Günümüzde Üçüncü Dünya Savaşı değerlendirmeleri uluslararası hegemon sistemin iç siyasi güç dengeleri ve çatışmalarını kapsayan çeperleri fazla aşamamakta. Oldukça eril bir mantık, algı ve dil bu konuda dayatılıyor. Dünya ekonomik büyümenin iki katından fazlası silahlanma alanına harcanmakta; 2.443 trilyon dolara varmış bütçesiyle tarihin belki de şimdiye kadarki en yüksek silahlanma oranı. Aynı zamanda silah sanayiisinin en büyük vurgunu. Bu oranın büyüklüğünü daha tasavvur edilebilir kılmak için; dünya sağlık araştırmaları için toplam 100 milyar (!) dolar harcanmış olduğu belirtilebilir.
Kapitalist modernitenin 21. yüzyıl savaş doktrini, algı yönetimi ve manipülasyonlarla profesyonelce dizayn edilerek tarif edilmektedir. Ortada büyük ve oldukça da etkili bir kurnazlık var. Savaşın da, düşmanlığın da, dostluğun da, taraflılığın da çok flulaşmış, soyutlaşmış, en önemlisi de insanlığın hafızasında kalıcılaşmadan bir bulutumsu tasavvur olarak oluşup kayboluvermektedir. Düşman kim, dost kim, kim neye düşman ve neden düşman; bu savaş esasta nasıl bir savaş?
Bir yılda 89 bin kadın katledildi
Üçüncü Dünya Savaşı’nın diğer önceki dünya paylaşım savaşlarından en ayırt edici karakteri kapitalist sistemin kendi iç rekabetini çok daha kontrollü; buna karşın esas savaşın doğaya, topluma ve kadına karşı yürütülmesi oluyor. Cinsiyetçilik, tarihin en sistemli ve yaygın savaş biçimi haline getirilmiştir. Resmi kayıtlar bile bunu kanıtlamaya yetmektedir. BM açıklamalarına göre 2022 yılında 89 bin kadın katledilmiştir. Her saat başı 5 kadın öldürülmekte. Türkiye’de yüzde 38 oranında kadın aile içi ve dışı şiddete maruz kalmaktadır. ABD’de bu oran yüzde 35’tir. 31 ülkede 200 milyon kadın sünnet edilmekte. Hindistan’da 2000-2019 yılları arasında 9 milyon kadın kayıtlara kayıp olarak geçti. Ya doğum öncesi ya da doğum sonrası kız oldukları için hemen öldürülmekteler. Bunlar resmi olan istatistikler. Esası bunun birkaç katıdır.
Hukuk engelleyici değil teşvik edici
Toplu veya toplu olmayan tecavüzlerde çok hızlı bir yükselişle birlikte bu tür saldırılar neredeyse rutinleşmiş durumda. Kadına yönelik şiddeti önlemeye dönük uluslararası anlaşmalar veya hukuki işlemler giderek şiddeti teşvik edici hale gelmiştir. Burada en çok vurgulanması gereken; bu yükselişin küresel düzeyde ve çok sistemli bir şekilde geliştirilmesidir. Dinciliğe, milliyetçiliğe dayalı faşist dikta rejimlerin yükselişi ile birlikte etnik soykırım ve demografya değişim politikaları açık bir şekilde yürütülmektedir. 35 bin kadın, erkek, yarısı çocuk bir çırpıda kıyımdan geçirilmekte, fakat soykırım mıdır, değil midir tartışmaları kamuoyuna dayatılmakta; savaşta en büyük vurgunu yapan silah sanayi holdingleri aç ve sussuz bırakılan insanlığın kafasına bombanın yanında ölümcül “yardım paketleri” yağdırmakta!
