Sevgili okuyucu; sen hiç sevdiğin birinden ayrı düştün mü? Terk edildin mi “sevdiceğin”den? Ayrılık acısı öyle ciğerine ciğerine işledi mi? Günlerce “beni neden terk etti?” diye kendini yiyip bitirdin mi? Sevdiğini sandığın zatın bir başkasını sevdiğini düşünerek için için kemirdin mi beynini?
Sevilmediğin fikri, tüketti mi seni? Kahırdan hayata küstün mü? Yıllarca yas tutun mu? Üstelik de işe yaramazın biri için, tükettin mi hayatı? Şarkılar dinledin mi ayrılık üzerine? Dinledikçe yarana tuz basıp, kanattın mı? Ne yaptın, aşk acısından bir ömür yas mı tuttun? Söyle okuyucu, “aşkın” seni terk edince ayrılık acına merhem buldun mu? Yoksa hep terk eden sen miydin?
Herkes kadında kusur arar
Elbette kadınlar da terk ediyordur, fakat bence en fazla terk ediliyordur. Neden? Çünkü sevmese de katlanma gibi bir huyu vardır kadının. O yüzden genelde aşkta ekilir. Ayrılık öyle bir çarpar ki, hayatı yeniden kuramaz. Ondan sonrası çöküş sürecidir. Sevgilisi tarafından terk edilmişse, çevre ona birini arar. Herkes onun adına, ona “iyilik” yaptığını düşünerek bir eş arar. Olur ya da olmaz ama acısını içine gömer yürür. Fakat her hatırladığında taze bir acıymış gibi içer. Evliyse işler sarpa sarar. Ailelerden çevreye herkes kadında kusur arar. “Adamın gözü dışarıda olduğuna göre demek kadın kadın değilmiş. Kadın olsa kocasını elinde tutardı” gibi kadınlıktan bihaberlerin aşağılayıcı sözlerine maruz kalır. Bunu diyenler de sözüm ona “hayat tecrübesinden” konuşuyordur. Onlar toplum adına, topluma yararsız, kadınlık aleyhine hayat deneyimlerinden dem vuruyorlardır. Zaten herkes herkesin iyiliğini düşünüyordur. O zaman bunca kötülük nasıl doğdu? Gerçi “cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir” derler. Böyle iyilikler de var, kadını cehenneme sürükleyen…
‘Terk edilen kadının cephesi’
Tabi bir de terk edilen kadının cephesi vardır: “Ben ona kadınlık yapmadım mı? Ben o kadın kadar iyi değil miyim? Onda ne buldu?” diyen kadınlar… İnan sevgili okuyucu, “Ben bu adamı eve getirmezsem ben de bilmem ne olayım” deyip defolup giden erkeğin peşinden giden kadınlar tanıyorum. Ayrılık acısından mı, cehaletten mi böyle yapıyor, bilmiyorum. Fakat sırf bu yüzden, aşırı üzüntüden 3 ayda 90 kilodan 45 kiloya düşen kadın gördüm. Niye? Kadına, “kadın olsaydın, kocanı elinde tutsaydın” demiş adamın ailesi. Şimdi bu duruma nereden baksam çirkeflik akıyor. Ama herkes böyle mi, değil. “Cennet yüzü görmeyesin” diyerek kapıyı kapatan ve bir daha açmayan kadınlar da biliyorum. Zor olmuştur ama tüm cesaretiyle o kapıyı kapatmıştır. Sırf bu yüzden acı duymuş, hüzünlenmiş veyahut gizli bir yas tutmuştur. Bir çeşit ayrılık acısı yani, üstünden atamamıştır bir ömür…
Artık ayrılık acısının bir çaresi var
Peki yok mudur ayrılık acısına bir merhem, bir çare? Müjdemi isterim sevgili okuyucu, artık ayrılık acısına bir çare buldular. Çok şükür ömürlük yaslara veda edilebilecek. Çekip gidene “dünyadan öte yolun var” denilebilecek. Gerçi bulunan çare merhem değil, yani krem gibi alıp kalbinin üstüne sürmüyorsun. Bir çeşit elektrikle tedavi ediyorlar. Hani “elektrik” alıp aşık oluyorsun ya, elektrikle ayrılık acısını da alıyorlar artık. Yani aşık olurken alıp verdiğin elektriği sonradan acı duymayasın diye geri veriyorlar. O zaman ayrılık-mayrılık acısı diye bir şey kalmıyor. Allah sizi inandırsın şaka yapmıyorum. Az biraz abartmış olabilirim ama şaka yok.
Şimdi ayrılık acısı yaşayan bir grup insan üzerinde yapılan deney sonucuna göre ayrılık acısı dindirilebiliyor.
Nasıl mı? Kafana bir başlık takıyorlar. Tabi sıradan bir başlık değil, transkraniyal doğru akım uyarımı (tDCS) denilen bir başlık. Olay şu: Yapılan araştırmada “denek”lere yani ayrılık acısı yaşayanlara günde iki kez 20’şer dakika takılan başlıklarla beyne hafif elektrik akımları verilmiş. Tabi beynin her yerine değil, ön loblarına. Özellikle de dorsolateral prefrontal korteks (DLPFC) denilen bölgeye verilen hafif elektrik oldukça sonuç alıcı olmuş. Bilimsel olarak bu DLPFC denilen bölge beynin son evrimleşen kısmı oluyor. Gelişim süreci erken yetişkinliğe kadar devam ediyormuş. Ben demiyorum tabi, sözlük öyle diyor. Yani bu bölge işleyen bellek ve yönetici dikkatten sorumludur. Lakin gördüğünüz gibi duygu yönünden son derece de hassas. Gördüğüne gönlü kayıp elektrik veriyor, ayrılık olunca işi yönetemiyor, sorumluluk alamıyor. Camdan daha kırılgan hale geliyor. Ne yaparsanız, duygularınızdan, düşüncelerinizden, kalp ritimlerinizden hatta ağzınıza geleni söyleme biçimsizliğinizden bile sorumlu. O yüzden DLPFC bölgemiz biraz hassas, eee tabi sorumluluk kolay değil.
Egemenin elindeki bilime hiç güvenim yok
Velhasıl araştırma sırasında ayrılık acısıyla yas tutma arasındaki bağı tespit etmişler. Görüntülemişler bir yerde. Ayrıca ayrılık acısı semptomlarının yanı sıra depresif ve kaygılı durumlarda da iyileşme görülmüş. Yani anksiyete derdine de derman bulunmuş. Gerçi ben pek çok şeye derman bulunduğunu düşünüyorum ama benim egemenin elindeki bilime hiç güvenim yok. Hele o “üretken yapay zeka” denilen silikonlu, teneke tipli şeyden çok ürküyorum. Günümüzde bir bu AKP’liler, Erdoğan ve sülalesi, diyanet işleri, bir de Trump ve bilgisayar programcıları ile sanal medya sahipleri kadar hırsız yok. Ama bunlar içerisindeki en büyük hırsız ha bu üretken yapay zeka denilen silikonlu teneke yığını. Düşünceleri geçtim, duygularımızı çalıyor. Korkarım yarın öbür gün ayrılık acımızı bile çalar. Ya ben ne diyorum, sabahtan beri artık ayrılık acısı yaşamayacaksınız demek için çırpınıyorum. Yazının sonunda ayrılık acımızın çalınmasından korkuyorum. Star akıl, fikir versin… En önemlisi; hayatın boyunca ayrılık acısı tatmayasın sevgili okuyucu. Hayat dilediğin gibi olsun…