2024 yılı birçok açıdan dünyanın geldiği noktanın vahim hakikatinin gizlenemez hale geldiği bir yıl oldu. Soykırımın, ekolojik felaketlerin, halklar arası düşmanlıkların, kadınlara karşı birçok cephede birden sürdürülen kırımın, eşitsizlikler ve yoksullaşmanın, yerli halkları yerinden eden ve ilksel birikime dayanan ekonomik döngünün, militaristleşmenin, baskı ve hapis tutmaya dayalı disipline etmenin gündelikleştiği ve zirveleştiği bir distopik zaman dayatıldı evrene.
Devletler fütursuzca üçüncü bir dünya savaşı ihtimalini halklara alıştırtırken, dünyanın yarısından çoğu seçimlere gitti ve seçeneksizlikler içinde seçeneksizlik beğendi. Bir eşik anında yaşadığımız kuşku götürmez. Dünyada hiçbir zaman bu kadar insan göç yollarında olmamış, hiçbir zaman savaşlar böylesine kadınları, çocukları, doğayı hedef almamış, akıl almaz işkencelere ve dehşet verici katliamlara seyre dalınılmamıştı. Uluslararası hukuk düzeni alenen yıkıldı. İklim değişikliği bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz korkuları yaşanan gerçeklik haline getirdi. Haiti’de, Meksika’da, Sierra Leone’de, Burkino Faso’da silahlı ve tamamen ideolojisiz çeteler binlerce insanı öldürdü ve kadınlara tecavüz etti.
En fazla kadın ve çocuk katliamı
Birleşmiş Milletler, 2024 yılında savaşlarda öldürülen kadın ve çocukların tüm öldürülenlerin neredeyse yarısını oluşturduğunu söylüyor. Nitekim bu yıl en fazla kadın ve çocuk Filistin ve Sudan’da öldürüldü. İsrail Lübnan’a da taşırdığı soykırımında özellikle kadınları, çocukları ve alt yapıyı hedef alarak Filistin toplumunun fiziken ortadan kalkmasını ve kendini yeniden üretme ihtimalinin yok olmasını hedefliyor. Sudan’da ise iç savaş adı altında bölgesel güçlerin desteğiyle süren çoklu soykırımlarda Sudanlı kadınların öncülüğünü yaptığı 2019 devriminde yeşermiş ihtimaller, demokratik tahayyüller sanki hiç yokmuşçasına topraktan sökülüyor. Myanmar’da hem iktidar askerleri, hem muhalefet savaşçıları Rohingyalı kadınlara tecavüz ediyor.
Tecavüz ve kitlesel intiharlar
Sudan’da, çetelerin hüküm sürdüğü Haiti’de ve şirketler arası maden savaşları ile beslenen devlet güçleri ve muhalefet arası süren Kongo’daki savaşta, tecavüz edilen kadın sayısının nüfusun üçte birine yaklaştığından bahsediliyor. Aynı anda batı ülkeleri insani yardıma ayırdıkları bütçeleri düşürdükleri için bu kadınlarla ancak el yordamıyla onlara yardım etmeye çalışan yerel gönüllü ekipler ilgileniyor. Sudan başta olmak üzere tüm bu ülkelerde kadın intiharlarının kitleselleştiği anlatılıyor gelen çok az haberde. Üstelik tüm bu savaşların ortasında ataerkillik, homofobiklik, yabancı düşmanlığı da elden bırakılmıyor. Kadınların tecavüz sonucu ailelerinden dışlanması intiharların baş sebeplerinden biri. Lübnan’da ise Afrika’dan gelen ev içi işçilerin ve LGBTİQ toplulukların savaştan kaçarak sığındıkları kamplara alınmadıklarını okuyoruz haber sitelerinde. Kadınlara karşı savaş, sözde barış altında yaşayan ülkelerde de yeni boyutlara ulaşmış durumda. Öncülüğü Hindistan çekiyor. Başkan Modi’nin yarattığı yeni Hindu milliyetçiliği hem ataerkiden hem Müslüman düşmanlığından hem de kast yapısına dayalı ayrımcılıktan ilham alıyor. Özellikle en alt kasta mensup Dalit kadınları üst kastlar tarafından kaçırılıyor, tecavüze uğruyor, yakılarak öldürülüyor. En küçükleri 11 yaşında. İtiraz eden aileler köylerinden kovuluyor.
