Son bir yıllık süreç, hegemon sistemin -son 25 yıllık- belirsizlik, kriz ve kaos aralığının artık tarihsel değişim ve yeni stratejik gelişmelere doğru eğilim gösterdiği bir süreç oldu. Hem geçen 25 yıllık savaş yüklü kaoslu sürecin bir özeti ve bunda zirve yaptığı, hem de önümüzdeki on yıllara damgasını vuracak olan yeni güç dengelerinin ve ilişkilerinin açığa vurduğu bir yıldı. Yepyeni bir döneme kapı araladı.
Bu yeni dönemin parametrelerini okumak, zamanın ruhunu kavramak ve buna, politik bilinç ve örgütlülük ile hazırlıklı olmak konusunda en avantajlı güç kesinlikle Kürtler olmaktadır. Filistin halkının en büyük trajedisi; 20. yüzyılın savaş ve yıkım dışında hiçbir gelecek vadetmeyen dogmaları, kaskatı ulus-devletçi ve iktidarcı paradigmasına en gerici ve yozlaşmış biçimde çakılmış bir öncülüğü aşamamış olmasıdır. 2024 yılı bu gerçekliği çok acımasız ve tarihsel bir kırılma olarak ortaya sermiştir. Rêber Öcalan’ın özgür düşünce gücü ve iradesi, demokratik modernite paradigması, direniş ve öncülüğü biz Kürtleri bölgede bütün zorluklara ve tehlikelere rağmen en avantajlı ve en modern güç haline getirmiştir.
2024’te faşist rejimler palazlandırıldı
Bilindiği üzere bu çeyrek asırlık süreçte uluslararası sistem bütün boyutlarında bir çözülmeyi yaşadı. Özellikle Ortadoğu’daki hem yerleşik toplumsal sistem ve hem de ulus-devlet yapıları başta ekonomik olmak üzere, siyasi ve hatta ideolojik bağlamda önemli oranda bir çözülmeyi yaşadılar. Ulus-devlet yapıları parçalandı, şehirler yerle bir edildi, milyonlarca insan göçertildi, halklara soykırım uygulandı, mezhepsel çatışmalar körüklendi, milliyetçi-dinci-kadın düşmanı faşist rejimler palazlandırıldı. 2024 yılı bunun zirve yaptığı bir yıl olmuştur. 7. Ekim 2023’te İsrail-Hamas arasında başlayan, Filistin halkına karşı soykırım ile devam eden, giderek Lübnan’a ve oradan da Suriye’ye doğru genişleyen savaş, onbinlerce insanın yaşamına mal olmuş, milyonlarca insanın yerinden-yurdundan edilmesine yol açmıştır.
Keza, 2024 yılı işgalci Türk devletinin başta Medya Savunma Alanları olmak üzere, Rojava, Şengal ve Mexmur’da Kürt halkına yönelik soykırım savaşını topyekün olarak yürüttüğü bir yıl olmuştur. Medya Savunma Alanları’nda TC’nin, işbirlikçi-ihanetçi KDP’yi de yanına alarak yürüttüğü işgal saldırılarına karşı en zorlu koşullarda profesyonel gerillacılık temelinde tarihsel bir direniş sergilenmiş; TC’nin işgal konseptinin sonuç alması engellenmiştir. Şehit Erdal ve Rojhat, Şehit Asya ve Rojger yoldaşların TC’nin kalbinde gerçekleştirdikleri fedai eylem çizgisi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin daha üst düzeyde eylem gücü ve kapasitesini ortaya koymuştur. Eylemin niteliği, mücadele tarihimizin bu dönemine damgasını vurmuştur. 31 Mart 2024’te topyekün savaş ve saldırıların gölgesinde gerçekleştirilen yerel seçimlerde uzlaşı ve ittifak politikaları ile önemli sonuç elde edilmiş, ana muhalefet cephesinin AKP-MHP faşist rejimine karşı güçlü sonuçlar elde etmesine vesile olmuştur.
Tüm kıtalarda Rêber Öcalan sahiplenildi
Yıla damgasını vuran diğer önemli bir gündem de, özgürlük paradigmamızın evrensel düzeyde açılım ve gelişim göstermesine vesile olan ‘Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kürt Sorununa Siyasi Çözüm Hamlesi’ olmuştur. Hamle, Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin potansiyelini, bütünlüklü ve topyekün olarak harekete geçirme konusunda eksik kalıp daha güçlü sonuçları gerektiği ölçüde açığa çıkartmamış olsa da, hızla evrensel düzeyde sıçrama yaptırmıştır. Soykırımcı-faşist TC’nin tecrit politikalarını kırmamış olsa da, uluslararası zeminde ileri düzeyde baskı yapmıştır. Dünyanın önde gelen aydın ve akademisyenleri, hukukçuları, en önemlisi de bütün kıtalarda halklar, kadınlar ve emekçiler Rêber Öcalan’ı sahiplenmiş ve özgürlüğü için çalışmalar yürütmüş, eylemler gerçekleştirmiştir. Kürdistan’da ve Türkiye’de giderek daha radikalleşen ve eyleme geçen toplumsal bir sahiplenme yıla damgasını vurdu. Bu sahiplenme giderek daha ileri düzeyde bir gelişme göstermektedir. Düşmanın Kürt halkının kazanımlarına el koyma politikası olan kayyumlara karşı gelişen direniş, Önderlik Hamlesi ile ortak zeminde buluşarak ivme kazanmaktadır. Kürt halkının, bölgedeki değişken durumu ve yeni süreci büyük bir direniş ve örgütlü irade ile karşılaması büyük önem arz etmekte.
