Kıyamet nedir? Deccal’ın ortaya çıkıp insanları kandırmaya başlaması mı? Gökyüzünün bir anda kızıla çalması ve her şeyin yerle bir olması mı? Nedir bu kıyamet dedikleri? Aç olanın kırılması veya tok olanın yemekten kusması mı? İnsanların birbirine kıyması mı? Güçlünün zayıfa, büyüğün küçüğe eziyeti mi? Kıyım, soykırım, kökten yıkım mıdır, nedir bu kıyamet dedikleri? Çünkü bir şey koptu ve kopan şeyi tanımlamak şart. Evet, yaşanılanlara bir isim koymalı, ne de olsa bulanık suda yüzmek mümkün değil. Memlekete “darbe girişimi” diye bir deneme bile oldu. O dönem kimin kime nerede ‘girişeceği’ belli olmadığından herkes biraz kendini kollama seansındaydı… Başka da neler neler olmadı ki?
Daha önceleri şükür ediyordum “Allah’a; Hz. Muhmmed’in Allah’ın son gönderdiği peygamber olduğunu açıkladı da bu AKP’liler Erdoğan’ı son peygamber ilan edemiyorlar” diye. Ne kadar sevindirik oluyordum anlatamam… Fakat üzüntü ve şaşkınlık hali tez vakitte geliyor. Derin bir nefes alarak söylüyorum ki, sözüm ona üniversite rektörü, profesör, üstüne üstlük doktor diye bilinen biri “darbe girişimine”, “Allah’a karşı bir kalkışmadır” tanımını yaptı. Allah sizi inandırsın bir an yutkunmakta zorlandım. ‘Beterin beteri vardır’ diyorlar ya durum aynen öyle. Ben peygamberimizin yeri sağlam diye sevinirken, haşa huzurdan, meğer onların gözü Allah’ın yerindeymiş. Vay be! Kaderde bunu da görmek varmış. Bu nasıl bir hırs ve hırsızlıktır ki, Allah’ın koltuğuna kadar elini uzatıyorsun… Haşa sümme haşa!… Pes, demekten kendimi alıkoyamıyorum. “Var mı bunun ötesi?” diye soracaksınız. Ho hooo bu ne ki, daha neler göreceğiz… ‘Kıyamet’ diyorum anlayan yok. Allah’a şirk koşmak da kıyamet alametlerinden değil mi? Oysa biraz sevindirik olmuştuk, dinimizde açık yok diye. Demek ki, sevinmeden önce tüm açıkları bir daha gözden geçirmek lazımmış! Gerçi hiç açık yoktu ama kimin aklına Allah’a şirk koşmak gelir, bilemiyorum. Bildiğim kadarıyla İblis’in de aklından geçmemiş. Elbet Tanrı’ya “darbe girişimi” ya da “kalkışma”nın da bir gazabı olacaktır… Umarım o gün geldiğinde birileri çıkıp “seçilmiş Allah’ı destekliyorum” gibi gereksiz bir laf etmez. Çünkü arkanda dağ olsa kendini kollayamazsın!?! Benden söylemesi…
Sanıyor ki akıttığı kan onu cennete taşıyacak
Ama ben size dedim tanım çok önemli diye. Öbür tarafa gittiğimizde tanrı soracak; “ne yaşadınız?” diye. “Çok şey gördük, yaşadık tanrım. Bu fitne, fesatçılar bize bir şey yaptı ama ne olduğunu bilmiyoruz. Canımız yanıyor” diyemezsiniz. İşte Minbic’te takmışlardı gerizekalının boynuna bir tane anahtarla bir düdük, o da durmadan kafa kesiyordu. Sanıyordu ki akıttığı kan onu cennete taşıyacak ve cennetin kapısına ulaştığında o anahtarla kapıyı açacak. Çaldığı düdükle de huriler kapıda sıralanacak. Eee sıralanmışken, “huriler rahat! Buraya kadar gelmişsen cennetin de açılışını yaparak sevaba girelim. Kurdele nerede?..” Alışkanlık işte, elde anahtar, boyunda düdük, oohh! Gelsin şarap, gitsin yemek… Vur patlasın, çal oynasın… Ben bu işin mantık boyutunu geçtim anam. Aramıyorum mantık falan. Ama merak ediyorum; bu nasıl bir açlıktır ki, Allah sizi bu dünyanın nimetleriyle doyuramıyor? Bu nasıl bir cinsel doyumsuzluktur ki cennetteki hurilere musallat oluyorsunuz? Bakın, demedi demeyesiniz diye diyorum; sizi hiçbir cennet fikri terbiye edemez. Bitmez, tükenmez bir açlık haline hangi huri dayansın? Düşünüyorum da, bence ‘cennet’ erkeğin ruhuna atılmış en büyük kancadır. Erkeklik, erkeği boyunduruk altında tutmak ve kadından yana kültür geçişini engellemek için böyle bir cennet tasviri uydurmuş. Duygularını terbiye etmekte zorlanan ve yaptığını “şeytana uydum” ile açıklayan bir erkeği “nasıl en iyi kontrol altında tutarım” olgusuna takılmış bir kancadır. O gün bugündür de peşinden gidiyor. Düşünsenize hiç bir şeyin doyuramadığı erkekliği cennette doyuma erdirmek… Bir de sonsuzluk gibi bir kavram içinde… “Denizden babası çıksa” yer yani…
Yanlıştan dönmek insana hastır
Bu ara böyle tiplerle karşılaşmaktan hakikatten seviye dengesizliği yaşıyorum. Zaten bir medcezir hali var üzerimde, üstüne bir de yerleri süpüren bir seviye olunca bünyem eksilere düşüyor. Dikkat edin “eksiler” diyorum, rakam vermiyorum. O derece yani… Zaten bir seviye sorunu vardı, şimdi o da yerde. Açık söylüyorum bu cennet tasviri oldukça, hangi erkeğin adını bilmem ne koyun kurtarmaz yani. İster Rahim, ister Rahman, bilemediniz Azad, ne olursa olsun kurtarmaz. Erkek yuttuğu kölelik zokasından kurtulmadıkça daha çok böyle anahtar ve düdükle dolaşır… He heeey! Durun siz böyle, bir de “kadın çabuk kandırılıyor” diyorlar. Bakın size bir şey diyeyim, kadın atılan yalana değil, yarattığı şeye inanır. Siz ise yarattığınıza değil attığınız yalana inanırsınız. Bunu neden söyledim, hani diyorsunuz ya “kadın ile erkek arasındaki fark nedir?” diye. İşte o farklardan biri de budur. Umarım bu söylediğimizi unutmazsınız. Demem o ki, değerli okuyucular, küfür Erdoğan’a mahsustur. Yanlıştan dönmek insana hastır. Sevmek kadına da, erkeğe de yakışır. Fakat bu işler öyle Allah’ın koltuğuna el atma, elde anahtar, boyunda düdükle gezerek olmaz. Kıyamet alametleri bunlar… O yüzden seviyeyi eksilere düşürmeyelim. Eksiklere düşen seviyenin sonu ‘kara toprakta biter’!?! Bilmem anlatabiliyor muyum?