Meksika’da umut vaat eden seçim
Meksika’da da durum en kötülerden. Bu seneki seçimlerde başkanlık için iki kadın aday yarıştı. Elbette bu önemli bir gelişmeydi. Üstelik, iki başkan adayının da vaatleri arasında yılda bini aşan kadın cinayetlerini durdurmak vardı. Seçimlerden önce ülkede özellikle belediye meclis adayı bazı kadınlar ve LGBTİQ bireyleri rakip politikacılarla işbirliği yapan çetelerce öldürüldü. Seçimi sol aday Claduia Scheinbaum kazandı ve yaptığı ilk iş feminist gruplarla bir araya gelmek oldu. Gerçekten de ilk kez kadın cinayetlerini ciddiye alan bir Başkan iş başında ve dünya feminist hareketlerinin gözü üstünde.
Batı ve Kuzey ülkelerinde alarm
Bu satırlarda Meksika ve Hindistan’a yer vermem okuyucuları yanıltmasın. Kadınlara karşı sürdürülen savaş ve kadın kırımı asla bir güney yarım küre sorunu değil. Batı ve kuzey ülkelerinde de alarm çalıyor. İngiltere’de ve Fransa’da üç günde bir kadın cinayeti yaşanıyor. Fransa eşi tarafından sitelerden bulunan erkeklere bilinçsizken tecavüz ettirttirilen Gisele Pelicot’un haberi ve mahkemesiyle bir kez daha kadınlara karşı saldırıların yaygınlığına uyanırken, İngiltere’de acil durum ilan edildi. Ancak İngiltere bu acil duruma rağmen yeni görüşülen bütçesinde kadınları güçlendiremeye ya da savunmaya dair harcamalarını arttırmadı.
Kürtaj yasağıyla körüklenen ölümler
Amerika Birleşik Devletleri ise kürtaj yasağı üzerinden tek hamlede küresel çapta anne ölümünü ikiye katlayan ülke oldu. Malum ABD’de Yüksek Mahkeme kürtajı ülke çapında yasallaştıran kararı bozmuş ve kürtaj düzenlemelerini eyaletlerin kararına bırakmıştı. Günler içinde bir çok muhafazakar eyalet kürtajı neredeyse tamamen yasaklayan kararnameler geçirdi. ABD’de yasak kürtaj sonucu ölüm veya gene yasak kürtaj sebebiyle hapis, özellikle yoksul kadınlar arasında yaygınlaşıyor. Ancak daha da beteri yasal olarak ABD artık kürtajın yasaklanmadığı ülkelerde yer alan üreme sağlığı merkezlerine yardım yapamıyor. Fuller Project haber sitesinin araştırmalarına göre bunun sonucunda özellikle Afrika’da anne ve bebek ölümlerinde astronomik artışlar yaşanıyor.
Katledilen gazeteciler
Amerika Birleşik Devletleri ayrıca kadın gazetecilere en fazla internet baskısının ve tacizinin gerçekleştiği ülke. İsrail, Türkiye ve Rusya ise kadın gazetecilerin hedef alınarak öldürüldüğü ülkeler. Rusya Ukrayna’ya saldırdığından beri sekiz Ukraynalı gazeteciyi kaçırdı ve bunların üçünün açıklanmayan sebeplerle öldüğü ailelerine bildirildi.