Faşist Devlet Bahçeli’nin çağrıları ile faşist Erdoğan’ın Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik açıklamaları, Rêber Öcalan ile 23 Ekim’de gerçekleştirilen görüşme; 2024 mücadele yılını aşacak ve stratejik gelişmelerin yaşanacağı yeni bir yıla işaret etmektedir. Yaşanan bu gelişmeleri, verilen mücadelenin yarattığı sonuçlardan ve aynı zamanda Ortadoğu’daki gelişmelerden bağımsız ele alamayız.
Küresel hegemonyanın yeni uluslararası sistemi
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler karşısında korku ve telaşa giren faşist AKP-MHP iktidarı, “iç barış”, “yumuşama”, “kardeşlik” adı altında -özünde teslimiyeti dayatan- bir gündem başlattı. Rêber Öcalan 23 Ekim’deki görüşmede, bu şantaj ve hileli yaklaşımı “Tecrit devam ediyor” cümlesi ile ifşa etti. Nitekim görüşmenin hemen akabinde yaşanan kayyum atamaları, sınır ötesi operasyon ve soykırım tehditleri ile faşist iktidarın Kürtleri yedeğine alarak bu kritik süreci en az hasarla atlatmak gibi bir hesap içerisinde olduğu bir kez daha görülmüş oldu. Bu gelişmeler, bölgesel denklemden ve son 25 yıllık TC’nin Kürt düşmanlığından kopuk ele alınamaz. Her şeyden önce; küresel hegemonyanın yeni uluslararası sistemi, ilişki ve dengeleri Ortadoğu merkezli şekillenmektedir. Burada oluşacak yeni dengeler ve ilişkiler yeni küresel sistemi şekillendirecek potansiyeldedir. Küresel hegemon güç çekirdeği yine Ortadoğu zemininde şekillenmekte. ABD-İngiltere ve İsrail bu çekirdek gücü oluşturmaktadır. Hindistan Çin’e karşı yükselen bir güç olarak, Suudi-BAE-Ürdün-Mısır, Yunanistan, Kıbrıs yeni Ortadoğu’nun şekillenmesinde şimdiden bu sistem içerisinde yer alan ve az-çok rol üstlenmiş olan ülkeler olmaktadır. Bölgede durumu bütün güçlerden daha kritik olan ve bölgenin yeniden dizayn edildiği yeni yüzyılda buna hiç hazır olmayan, bu sürecin dışında bırakılmış görünen ülke Türkiye’dir. Faşist-soykırımcı AKP-MHP rejimi, son on yılda yürüttüğü yanlış politikalar ile hem uluslararası hegemon güçlerin bölge politikaları önünde engel oluşturarak bu güçlerden -özelde Kürtler’e karşı- soykırım savaşında sonuna kadar faydalandı, hem de bölgesel hegemon güç olma iddiasıyla mezhepsel saldırgan bir politika izledi. Bu politikaları ile bölgede ciddi bir yalnızlaşmayı yaşadı. ABD-İngiltere ve Rusya arasındaki çelişkilerden faydalanma yoluna gitti, ikili politikalarda ısrar etti, bu yolla Kürt soykırımını tamamlama adına olabildiğince dar-pragmatist ve konjonktürel ilişkilerle bölgede defacto durumlar üzerinden kendini dayattı. En basit konularda bile Kürtlere karşı imha ve soykırımı hep şart olarak öne sürdü.
