Rêber Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nı güncel çatışmalar ve salt bir coğrafyayla sınırlı bir çıkış olarak değerlendiremeyiz. Elbette somut ve güncel olana yönelik çözümleyici yönleri olmakla birlikte; esasta çağımız sorunlarına ve çözümlerine yönelik bir çıkış olmaktadır.
21. yüzyıl bir çeyrek asrını geride bırakırken bile hala tanımlanmaya, anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu çeyrek asra egemenlikli sistem açısından bir çöküş, belirsizlik ve yeniden yapılanma arayışı damgasını vurmaktadır. Aslında 20. yüzyılın başında da hegemon sistem benzer özellikler göstermekteydi. 100 yılı aşkın bir süreçte özellikle Avrupa’da dalga dalga büyüyen bir devrimci yükseliş vardı. Aslında geçen yüzyıla hemen hemen 20 yıllık arayla peş peşe sığdırılan ve insanlığa dehşet saçan iki dünya paylaşım savaşı ile bu devrim dalgası kırıldı. Bununla alternatif sistem arayışları bir anlamda donduruldu.
Ulus-devlet paradigmasının etkileri
Sovyetler şahsında kendisini hızla yapılandıran ve kurumsallaştıran reel-sosyalist sistem/blok ile uluslararası hegemonik sistem ABD-İngiltere çekirdek hegemonyası etrafında, Atlantik Paktı ile bir blok halinde kendi nizamını oluşturma sürecini yaşadı.Ulusal kurtuluş hareketleri ise, Sovyet bloku ile Batı Bloku arasındaki bu ilişki sistematiği içine çok rahat şekilde entegre edildi. Hiçbir ulusal kurtuluş hareketi bu ikili, karşıt gibi düşünülse de birbirini tamamlayan bloklardan bağımsız, paradigma niteliğindeki sistem dışında düşünülemez.
Uluslararası hegemon sistem, en azından 50 yıl boyunca yaşadığı çöküş emarelerine rağmen bu paradigma temelinde ömrünü uzatabildi. Geçen yüzyıl boyunca ulus-devlet paradigması ile toplumları, etnik-kültürel, dinsel yapıları biçer gibi her türlü katliam-asimilasyon ve yok oluşa doğru sürükledi. Araştırılırsa, herhalde etnik yapıların, kültürlerin, dillerin sistematik olarak en fazla ve en yaygın şekilde yok edildiği yüzyılın 20. yüzyıl olduğu görülecektir. Aynı şekilde eski ulus-devlet paradigmasına dayalı olarak kendisini oluşturan politik sistem ve güçler açısından da bir çöküşün yaşandığını-yaşanmakta olduğunu görmek gerekir. Her türlü liberal-muhafazakâr, milliyetçi, dinci, ilerici-devrimci, hatta kendisini komünist veya sosyalist olarak tanımlayan politik çizgiler ve güçleri de kendisini yenileyememekte, sönümlenmekte, çözülmekte; esasta politika ve onunla bağlantılı diplomasi denilen olgu, tamamen güç/iktidar temelli tam bir militarizasyona dönüşmektedir. Politik sistem, neredeyse kalıcı gibi görünen stratejik-taktik ilişki-ittifaklar çözülmektedir.
Yüzeysel, dar, sığ bakıştan kurtulmak gerek
Sovyetlerin çöküşü en genel anlamda uluslararası hegemon sistemin ulus-devlete dayalı kadın- doğa ve toplum düşmanı sistem paradigmasının da çöküşünü beraberinde getirdi. 90’lı yıllarla birlikte kendisini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan bu çöküşün göstergelerini okumadan/görmeden, bunun yarattığı açmazı, 3. Dünya savaşı koşullarına götüren nedenleri derinlikli çözmeden, Rêber Apo’nun bu hamlesini anlamak mümkün olmayacaktır. Çok yüzeysel-dar, bazen ucuza kaçan, kendi düzeyi ile her şeyi yargılayan, fakat çağı okumayan, eski çağın sığ bakışı ile dar-ilkel milliyetçi, mücadele gerçekliği ve diyalektiğinden kopuk/uzak ele alan yaklaşımlar olabilmektedir. Bu yaklaşımlar -bilinçli ve amaçlı değilse eğer- Önderliğin özellikle 2000’lerin başından beri söyledikleri ve yazdıklarını biraz okuma ve anlamaya çalışma ile aşılacaktır. Bu temelde Rêber Apo’nun savunmaları ile yeni çağa ve onun çözüm perspektiflerine en hazırlıklı olan Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Kürt halkının dört parça Kürdistan’da, diasporada her yerde Rêber Apo’yu çok iyi tanıdığını, anladığını ve anlamlandırdığını görüyoruz.