Kadınlar sessiz kalmadı
Kadınlar elbette tüm bu olanlara sessiz kalmadı. Çeşitli ülkeler ve topluluklarda kadınlar çok çeşitli protesto ve dayanışma biçimleri ile kendilerine yönelik bu çok cepheli savaşa karşı örgütlenmeye ve direnmeye çalıştılar. Küresel anlamda özellikle güney yarımkürede, yerli halklar arasında ve kuzeydeki güney denilen siyahlar ve göçmenler arasında gittikçe artan bir kadın bilinci oluşuyor. Bu kadın bilinci henüz ortak örgütünü bulamazken bu yönlü gereksinim kendini enternasyonelleşen sosyal medya kampanyalarında ve imza metinlerinde gösteriyor. Filistin’le kadın dayanışması çabaları, İran’daki kadın idamlarını durdurmaya çalışan imza kampanyaları, Gisele Pelicot’un küresel olarak izlenen davası, Sudanlı yerinden edilen kadınlar için yapılan ve ülkedeki direniş komitelerine aktarılan yardım toplama girişimleri bunlara örnek.
Kenya ve Hindistan’da kadın ayaklanmaları
Bu senenin kadın kırımına karşı en önemli kadın kalkışmalarından biri Kenya’da biri ise Hindistan’da gerçekleşti. Kenya’da ülkenin birkaç yerinde aynı ay içinde öldürüldükten sonra parçalanmış kadın cesetleri binlerce Kenyalı kadının sokağa çıkmasına sebep oldu. Bu ayaklanma daha sonra ülke çapında gerçekleşen ve geçirilecek tüketim vergilerine direnen bir başka ayaklanmanın tetikçisi oldu. Bu vergiler kadınların adet döneminde kullandıkları pedlere, çocuk bezlerine ve yine kadınların yoğun olarak yer aldığı ikinci el kıyafet satımı sektörüne geleceği için kadınlar bu isyanın da başını da çektiler. Kenyalı kadınlar son olarak olimpiyata katılmış ve Kenya’da yaşayan bir Ugandalı kadının eşi tarafından yakılması neticesinde sokağa çıktılar. Hindistan’da ise bir hastanede genç bir kadın doktora toplu tecavüz, hem kadınları hem de doktorları Ekim ayında sokağa çıkardı. Eylemler halen devam ediyor.
İklim krizine karşı mücadele
Öte yandan iklim krizinin de çok çeşitli sebeplerle kadınları öncelikli olarak etkilemesi tüm kıtalarda kadınların krize karşı örgütlenmesine sebep oldu. Yerli kadınlar Latin Amerika’da ve Endonezya’da sömürgecilik ataerkillik ve iklim krizinin bağlantısı üzerine konferanslar yapıp çeşitli deklerasyonlar yayınladı. Senegal’de kadınlar iklim konferansı öncesi protestolar düzenledi. Kadınlar bir araya gelerek hem Avrupa, hem Amerika hem de Afrika insan hakları mahkemelerinde ülkelerini dava etti. Ayrıca kadınlar iklim krizinden en çok etkilenen Afrika kıtasında yaşadıkları yerlerde yerel bitki kuşağını koruyacak küçük ölçekli kimi tarım projelerine imza attı. Latin Amerika’da ise yerli kadınlar farklı yerellerde nehirlerin, dağların ve denizlerin hak sahibi tüzel kişilikler olarak tanınması için mücadele ediyorlar.
Kırıma karşı kadın dayanışması
Gerçekten korkunç imkansızlıklar içinde gelişen kadın dayanışmaları umudu hayatta tutmaya devam ediyor. Afganistanlı kadınların Arnavutluk’un Tiran şehrinde yaptıkları konferans bunlardan biriydi. Bir başkası soykırımdan kurtulmuş Rwandalı kadınların soykırıma uğrayan Tigraylı kadınlara danışmanlık ve arkadaşlık yapması. Bir başkası ise Güney Afrika’da yaşlı kadınların psikolojik desteğe ihtiyaç duyan yoksul kadınları dinlemek ve onlarla dertleşmek için oluşturdukları girişim…
Başta da belirttiğim gibi dünya bir eşikte. ‘Kurtuluş ya hep beraber ya hiçbirimiz’ sloganı belki de tarihte hiçbir zaman bu kadar anlamını bulmamış ve tüm canlıları ilgilendiren bir perspektif sunmamıştı.