Seni düşünürken durup dururken aklıma geldi de
Hava soğuk demezdi annem.
“Dünya soğuk” derdi.
Dünya soğuk, ateş kalpli kara gözlüm.
Karlardan, zemherilerden azade, dünya soğuk bir yerdir vesselam.
Ah be anne üşümeyeyim diye önümü ilikleyeceğine ölümü ilikleseydin ya…
Dile kolay, 24 yıl… Dile kolay geliyor söylemek… 24 yıl, her günü ateş, savaş, ölüm ve zulm. Hıncahınç isyan ve kavgayla dolu 24 yıl… Tam 24 yıldır tanıyordum o kara gözlü güzeli… Bunca yılı nereye sığdıracağımı bilemedim. Katlayıp katlayıp yastığımın altına mı saklasam kalayladıkça parlayan kurşun gibi ağır yıllarımızı… Güvercin misali gökyüzüne mi uçursam deli dolu özgür zamanlarımızı… 1999 yılının yaz ayı Cudi dağının yamaçlarından Haftanin’e doğru yol almış gidiyoruz. Eylem keşfinden dönüyoruz. Verdiğimiz kısa dinlenme arasında arkadaşların açtığı radyodan İstanbul’da büyük bir deprem olduğunu duydum. Sonra arkadaşların üzülerek çıkardığı nırç nırç seslerini… Herkesin morali bozulmuştu. Ağır aksak noktaya vardık. Bir çay içtikten sonra komutan arkadaş yanıma gelip “biliyorum bütün gece yürüdün, yorgunsun ama arkadaşların bazıları tepede, bazıları da görevde, ben de ekmek yapmalıyım. Sen biraz dinlendikten sonra gelen yeni şervan arkadaşı suya götür banyo yapsın” dedi. Yeni şervan mı gelmişti, etrafıma bakındım kimseyi göremedim. Komutanım az yukarıyı göstererek, “adı Şaristan” dedi. Yan oturmuş, omzu üstünden bize bakıyor. Karşısında duran bir ressama poz verir gibi nazenin bir edayla duruyordu.
Cennet bahçesinde bir şervan
Biraz sonra Şaristan ile vadinin derinliğinde akan ırmağa doğru yol aldık. Yol boyunca konuşmadık, arada ayağımız takılıp sendeleyince birbirimize bakıp gülümsedik o kadar. Karşımızda Partizan tepesi, arkamızda Xantur… Aşağılar cennet bahçesi gibi. Nar, üzüm, incir, dut, ceviz, çınar ağaçları ırmağın iki yakasına dizilmiş, akan suya şükür ediyorlar. Şaristan’ı daha önce heval Emgihan’ın bana gösterdiği masmavi gölete götürdüm. Çok yorgundum hemen bağdaş kurup oturdum. Şaristan ceplerini boşaltıp dizimin yanına, şutikini de belinden çözüp yere bıraktı ve elbiseleriyle gidip suyun içinde oturdu. Suyu avuçlarında havaya kaldırıp ırmağa döküyor ve bunu tekrar tekrar yapıyor. İşte o zaman daha dikkatli baktım yüzüne, gözlerine… Çok güzeldi. Gözleri, hele gözleri, güzelliğin ötesine geçen bir derinlik ile bakıyordu. Bir süre öylece izledim O’nu. Kuş cıvıltıları, suyun sesi, yaprakların hışırtısı, esen serin rüzgâr ve ceviz ağaçlarının dinginleştiren kokusu yorgun bedenimi uykuya çağırıyordu. Ama Şaristan’ı suyun içinde böyle savunmasız bir halde bırakıp uyuyamazdım. Baktım hala su ile oynuyor, içimden hallahalla dedim; bu arkadaş yıkanmaya değil sanki suda oturmaya gelmiş, tamam yeni şervan ama ne yapacağını bilen, akıllı, kendinden emin bir havası olduğu için de çekinip “Heval elbiselerin kurusun diye yıka da asayım” diyemiyorum. Uyumamak için yerdeki çalı çırpı ve taşlarla şekiller yapıp durdum, yaptığım şekilleri bozdum, elim durmadı Şaristan’ın dizimin kenarına bıraktığı eşyaları arasında gözüm deftere takıldı. Oldum olası defterler ve kitaplar zihnimi uyandırırdı, algımı açardı. Defteri elimde evirip çevirdim ama kapağını açmadan geri yerine bıraktım. Kadifemsi, ılık ve samimi bir sesin “okuyabilirsin” dediğini duydum. Biraz utanarak başımı kaldırdım ve Şaristan’ın o dünyaya bedel gülümsemesiyle karşılaştım. Çok güzeldi, çok…
