Tarihini saklayan topraklar tarihe sığmayan halk…

201 views
Kürt halkının özgürlük mücadelesi aynı zamanda bir yürüyüş. Farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda ama hep aynı coşkuyla, aynı kararlılıkla ve inançla devam eden. Her geçtiği mekana iz, her geçtiği zamana hafıza bırakan, geleceğe not düşen…

Bizleri de ‘Özgürlük Yürüyüşü’ne davet eden bu hafıza, bu direnç ve bu irade oldu. Van ve Kars olmak üzere iki koldan başlayan yürüyüş iki temel talep, iki temel gerçeklik üzerine kuruldu. Birincisi; Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü; ki artık çözümsüzlük sürdürülemez bir aşamada. Bunun üzerine kurulacak, kalıcı ve onurlu bir barış. İkincisi ise, 25 yıllık ağır tecrit koşullarına rağmen çözüm iradesini ve inancını koruyan, bunu yaşamsal bir perspektife kavuşturan Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması. İki cümleye sığabilen bu iki gerçeklik, özgürlükler lehine, demokrasi lehine, hakikatler lehine tarihi bir kırılmanın da eşiği niteliğinde.

Cevap bu topraklarda, bu halkta

Tecridin İmralı sınırlarını aşarak yaşamımızın her alanına sirayet ettiği, ‘tecrit’ kelimesinin bile tecrit edildiği bir atmosferde böyle bir yürüyüşün gerçekleşip gerçekleşemeyeceği, nasıl olacağı, sonuca ulaşıp ulaşmayacağı gibi sorular belli ölçüde meşguliyet yarattı. Tüm bu soruların cevabının, yürüyeceğimiz topraklarda ve buluşmalarımızda bir hazine gibi saklı olduğunu ve bizi beklediğini gördük. Tarihini sımsıkı saklayan Kürdistan ve kendisine dayatılan tarihten taşan halkımız bize teberik oldu. Kars ile başlayan 15 günlük ‘özgürlük yürüyüşü’, acabayı mümküne çeviren ilk adım oldu ve son güne kadar da büyüyerek devam etti. Kars’ın çok kimlikli, çok kültürlü tarihinin bu yürüyüşle buluşması, tam da Sayın Öcalan’ın 2013 Newroz deklarasyonu çağrısıyla buluşması gibiydi. Engellemelere rağmen yürüyüşe katılmaya çalışan, polisin ablukasına rağmen en yakınımızda yürümekten vazgeçmeyen halkın, kadınların, gençlerin kararlılığı ve bu çağrıyı duymak istemeyenlere inat kulakları sağır eden alkış, zılgıt ve slogan sesleri görülmeye değerdi.

Yıllar sonra yeniden bir yol yeni bir hafıza

Kürt halkının özgürlük mücadelesinin başlangıç adımlarının atıldığı Kars, yıllar sonra yeni bir yürüyüşün adımlarına yol oldu, göz oldu, hafıza oldu. Yürüyüş sonrası geldiğimiz parti binasında geçirdiğimiz sınırlı süre, hepimizin dile dökmekte zorlandığı, parlayan gözlerin sessizce ama derinden konuştuğu, tebessümlerin selama dönüştüğü; vazgeçmeyen, kırılmayan iradenin fotoğrafıydı. Ertesi gün Digor’un Bazarcık beldesinde küçük bir büroda bizi karşılayan halkın tüm soğuğa rağmen bizi ısıtan gülüşleri ve heyecanları, direnişin sayıyla ölçülemeyeceğini yeniden hatırlattı. Büroda yüreği gülen, ama sessizce ağlayan Zarif amca bize ilk yürüyüşün mirasının nasıl güçlü kaldığını ve daha birçok şeyi gösterdi.

Yürüyen sadece biz değildik

Yürüyüşçüler olarak yürüyen sadece biz değildik, uğradığımız her yerde halkımız, bu yürüyüşte yitirdiği çocuklarını, kaybettiği canlarını, sürgünde ve cezaevinde olan yakınlarını görüyordu. Kazanmanın ve kaybetmenin bu kadar iç içe geçtiği Kürdistan’da özgürlük inancı ve mücadelesi tüm yaraları sarmaya devam ediyordu.

