Barış ve antimilitarizm mi sömürge, kapitalizm ve devlet karşıtlığı mı?

- Nazan ÜSTÜNDAĞ
27 views
2024 yılına kuşkusuz ki İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği soykırım damga vurdu. Bu soykırım birçok kişinin de belirttiği gibi dünyada canlı yayınlanan -belki ilk değil ama- en kapsamlı soykırım. 

Yıllardır dünya kamuoyu İsrail’in Filistin işgali konusunda bölünmüş durumda. Aynı bölünme soykırımı izlerken de yeniden yaşanıyor.  Böylelikle bizlerin Kürdistan bağlamında birçok kez deneyimlediğimiz bir gerçek dünyaya da mal oluyor. Görmek, bilmek, haberdar olmak başlı başına insanların fikrini değiştiren bir şey değil. Toplumsal bir hareket, hatta dünyayı sarsacak, yaptırım gücü olan ve kendini çeşitli yapılaşmalar aracılığıyla yeniden üreten bir toplumsal hareket olmadığı sürece soykırım önlenemiyor. Gene birçok kişinin söylediği gibi kınanması, üzerine çalışmalar yapılması bir sonraki jenerasyona kalıyor. 

Direnenler engel görülüyor

Dünya siyaseti ve bilgi üretim kurumları öyle bir durumda ki, yapısal olarak, bir soykırıma dair aşağı yukarı ortak bir duygu oluşturmak için, nerdeyse direnenleri bir engel olarak görüyor. Herhalde ancak tüm Filistin halkı yok edilirse, ölüler ve sağ kalanlar “medeni” dünyanın adalet ve bilgi çarklarının içine girebilecek ve üzüntü yaratacak. Canlı ve direnir oldukları sürece daha ta en baştan şiddet üretici ve suçlu olarak damgalanmış durumdalar.
Öte yanda Filistin soykırımı, bir taraftan da, muhalif kamuoyunu dünyadaki başka görünmez soykırımlar üzerine eğitiyor. Sudan’da iç savaş kılıfı altında bize sunulan ve Türkiye dahil bir çok ülkenin taraflara silah satarak müdahil olduğu karşı devrimin sebep olduğu soykırımı ve açlığı, Kongo’da artık on yıllara yayılmış hem madenler çevresindeki çıkar grupları hem de Rwanda tarafından desteklenen silahlı grupların yarattığı büyük soykırımı, Etiyopya’nın Tigray’da milyonlarca insanı katletmesini hep bu vesile ile öğreniyoruz. Üstelik bu soykırımlar, birçok halkın kendi kendini üretmesini sağlayan alt yapılara yapılan saldırıların ve bunların sonucunda ortaya çıkan kayıplar ve yerinden edilmenin yanında devede kulak. İklim krizi sonucunda ortaya çıkan ve Güney Asya ve Afrika’yı derinden etkileyen yeryüzü felaketlerinin yarattığı ve çok açık bir biçimde emperyalist devletlerin ve şirketlerin faili olduğu soykırımlara değinmiyorum bile.

Kadın barış hareketi mümkün mü?

İşte dünya tam böyle bir durumdan geçerken on yılların emeği ile kurulan ve halklara garantör olacak kurumların da birer birer aslında ne kadar etkisiz olduğunu öğreniyoruz. Bir zamanlar birlikte onlarca konferans yaparak birbirlerinin sömürge karşıtı hareketlerini destekleyen üçüncü dünya ülkeleri, Birleşmiş Milletler ve kurumlarını soykırımı durdurmak için kullanmaya çalışıyor. Kimseyi bağlamıyor. Üstelik bu devletlerin hepsi de zaten soykırım devletleri.
Bu bağlamda bundan on-on beş yıl önce hem Türkiye’de hem de dünyada oluşacak, hayalini kurduğumuz bir kadın barış hareketi mümkün mü diye sormak gerekiyor. Mümkün mü? Ve aynı zamanda arzu edilir mi?