Dogmaları, kısır döngüleri yıkan paradigma
Çağrının ruhunu; salt bir coğrafyadaki somut bir soruna değil, aynı zamanda ve esasta yaşadığımız çağın evrensel olarak köklü varlık ve özgürlük sorunlarına verdiği cevapta aramak daha doğru olacaktır. Bunun temelinde kadın özgürlüğüne dayalı demokratik toplum paradigması yatmaktadır. Ve bu, bütün ulus-devletçi, milliyetçi, dinci, cinsiyetçi, kısacası iktidar odaklı veya ondan türeyen her türlü düşünce kalıp ve dogmalarını yıkmaktadır. Bu, toplumsal özgürlük dinamiğini hep bir şeylerin karşısına bir karşıtlık temelinde konumlandırmayan, onu başka dinamiklere kurban etmeyen, havale etmeyen, ertelemeyen çok köklü bir cevap ve paradigma değişimidir. Bu anlamda çağrının hızla bütün dünyada karşılık bulması, bir umut ışığı olarak görülmesi onun özü ile ilgilidir. İnsanlığın bu kadar savaş, soykırım, katliam, baskı, çaresizlik ve karanlığa mahkum edildiği bir yerde, bu çağrı evrensel bir umut ışığı olarak toplumları kendisine; kendi çare ve çözüm iradesine yöneltmektedir. Hep kurtarıcı bekleyen, sistemin ördüğü boğazlaşmaya dayalı ‘çözümler’ ve kısır döngüler peşinde sürüklenen, kendi varlık ve kimlik iradesi ve dinamiğinden uzaklaştırılan toplum gerçekliğini reddetmektedir. Avrupa ve diğer kıtalardaki toplumların bu irade ve dinamikten ne kadar uzaklaştırıldığı, adeta ameliyat masasında felç edilerek bunun üzerinden hegemonya politikalarının ne denli hâkim kılındığı bilinmektedir. Ortadoğu toplumlarının bu kıskaçta ne kadar karanlığa ve geleceksizliğe sürüklendiği de ortada. Toplumsal zeminde farklılıklarla bir arada yaşama konusunda aydınlanma, kendi toplumsal dinamiklerine dönüş, irade kazanma ve varlığını özgürlüğe taşırma çok köklü ve derinden bir devrimdir. Bunu engelleme ve toplumu her türlü hegemonya tesisleri için araçsallaştırmaya karşı bir devrim niteliğindedir.
