Dünya almış başını gidiyor ama nereye? Sarsılıp biraz kendinize gelesiniz diye felaket tellalı gibi konuşacağım. Eee tabi birinin gerçekleri söylemesinin zamanı geldi! Buzlar eriyor. Okyanuslar yükseliyor ve arkaik yani çok çok eski zamanlara ait hastalıkların eriyen buzlarla birlikte gün yüzüne vurmasına az kaldı.
Kim bilir belki yeni bir ‘Nuh’ tufanı yaşarız!? Fakat kim gidip içine ettiği “Nuh’un Gemisi”ne kendini sürer, hiç bilmiyorum. Ama edindiğim dini bilgiler çerçevesinde bu dönemi değerlendirecek olursam, ‘kıyamet alametleri’ni yaşadığımızı söylemekten hiç memnun değilim. Hıristiyanlar ‘kıyamet alametleri’ni ‘mahşerin dört atlısı’ ile tanımlıyor: Savaş, hastalık, ölüm ve kıtlık. Bu ne demek oluyor? Eğer bunlar varsa kıyamet ya koptu ya da kopacak!? Şimdi diyeceksiniz “şom ağzını niye açtın?” Valla şom (uğursuz) olan ben değilim. Bunca uğursuzluk içinde benim söylediklerimi görecekseniz eğer, “Gidin gönül gözünüze bir baktırın’ demekten başka çarem yok. Yani ne yapayım şimdi, biri söylesin? Kutuplardaki buzlar eridi eriyeli, garip canlılar, tuhaf virüslere rastlandığı söyleniyor. İnsanları geçmişte bir çırpıda olmasa da yok eden virüslerin kapitalist “bilim adamları”nın eline düştüğünü ne düşünmek ne de hayal etmek istiyorum, yeminle felaketimiz olur. Adamların dini-imanı yok.
Kadını çarmıha germe bakanlığı
Gerçi din ve iman adına yürüyenlerin de -sözüm meclisten dışarı- allahı yok! Şimdi insanlık olarak eski çağların hastalıkları ile uzay bilimleri arasında bir cehalet noktasında kalmışız. Ne olacak halimiz? “Adam” oturmuş aya seyahati konuşurken biz ise oturmuş “Kadın, erkeksiz kapının eşiğine çıksın mı çıkmasın mı?” diye konuşuyoruz. Eskiden “Dini bütün erkekten kormayacaksın.” denirdi. Şimdi ise “Dini bütün” erkeklerin hepsi tecavüzcü, şerefsizin önde gideni. Hele DAİŞ, Taliban, Boko Haram ve AKP’nin imamlarına bir bakın, yalan söylemediğimi göreceksiniz. Bunlar şerefsizliğin erkeklikteki bütünlük hali. “Şerefsizlikte bütünlük nedir” diye sorarlarsa bu isimleri saymanız yeterlidir. Bunlar inançlarımızı, değerlerimizi kirlettiler. Her şeyden önce artık yakınlarımıza yaklaşamıyoruz, bu nasıl bir zulümdür ya Star! Şimdi canlar, bunların şerefsiz olduğunu biliyoruz. Sıkıntı şerefsizin, şeref adına ahlakçı kesilmesi. İşte ben bu noktada kopuyorum. Aklım kaçıyor, kanım donuyor yeminle. Düşündükçe boğuluyorum, boğuldukça isyanım artıyor. Hele gelin bacılar, gelip bir bakın, nedir bu ya Star!? Adamın kurduğu bakanlığa bakın!? Buna, ‘Seni ezerim, çiğnerim’ bakanlığı denir. Resmen kadını çarmıha geren bir bakanlık kurulmuş. Hele ismine bakın: “Dua, Rehberlik ve Namusun Teşviki ile Ahlaksızlığın Önlenmesi Bakanlığı”(!!) De gel de o sakallardan tutup yolma!? Ölün emi, ölün! Dipsiz kuyularda, zihninizin karanlığında yok olun.