Birbirine karıştı hayatlarımız
Defteri açıp okumaya başladım. “Sultanım” diye hitap ettiği birine yazmıştı günlüğünü, okudukça anladım ki annesine “Sultanım” diyor ve günlüğünü ona hitaben yazıyor. Yol maceralarını, ilk heyecanlarını, amaçlarını, dağlara gelme sebebini ve daha bir sürü duygusunu paylaşmıştı annesiyle. Ne güzel düşünmüş ne güzel duygulanmıştı. Ne zarif bir davranıştı annesine kendini ve dağları anlatması. Günlüğünde bir şey daha gördüm ki heyecandan kalbim tekledi. Üç sivil arkadaşım da (Pervin, Sabahat ve Aydın) gerilla saflarına katılmış, isimlerini Dilşer, Jiyan, Binevş yapmışlardı ve Heval Şaristan ile beraber Besta’da yeni şavaşçı eğitimi görmüştü. Beraber çektikleri fotoğrafa dakikalarca baktım. Günlüğünde Jiyan’ın hep yüksek kayalarda oturduğunu, Binevş’in sesinin güzelliğini ve Dilşer’in de çok bilinçli, duyarlı ve olgun bir arkadaş olduğunu yazmıştı. Daha ilk merhabada birbirine karışan hayatlarımız, birbirine değen yüreklerimiz bütün yabancılığı fersahlarca uzaklaştırmıştı bizden… Bizleri buluşturan ne kader ne de tesadüftü, bizi özgür irademiz ve yüreklerimizin sesi buluşturmuştu. Heval Şaristan’ın duruşunda ciddi, halkının özgürlüğü için sorumluluk kaldırdığının bilinci çok belirgindi. Uluslararası komploya karşı öfkesini dağlara taşımış, Reber Apo’nun yoldaşı olmaya gelmişti. Nereye geldiğini ve ne yapması gerektiğini biliyordu. Sade ve çok özlü davranışları vardı. Öz olandan kopmayan bir sürü güzelliğini keşif ettim kısacık bir zamanda. Bu Botanlı güzel kadının erdemlerini sonraki yıllarda daha iyi anlayacaktım ama tanıştığımız ilk gün bana yetmişti. İnsanlık tarihinde betimlenen bir melek sureti vardı ama bizim Şeromuz o meleklerden daha melekti.
Su damlası gibiydi
Şimdi düşünüyorum da 24 yıldır tanıdığım bu duru su damlası gibi yoldaşımın ağzından kötü tek bir kelime duymadım. Hiç kimseyi incittiğini görmedim. Bize yaşattığın güzel anlar için sana şükran borçluyuz asil güzellik… Zin’in erkek arkadaşlardan çaldığı kuzine sobasında bize börek yapmıştın hatırladın mı? Dağların meşhur sunucusu Hindistan arkadaş ile deli katırımızın peşinden koşturduğumuzu ve Hindistan’ın “Şero, Şirin Payzın katırların peşine verip görevlere gidiyor mu ki sen beni böyle katırın peşinde dağlara taşlara vuruyorsun” deyişini ve kahkaha ile gülüşümüzü ya? Kedimizin (Şukufe’nin) kendini ispatlamak için avladığı fareleri getirip battaniyenin altına sıraya dizdiğini hatırladın mı? Geceleri intişara çıktığımız tepede Zinarin ve Rojbin ile karanlıkta halay çekerdin hatırladın mı? Xazır suyunun kenarından toplayıp noktamıza kadar getirdiğimiz yeşil yosunlarla bir kayanın üzerine kocaman harflerle “Jinê Çiyayî” yazdığımızı ya da? Bütün anılarımız hafızamda capcanlı ve sanki biraz sonra gelecekmişsin gibi bir his hiç terk etmiyor ruhumu… Biz seninle yaşadığımız hiçbir şeyi unutmadık. Unutmayacağız… Hayatlarımıza destansı güzelliğini nakşettin bunu nasıl unutabiliriz?