Türkiye sürecin kenarında kalmıştır
2020-21’den itibaren dış politikada yaşadığı yalnızlaşmayı aşmaya dönük kimi adımlar atmaya çalıştı. Arap devletleri ile ‘normalleşme’ adı altında ciddi tavizler de vererek açılım yapmaya çalıştı. Yine aynı şekilde özellikle Kürdistan’ı sömürgeleştirmiş olan İran, Suriye ve Irak ile de ilişkilerini yoğunlaştırmaya, antiAmerikancı söylemler ve sözde bölge projeleri üzerinden Kürt karşıtı bir ittifak politikası geliştirmeye çalıştı. Kendisini ABD-İngiltere hegemonyasına kabul ettirmek ve aynı zamanda özellikle Rojava’da Kürt karşıtı ittifakı geliştirmek amacıyla Rusya ile ilişkilerini ilkesizce derinleştirmeye ve ardından BRİCS ile ilişkilere yöneldi. Özellikle Hindistan’da gerçekleştirilen G-20 zirvesi ile TC, bölgenin yeniden dizayn sürecinde dıştalanmasıyla, hem Azerbaycan üzeri Kafkasya alanında kendisini etkili kılmaya ve kabul ettirmeye çalıştı ve hem de “Kalkınma Yolu” adı altında sürece dahil olmaya yönelik kendisince adımlar attı. Irak’ın zayıflıklarından da faydalanarak özellikle PKK karşıtı mutabakat geliştirdi. İsrail ile yoğun ve tarihsel-stratejik ilişkileri ile birlikte İsrail karşıtı, ABD karşıtı söylemlerle ve Irak ile yapılan mutabakat üzeri İran’ı Kürt karşıtı ittifaka çekmeye çalıştı. Bütün bu çabalar ve geliştirilen politikalar taktikseldi; aslında Türkiye’nin mevcut pozisyonu ile stratejik politikalar geliştiremediği, ne gelişen yeni dengeleri tümüyle bozabilecek, ne tam içerisinde yer alabilecek ve ne de alternatifini geliştirebilecek pozisyonu yoktur. Bunun, bir yandan Türkiye’nin kendi dış politikası ve Kürt sorunu ile alakası olduğu kadar, uluslararası hegemon sistemin çok hızlı bir şekilde bölgesel güç dengelerini dizayn etmek istediği konseptle de alakası vardır. Her açıdan Türkiye bu süreçte oldukça zayıflamış, gecikmiş durumda ve sürecin çok kenarında kalmıştır. İleride Türkiye’nin bu uluslararası güç sistemi içerisinde nasıl ve ne kadar yer alacağı ciddi bir soru işaretidir. Hele de İran’ın uluslararası sistem ile uzlaşma ihtimali, Suriye’nin minimal düzeyde, en az hasarla bazı çözümlere hazır olabileceği düşünüldüğünde, yine Rusya’nın bölgede İsrail ile zımni uzlaşma eğilimleri göz önüne alındığında, oluşan dengeler TC açısından birçok hızlı ve defacto durumlara açılmış bir kapıdır.
Kadınlar toplumsal mücadeleye yön verdi
Dört parça Kürdistan ve yurtdışı yapılarıyla örgütlü ve özgürlükçü Kürtler’in oynayacağı rol ve alacakları pozisyon önümüzdeki süreçte çok önemli olacaktır. Kürtler, Ortadoğu’nun yeniden dizaynında, yeni güç dengelerinde başat bir aktördür. Özgür Kürdün miladı başlamıştır. Ortadoğu’da yeni süreçte politika yapmak isteyen her güç, Kürt politikasına sahip olmak zorundadır. Bu, illa da Kürtler ile ittifak olmayabilir, Kürtler’in kontrol altına alınması ve kullanılması, minimalize edilmesi ya da bir şekilde radikalliği törpülenerek sisteme entegre edilmesi de olabilir. Diğer bir husus ise; Kürtler’in ve Kürt sorununun böyle bir süreçte sadece ilgili sömürgeci devletlere bırakılmayacağıdır. Çünkü bölgede hangi güç Kürtlerle ilişki kurarsa, bölgenin dizaynında el yükseltecek ve kazançlı çıkacaktır; ya da hangi güç Kürtleri karşısına alırsa eli bölgesel konum itibarıyla zayıflayacaktır. Böylesine kritik bir süreçte TC’nin gerçekten çözüm isteyip istememesinden, savaşı barışa evriltebilecek gücünün olup olmamasından, ya da savaşı topyekün bir soykırıma dönüştürüp dönüştürmeyeceğinden öte -ki özelde Rojava’ya yönelik işgal saldırıları olabilir-, esasta Rêber Öcalan’ın, bu adı konulamayan ve hiçbir şeye benzemeyen ‘süreci’ nasıl yöneteceği belirleyici olacaktır. O nedenle Kürtler ve kadınlar olarak tüm gücümüzle, Rêber Öcalan’ın elini güçlendirmek, Özgürlük Hamlesi’ni daha da yükseltmek ve tecriti kırmak için mücadele ve başarıya kilitlenmeliyiz. Kürtler, kadınlar ve bölgedeki kardeş halkların, olağanüstü gelişmelere anında cevap verebilecek bir pozisyonda olması, öz savunma ve ortak örgütlülüğünü geliştirmesi elzemdir. 2024 yılında ulus devletlerin, ataerkil sistemin savaş ve her türden kırım politikalarına karşı alanlara çıkan, itiraz eden, örgütlenen ve direnen kadınların duruşu toplumsal mücadeleye yön vermiştir. 2025 mücadele yılının rotasını belirleyecek ve gelişmeleri halklar lehine evriltecek olan da bu özgürlükçü kadın duruşu ve direnişi olacaktır.