Her karışı bir tarih Kürdistan’da

Iğdır’da sel olup akan halkımız, “kıyamet de kopsa Kürt’üm” diyen amcanın sözü ile yürüyüşün en kısa ama en tarihi özetini verdi. Bazid ve Patnos’ta yürüyüş özgürlük halayına döndü, bürolarda ve kahvelerde yaptığımız ziyaretler, okuduğumuz görüşme notları, içtiğimiz çaylar, bizi karşılayan arkadaşlarımızın kilamları hepimize ilaç oldu. Dersim nefes oldu yürüyüşe… Sakine Cansız’ın, Aysel Doğan’ın inancını bize emanet etti. Her karışı bir tarihe dönüşen Kürdistan toprağı, bir hafıza mekanı, direnişin hafızası… Her mezar, her katliam mekanı bir hafıza, nefes aldığımız bir durak…

Kadınlar tüm bentleri aştı

Bu durakları ne pahasına olursa olsun koruyan kadınlar, yürüyüşün sesi, yürüyüşün kalbi oldu. Lice’de kolluk güçlerinin tüm engellemerine rağmen yürüyüşü sahiplenen kadınlar, Bismil’de ablukaya zılgıtları ile karşı durarak yürüyüşe katılan, bizlere verilmek üzere alınan gülleri barikatlar üzerinden bizlere ulaştıran, yılmadan bizlere ulaşan kadınlar… Evlerde en güzel yemekleri hazırlayan, umutlu soruları, yön veren önerileriyle güç katan ve yürüyüşçülerden güç alan kadınlar… En çok da onlar bize güç oldu, umut oldu. Bazen de gözlerden süzülen ama sese, söze dönüşmeyen cümleler hepimizde aynı tebessümü yarattı. Batman’da çiçekler, Siirt’te beyaz tülbentlerle bizi karşılayan anneler, önümüze kurulmak istenen tüm bentleri cesaretleri ile anlamsızlaştırdılar, kadim direnişlerini bize nakşettiler.

Bir çorap ve kolyenin anlattığı

Bu mahşeri atmosferde yıllar önce elleri ile ördüğü ve sakladığı çorabı, sayın Öcalan’a ulaştırmak üzere bize emanet eden anne, Malazgirt’in özgürlük yürüyüşünü tüm soğuklardan koruyacak bir sıcaklık kattı. Siirt’te bizlere emanet edilen çoraplar, tülbentler; Batman’da hasta olduğu için yürüyüşe gelemeyen bir annenin kızıyla gönderdiği ve savaşta kaybettiği çocuğuna ait kolye, acılarla örülü bir tarihe verilen barış cevabıydı. Hapishanelerde devam eden açlık grevleri, annelerin yürüttüğü adalet nöbetleri çözüm ve barış için herkesin ve her yerin sorumluluk almasına dönük en büyük çağrıydı. Bu çağrının tüm ezilenler ve yok sayılanların iradesi ve  mücadelesi ile buluşmasının, çözümsüzlüğü dayatan ve bundan beslenen tüm savaş mekanizmalarına, iktidara verilecek en güçlü cevap olacağı da aşikar.

Özgürlüğün müjdecisi bir eylem

Yürüyüşte engellenmeye, görünmez ve duyulmaz kılınmaya çalışılan esas talep Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün gerçekleşmesiydi. Ancak kadınlar bu talebe dair en büyük inancın sahibi olduklarının ve aslında Sayın Öcalan’ı hep özgür olarak gördüklerinin duygusunu hepimize verdiler. Zaten yürüyüşün rengi, sloganı, yöntemi kadınların emeği ve inancıyla büyüdü, çoğaldı ve ses oldu. Bu yürüyüş Sayın Öcalan’ın demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmasının bilinci olarak yansıyan, kadının tarihsel gerçekliğini gösteren en güçlü buluşma ve en güçlü yürüyüşü oldu. Özgürlüğün müjdesi, artık tüm toplumla buluşmanın kapısını araladı.