Paramiliter çeteler kıtadan kıtaya taşınıyor
Aynı tehlike dünyanın her yerindeki etnik yapılara yönelik olarak yaşanmaktadır. Dinci-ırkçı eril zihniyet toplumlara en yüksek düzeyde pompalanmakta, toplumlar arası düşmanlık dünyanın her yerinde çok tehlikeli bir düzeye vardırılmaktadır. Ranta dayalı doğa katliamları ve ekolojik yıkım, tarihin en yüksek noktasına vardırılmıştır. DAİŞ, El Kaide, Boko Haram ve benzeri paralı ve her türlü vahşete, katliam, talan ve başka kirli işlere koşturulabilen paramiliter çeteler kıtadan kıtaya taşınmakta, halklara, kadınlara ve inançlara karşı kullanılmaktadır. Yoksullaşma ve savaş koşullarının beraberinde getirdiği göçler, intiharlar, insan kaçakçılığı, yükselen fuhuş ve uyuşturucu ticareti ve daha sayabileceğimiz birçok gelişme, 3. Dünya Savaşı’nın gerçek yüzüdür.
Kadınlar savunmasız bırakılmak isteniyor
20. yüzyılın “İnsan Hakları Bildirgeleri”, “Siyasi Kültürel Hakları”, ya da “Kadın Eşitlik Sözleşmeleri” vb. sistemin kadın hareketleri, ulusal kurtuluş hareketleri ve insan hakları mücadeleleri karşısında geliştirdiği uluslararası hukuki sözleşmeler ve buna denk kurumsal mekanizmalar 3. Dünya Savaşı gerçekliğinde dağılmaktadır. Bunlar adeta sistemli kadın ve soykırım politikalarını perdeleme rolünü oynamaktadır. Ortada bilinçli olarak yaşamın tüm alanlarına yayılmış sistemli bir savaş ve yıkım yürütülmektedir. Bir faşist-eril zihniyet ve bu zihniyeti sonuna kadar besleyen, kollayan ve kullanan bir sistemden bahsediyoruz. Başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere, aslında halklar, etnik ve inanç yapıları çok bilinçli bir şekilde savunmasızlık ve geleceksizlik içerisinde sürekli kaygı-korku, güvensizlik, sinme, gerilim ve sessizliğe sürüklenmektedir.
Her an savaş tehdidiyle militarizm
Sözümona kapitalist modernitenin refah ve barış içerisindeki şaşaalı merkezlerinde bile toplum “her an savaş” korkusuyla bir bir sindirilmekte, faşist uygulama ve yapılara razı edilmekte, her gün yoksullaşmakta ve militarize edilmekteler. Ekolojik duyarlılıklar, insan hakları, demokrasi, kadın hakları gibi konularda belli bir duyarlılığı olan çevreler kriminalize edilerek, adeta illegaliteye sürüklenmeye, ezilerek ya da sistem içine yutularak pasifize edilmektedir. Bu çağın savaş gerçekliği, tam bir toplum, doğa ve kadın düşmanlığı ve kıyımı gerçekliğidir. Buna karşı doğa, toplum ve kadın savunması küresel düzeyde oldukça zayıf, çok parçalı ve bir stratejiden ve programdan yoksundur. En önemlisi de özellikle kadınların kendini savunma bilinci ve pratiği bu gerçeklik karşısında oldukça zayıf kalmakta; neredeyse devlete, erkeğe ve kurumsal yapılara bırakılmış, onlara mahkum durumdadır. Kimi radikal kadın öz savunma girişimleri ve inisiyatifleri bazı ülkeler bazında gelişse de, oldukça yerel ve kendi içerisinde tepkisel ve dar kalmayı aşamamaktadırlar. En önemlisi de hızla toplumsal bağlardan ve boyutlardan kopmaktadırlar. Sistemin tuzaklarına ve saldırılarına hedef olmaktadırlar.
Öz savunma anlayışı nasıl gelişmeli?