Özgürlük duruşu Ortadoğu halklarını etkiledi
10 yılı aşkın süredir Kuzeydoğu Suriye’deki Kürt-Arap-Süryani-Ermeni halkların bir arada yaşama ve ortak demokratik modelini oluşturma deneyimi Ortadoğu’yu derinden etkilemektedir. Kürt halkının dört parça Kürdistan ve dünyanın dört bir yanında Özgür Önderlik ve Demokratik Toplum Newroz’unda ortaya koyduğu varlık ve özgürlük duruşu, bütün Ortadoğu halklarını ve dünyayı etkilemiştir. Kendi tarihsel-toplumsal kültürüne ve özüne kavuşmuş her halkın açığa çıkardığı güç ve irade çağımızın yükselen ve insanlığı derinden etkileyen değeri konumundadır. Bunun açığa çıkardığı güç, etki düzeyi ve zincirleme harekete geçirdiği dinamizm, ne uluslararası hegemon sistemin dizayn ne de statükocu ulus devletlerin imha ve inkar politikaları ile engellenebilir. Bu gerçekliği çağımızda bütün güçler dikkate almak, bunu görmek ve bir politika belirlemek durumundalar. Dolaylı veya doğrudan Kürt halkı ile yan yana veya ilişkili olan toplumlar ve halklar, başta Türkiye halkları, Fars, Arap halkları, Alevi, Şii, Hıristiyan, Dürzi ve diğer mezhep ve dinsel yapılar kendi demokratik gelişimi ve varlık-özgürlük sorunlarının çözümünü bu yeni oluşan dinamikten güç alarak yaratmakta, örgütlenme çabalarını yoğunlaştırmaktadırlar. Elbette uluslararası konjonktür, uluslararası sistemde güç ilişki ve dengelerinin sürdürülemez olması, yeni ilişki ve ittifakların gelişimi Ortadoğu’yu derinden etkilemektedir. Ulus-devlet yapılarının ve statüsünün zayıflaması, yeni ittifakların oluşması, yine bölgenin çekirdek hegemonyasının kayması çok yeni imkan-fırsatları kadar yeni tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Böylesine köklü bir değişim sürecinde halkların ittifak ve birlik arayışları yoğunlaşmakta, yeni ilişki zeminleri oluşmaktadır. Çok katı inkar ve imha kıskacına alınmış, soykırım tehlikesi yaşayan halklar-topluluklar bu zeminde kendi varlığını korumanın yol ve yöntemlerini bulacak; ilişki ve ittifaklar geliştirecektir. Bu sadece Kürt halkı için değil, diğer benzer durumda olan tüm halklar ve topluluklar için de geçerlidir. Toplumsal-kültürel varlığını korumak anlamında bundan daha doğal, demokratik bir şey olamaz. Bu da yeni çağın önemli bir gelişmesidir. Halklar-topluluklar kendi demokratik irade ve gücünü koruyarak bölge ve uluslararası güçler ile dengeli, esnek ilişkiler geliştirebilmektedirler. Halkların, kültürel yapıların varlığına kastetmemesi, demokratik toplumu hedeflememesi şartı ile hukuki ve siyasi temelde ilişki ve ittifaklar geliştirilebilir. Bunu eski paradigma temelinde yargılamak, ilkel ve çağdışı yargılarla yaklaşmak demokratik olmadığı gibi, çağın çok çok gerisine düşmektir de.
Demokratik çıkış ve direnme hakkı
Statükocu ulus-devletler açısından bu gerçekliği ve gelişmeyi görememek, yüzyıllık inkar ve imha politikalarında ısrar etmek, demokratik gelişim zeminini sürekli çatışma, katliam ve soykırım kıskacında tutmak; kendisini yeni çağın karşısına konumlandırmak, orada çakılmak anlamına gelecektir. Toplumlar yeni paradigma ile demokratik çıkış ve gerekirse her türlü imha ve inkar konseptlerine karşı direnme hakkını sonuna kadar kullanacaktır.
Rêber Apo’nun çağrısını bu çerçevede değerlendirmek en doğrusudur. Bu anlamda hiçbir şeyin sonuna ulaşılmış değildir; tam tersine yepyeni bir ufuk, yeni bir aşama ve değişim-dönüşümün kapıları sonuna kadar açılmıştır. Rêber Apo’nun çağrısı, aynı zamanda kadını bütün toplumsal dinamiklerin ve bu değişim ve dönüşümün merkezine oturtmaktadır. Toplum demek, anacıl-kapsayıcı ve yaşatan, ruh veren ve yürüten güç demektir. Toplum, dinamikten yoksun, varlığı her türlü operasyona ve araçsallaşmaya, yönlendirilmeye açık bir doğa değildir. Esas değişim ve dönüşüm toplumsal zeminde kadın özgürlüğünü ve bununla bağlantılı toplumsal varlığı esas dinamiğine kavuşturarak gerçekleşmektedir.
Bundan Kürt halkı ve kadınları olduğu kadar, bölge halkları ve kadınları da giderek artarak ve güçlenerek etkilenecek ve çıkış yapacaktır. Şimdiden Suriye halklarının yaklaşımlarından ve beklentilerinden bunu okumak mümkündür. Bu gelişmenin çok daha hızlanacağı ve etki alanını genişleteceğini belirtebiliriz.