı korkunçtur. Bir keresinde sürekli düşük yapan bir kadına kaynanasının, “kedi gibi, yavrusunu giyiyor” dediğini işitmiştim. Hatta sırf erkek çocuk doğursun diye 7 kız çocuğu dünyaya getiren bir kadınla tanışmıştım. O gün sekizinci kız çocuğuna hamileydi ve ben ona “hayırlı olsun” demiştim. Annesi ise kapıdan, “ne hayırlısı yine kızdır” demişti. Kadının yüzünde beliren o acıyı hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. O kadın o gün hiç konuşmadı.
Kadın 8 celsedir boşanamıyor
Buradaki en korkunç şey, erkeğin kadını, kadın eliyle baskılaması, sistemine entegre etmesidir. Dehşet uyandıran şey budur. Bu nasıl bir duygu? Böyle en sevdiğiniz tarafından dövülmek, öldürülmek gibi. Hiçbir acıyla kıyaslanamaz yani. Düşünsenize adam kadına tam 5 kurşun sıkmış. Kadın günlerce Azrail ile mücadele etmiş. Hayata yeniden tutunduğu ilk işi boşanma davası açmak olmuş. Yani gidip adama sıkmamış, boşanmak istemiş. Kadın 8 celsedir boşanamıyor ya. Neden? Boşanacak kadar “şiddetli geçimsizlik” verisi yok mu? Bu beş kurşun boşanmaya yetmiyor mu, bir de üstüne kadını adamın vasisi yapmışsınız. Adam cezaevinde diye vurduğu kadını ona vasi tayin etmişler ya… Bak sen düzene!?! Adam kadını 5 yerinden kurşunlamış, kadın boşanmak istiyor, sistem buna razı değil. Ne yapacak bu kadın? Bazı şeyler söyleyeceğim ama terbiyem o kadarına elvermiyor. Sadece şunu söyleyeyim: Ara-sıra isyan etmek yeterli değil. Sürekli bir isyan, sürekli bir direniş lazım. Demem o ki bacım, bırak şerefsizi gitsin. Kendine değil, bize eziyet ediyorsun. Çek gözündeki at gözlüğünü de ufkun açılsın, Star yüreğine, beynine ışık saçsın, güneşi doğursun gül tenine…