Bu bağlamda PAJK ve KJK’nin 15 Nisan 2024 tarihinde açıkladıkları “Üçüncü Dünya Savaşı’na Karşı Kadın Mücadelesi” ortak deklerasyon oldukça tarihi bir adım olmaktadır. “Bu savaş ortamında kadınlar olarak dünya insanlığının, kadınların, doğanın kurtuluşu için ortak hedef ve amaçlarda buluşarak öz savunma mücadelesini büyütmemiz temel bir sorumluluk düzeyine ulaşmıştır” denilmektedir. 21. yüzyılda küresel düzeyde, kadın öz savunma anlayışının, teorisinin ve örgütlülüğünün nasıl geliştirileceğine dair bütün kadın özgürlük hareketlerinin, kadın örgütlerinin ortak zeminlerde tartışma platformlarını geliştirmesi oldukça hayati önemdedir. Öz savunmayı bütün toplumsal boyutlarıyla güçlü ve ortak bir tanımlamaya ve teoriye kavuşturmak için kıtalar bazında veya bölgeler bazında ortak konferansların gerçekleştirilmesi; kadın öz savunmasının “Kadın-Yaşam ve Özgürlük” bağlamına ve felsefesine oturtularak bir “Dünya Kadınları Öz savunma Manifestosu/Protokolü” veya Sözleşmesi niteliğine kavuşturulması, olabildiğince geniş kadın örgüt ve çevrelerinin katılımının sağlanması çok kapsamlı ve örgütlü bir çalışmayı gerektirir. Çalışmanın bu anlamda çok güçlü bir programa kavuşturulması; başta kadınların öz savunma bilinci ve iradesini kazanmasının sistemli eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarının ortak planlamalarla geliştirilmesi gerekmektedir.
Mahallelerden küresel ağlara öz savunma
Öz savunmayı salt askeri-eylemsel boyutlarla değil; aynı zamanda örgütlenme biçimleri, ekonomik, kültürel, sağlık, eğitim, adalet gibi temel yaşam alanlarında ortak tanımlara kavuşturmak, aynı zamanda öz savunmayı daha fazla toplumsal zemine oturtacaktır. Öz savunmayı salt bir dar militan yapı ve silahlı mücadeleye sıkıştırmadan; kadınların geniş bir dayanışma ve yaşamın bütün alanlarına yayılmış oldukça esnek-yaygın örgütlenme ihtiyacı olarak geliştirmek; bütün kadınlara hitap edecek, mahallelerden başlayarak en geniş küresel ortak savunma ağlarına kavuşturabilecek bir perspektifi geliştirmek gerekiyor. Bu konuda en çağdaş örnek olan Rojava kadın öz savunma deneyimi, yine Hindistan’daki kimi kadın öz savunma deneyimleri oldukça çarpıcıdır. Özellikle kendisini kadın öz savunmasına kendini adamış militan düzeyinde öncülük eden YJA STAR deneyimi, Kolombiya, Filipinler, Miyanmar ve diğer kadın gerilla deneyimlerinin bu bağlama, kadın öz savunma bilinci-iradesi ve öncülüğü olarak güçlü oturtulmasına ihtiyaç var. Bunların hiçbiri salt bir bölgenin veya ülkenin kadın öz savunma deneyimi olarak görülmemeli. Bunların her birisindeki felsefe, özgürlük ve yaşam anlayışları, kadının iradi ve zihniyet gelişimi evrenseldir.
Kürt kadınlarının deneyimi
Bütün kadınlar kadın özgürlüğü ve öz savunması konusunda kuşkusuz militan düzeyde katılmayabilir, katılmak zorunda değildir. Fakat her kadının temel varlık refleksi ve gücü olarak kendini bilmesi, kendisini çeşitli örgütlenme biçimleri içerisinde yaşamın bütün alanlarında kendisine ortak güç kaynakları oluşturarak savunabilmesi çok yaşamsaldır. Bu konuda en büyük tecrübelerden birisi kuşkusuz Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’nde ve Kürt kadınlarında toplanmış durumda. 40-50 yıla varan bir öncü militan ve toplumsal deneyimden bahsediyoruz. Binlerce kadın devrimi şehidi, onbinlerce kadın militanı ve milyonlarca Kürt kadınının nesilden nesile geçen emeği ve mücadelesi var. Bu gerçekliğin dünya kadınlarının öz savunması, yaşam ve özgürlük mücadelesi için çok güçlü bir kaldıraç rolünü oynaması oldukça önemli olacaktır.