Kadına 1001 hakaret
Ya sevgili okuyucu, inanabiliyor musun? Kadını ezmek ve bir eşya gibi kullanmak için oturmuşlar, düşünmüşler, Allah’ın aklına gelmeyecek bir bakanlık türetmişler. Muhtemelen “Abartma, altı üstü bir bakanlık işte” diye düşünüyorsunuz. Öyle değil, bakanlık adıyla kadına: “Sen dinsizsin, Allah’ın yolundan çıkmışsın, dua okuyacaksın. Cahilsin, yol bilmezsin, yolunu kaybetmişsin, yoldan çıkmışsın, rehbere ihtiyacın var. Fahişesin, namusa teşvik edileceksin. Ahlaksızsın, biz de ahlaksızlığı önlemek için varız” deniliyor. Yani bir bakanlık ismiyle kadına 1001 hakarette bulunulmuş. İnanın akşama kadar oturup, kadına küfür etseydiler bu bakanlık ismi kadar etkili olmazdı. Soruyorum, böyle bir şey hangi kadının aklına gelir? Yeminle foseptik atık çukuru gibisiniz. İçiniz çürümüş sizin. Kokuyorsunuz tüm fikriyatınız ve zikriyatınızla… Nefes alamıyoruz artık. Zaten arabalara binmek kadın için bir eziyetti, şimde de “ön koltuk yasak!” diyorlar. Aynı AKP zihniyeti: Gelsin “Pembe otobüsler.” Bakanlığı bile neredeyse benzer. “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı.” Wııış, kökünüz kurusun inşallah! Şimdi canlarım soru şu; arkaik zamanlardan kalma hastalıklar ile uzay çağında ilerleyen bir insanlığın çakılıp kaldığı bir orta çağ zihniyetiyle nasıl mücadele edeceğiz? Soruyorum yani. Her yanımızı savaş sarmış. Salgın hastalıklar almış başını gidiyor. Yan yana mezarlar kazılmış, her gün insanlar gömülüyor. Hıristiyanlık tüm bunlar kıyametin alametleri. Ama aynı zamanda İslamiyette de bilinen benzer alametler yaşanıyor. Deccal çıkmış dünyayı savaşlarla kavuruyor. İnsanlar göç yollarında ölüyor.
Baş Deccal Erdoğan
Hatırlıyorum, derslerde anlatırlardı Deccal’ı. “Deccal Irak ile Şam arasında çıkacak. Dünyaya hızla yayılacak. Gördüğü destek sayesinde “insan üstü” şeyler yapacak. Peşi sıra Ye’cûc ve Me’cûcler çıkacak vs…” Daha da anlatmam mümkün tabi. Zaten gözüken Ortadoğu’da kimse kılavuzsuz gezemez. Aha da “Irak-Şam devleti” diye kendini adlandıran DAİŞ ve baş Deccal R.T. Erdoğan. Taliban ve Boko Haram da küçük baş Deccallar. Olayı daha nasıl tanımlayayım? Ye’cûc ve Me’cûclerle varacağınız yolun bir sonu yok. Deccal binmiş savaş atına, habire ölüm yayıyor. Peki bunu nasıl yapıyor? Tabi ki sizin sayenizde. İnanan, biat eden, secdeye duran sizsiniz. Sırtınıza almış, taşıyorsunuz. Görüyorum, bazıları “Ne alaka, biz o kadar karşı çıktık. Ülkeyi terk ettik” falan diyor. Çok af buyur ama b.. karşı çıktınız. Zaten en büyük kabahatimiz ülkeyi terk etmekti. Meydanı adama bıraktık, tüydük. Şimdi ‘zorba’, ‘diktatör’ diyoruz. Ben de ‘Deccal’ diyorum. Ne oldu? Hiç! Adamın ekmeğine bolca yağ sürdük. Dedim ya, birinin size artık gerçekleri söylemesinin zamanı geldi. Bu ülke onların eseri değil, biz kaçanların eseri. Öyle her şeyi iyi niyetinizden falan yaptığınızı da söylemeyin. Herkes cehenneme giden yolun taşlarının “iyi niyet” ile döşendiğini artık biliyor. Bilmeyen de öğrendi. Her şey bir tarafa, gölgesine sığınacağımız ağaç kalmadı, ağaç! Şerefsizliği din ile harmanlayanlar, bu benim size bedduamdır: Her iki cihanda da gölgesine sığınacak ağaç bulamayıp, kuruyasınız. Taş olasınız, taş!..