İçi boşalan ve bürokratlaşan hareket

1990’lar boyunca güçlenen 2000’lerin başında etkinleşen ve etkinleştiği hızın birkaç katıyla yok olan bir antimilitarizm ve barış söylemi vardı bir zamanlar. Kadınların gerçekten de önemli rol oynadığı bir hareketti. Bu hareket, Birleşmiş Milletler’de ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarında kurumsallaştı ve bürokratikleşti. İçi boşalarak, geçiş süreçlerinde kadın katılım sayısını ve kadınları ilgilendiren konuların süreçlerde ne kadar üstünde durulduğunu izleme ve raporlaştırma görevine indirgendi. Sonuçlarını Afganistan’da gördük. Birleşmiş Milletler kurumlarının tüm güçle çıkartma yapıp kadınların siyasetteki ve toplumsal hayattaki sayısını arttırdığı Afganistan’da, bugün Taliban altında kadınlar bırakın okullara, işe; saçlarını kestirmeye dahi gidemiyorlar. 

Kadınlar vurulmaya devam ediyor

Benzer bir çok durum Afrika’da da geçerli. İç savaşların sonunda yapılan anlaşmalar yürürlükte ama, paramiliter devlet güçleri, cihatçı gruplar, kaynakların başını tutan çeteler ve tüm toplumlarda artan muhafazarlık kadınları vurmaya devam ediyor. Haberlere baktığınızda hepsi kendi hayatta kalma sürecinin mücadelesine kapatılmış kadınlar, bir çok ülkede çareyi savunma sanatlarını, silah kullanmayı öğrenmekte, paramiliter gruplara katılmakta, ya da kamplarda yardım dilenmekte ve ülkelerini terk etmekte buluyorlar. 

Dünya genelinde savaş rejimi

Barış eskisi gibi gündemde olan bir kelime değil velhasıl. Barış süreçleri halkların arzularını, isteklerini, özgürlük arayışlarını boşa çıkarttı. Barışın bürokratikleşmesine karşı çıkan ve özne olmaya gayret eden halklar, başta da kadınlar, demokratik devrimlerinin karşısında uluslararası kapitalist aktörlerin desteklediği militarist karşı devrimci rejimler buldular. Mısır, Tunus, Sudan, saymakla bitmez. Şimdilerde bütün ülkelerde bütçelerin önemli bir bölümü savunmaya ayrılıyor ve dünyada resmi ve kaçak, en önemli ticaretlerden biri silah ticareti, silah teknolojisi olmaya devam ediyor. Yani bir savaş rejimi var. Bir yandan geçiş süreçlerinden büyük hayal kırıklığına uğramış, bir yandansa hepsi kendi derdine düşürülmüş ve aşırı bir saldırı altındaki kadınlar ve halklar dünya rejimini sorgulayacak ve alternatifini kuracak, yaptırım gücü olan birliktelikler kuramıyorlar. 

Genişlemek yerine daralmak

Öbür taraftan yerel bağlamda dahi hemen her ülkede farklı grupların kadınlarının bir araya gelme yolları kesildi. Herkes birbirinden farklı gibi gözüken dertlerle uğraştırılıyor. Amerika’da beyaz kadınlar kürtajla uğraşırken, siyah kadınlar polis tarafından öldürülmeme mücadelesi veriyor. Birbirlerine ilgisiz olduklarından değil. Tam tersine: hem kürtaj yasağı, hem militarist polis devleti kadınların ölümüne sebep olduğu için. Her ikisi de hayatta kalmaya çalıştığından. Bu iki meseleyi birbirine bağlamaya kalktığınızda ise hem bir taraftan hem de öbür taraftan itirazlar yükseliyor. (Bana göre) yeni tür kurumsallıklar ve yeniden üretim mekanizmaları iyi çalışmadığından genişlemek yerine daralıveriyorsunuz. 

Antikapitalist mücadele daha etkin

Barış veya antimilitarizm kelimelerinin şu konjonktürde kadınların ortak ihtiyaçlarını ve arzularını kapsayamadığını düşünüyorum. Antiemperyalizm, dekolonyalizm, antikapitalizm, otonomi gibi kelimeler şu sıralar harekete geçirme, örgütlenme ve dünya muhaliflerini ortaklaştırma konusunda çok daha etkinler. Tıpkı 60’ların sonları, 70’lerin başlarında olduğu gibi. Bu yüzyılın ‘lanetlileri’ kadınların, Rus kadınlarının Rus devrimine yol açan devlet, yoksulluk ve şiddete karşı sokak gösterilerinden, Afrikalıların sömürge karşıtı mücadelelerinden, üçüncü dünyacı liderlerin fikirlerinden ilham alması gerektiği kanısındayım.