Bir efsanenin ardından…

İşte O; bir dağ gibi dik, bir tüy kadar hafif ve seri adımlarla geliyordu. Kızıl saçları parlıyordu güneşte. Gülümseyen gözlerle “Merhaba, hoş geldiniz” dedi. Uzattığımız elimize karşılık o kollarını açtı, tek tek sarıldı hepimize…

- Sima Çirav
544 views
Serde haksızlığa, köleliğe, öteki olmaya karşı itiraz varsa, isyan kaçınılmazdır. Ve her hareket, her direniş ve her isyan bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlar. Özgürlüğe baş koymuş her birey de ilk isyancıyı takip eder. Bu bir diyalektiktir. Çünkü zinciri kıran ilk kişinin açığa çıkardığı bilinç, cesaret bir çekim enerjisi oluşturur. Tıpkı yer çekimi kuvveti gibi, ondan kaçmanız ya da kaçınmanız mümkün değildir; çünkü siz de ona gönül vermiş, rehber edinmişsinizdir. Bu nedenden dolayı er ya da geç buluşursunuz. Buluşmak bu yolun harcıdır.

Kürdistan Özgürlük Mücadelesi de böyle bir gelişim diyalektiğine sahiptir. Bir grup üniversite öğrencisi Rêber Öcalan önderliğinde örgütlenmiş, ilk isyanı başlatmış, bir halkı küllerinden yeniden yaratmış, bilinç ve cesaret aşılamışlardır. O öncülerimizden biri de Sakine Cansız (Sara) yoldaştır. Heval Sara ideolojik gruba katılan ilk kadınlardandır ve PKK’nin kurucuları arasında yer alır. Daha grup aşamasındayken kadın mücadelesinin gelişimi için çaba sarf eder. Bir anlatımında birkaç yerde kadın komiteleri kurduklarından söz eder. Hatta özgün eğitimler yaptıklarını anlatır. Bu yüzden, “Başından itibaren PKK’de bir kadın mücadelesi vardı” hatırlatmasında bulunur.

Bedenin her hücresiyle direnmek…
Tabi bu çalışmalar 12 Eylül Darbesi’yle kesintiye uğrar. Sara yoldaşın da içerisinde bulunduğu pek çok öncü kadro tutuklanır. Bundan sonrası zindan direnişidir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, Diyarbakır 5 No’lu Zindanı’nda öncü kadroların esir alınmasıyla doğduğu yerde bitirilmek istenir. Fakat bu plan tutmaz. PKK’nin öncü kadroları bedenlerinin her hücresine, her zerresine kadar direnir. Bu da PKK’nin ideolojisinin yayılmasına ve direnişin büyümesine yol açar. Heval Sara o direnişçilerden biridir. PKK’nin ilk öncü kadın kadrosudur. O, Diyarbakır 5 No’lu Zindanı’nın celladı Esat Oktay’ın suratına tüküren kadındır. Bu anlamıyla bir direniş sembolüdür. Onun duruşu, direnişi yoldaşlarına her daim güç verir. Heval Sara, en zor koşullarda bile umutsuzluğa kapılmayan, her zaman bir çözüm yolu bulan, devrimci inanç ve yürekliliğe sahipti. Zaten bir öncüyü öncü yapan da bu özellikler değil midir?

Yolun dikenlerini temizleyen, yolu oluşturan bilge kadın
Onların direnişi bir halkı küllerinden yaratmıştı. Bir uyanışı yaşayan halk, serhildana kalkmıştı. Yani kaçınılmaz olan gerçekleşmiş, devrim herkesi saflara çekmekteydi. Devrimin çekim kuvvetine dahil olan bizler, şanslıydık; çünkü birileri yol açmış, biz ise onların ayak izlerine basarak ilerliyorduk. Fakat bilinçsizce… Asiydik, gençliğin gençliğiydik, toyduk ama özgürlük ateşiyle yanıyorduk. İşte ilk defa o yıllarda Heval Sara’nın ismini duydum. Ben ismini duyduğumda o zindandan çıkmış özgür dağlara yol almıştı. Ben ise zindanla yeni tanışıyordum. Heval Sara’nın Kürdistan Özgürlük Hareketi’ndeki yerini, PKK’nin tarihini okudukça kavradım. Dağlarda kadınların silahlı mücadele verdiğini biliyorduk ama ilk harekete geçen kimdi? Bize öncülük yapan, yoldaki dikenleri temizleyen, yol oluşturan, yol veren kimdi? Hangi cesur, bilge kadındı ilk mücadeleyi göğüsleyen? Bu anlamıyla farkındalık başka bir olaydı.

Özgürlük Hareketi’ndeki tarihi kişilik
O yıllarda Birinci Zindan Direniş Konferansı yapılmıştı. Önderlik, heval Sara’nın zindan direnişini, duruşunu, mücadelesini çözümlemişti. O çözümlemeler, heval Sara’nın özgürlük hareketi açısından ne kadar tarihi bir öneme sahip olduğunu ortaya koyuyordu. Heval Sara’yı bir de yoldaşlardan dinliyorduk. Onun cezaevinden kaçış hikayesini ve neden, nasıl yakalandığını dinliyorduk. Aslında onu bize tanıtan okuduklarımızdan çok hakkında anlatılan hikayelerdi. Esat Oktay’a nasıl kafa tuttuğunu, nasıl direndiğini, dik ve gururlu yürüyüşünü, yoldaşlarına olan sevgisini, o koruyan-kollayan tarzını… Tüm bunları anlatılanlardan öğreniyorduk. Bir gün karşılaşmak, konuşmak, o ilk yılları sormak nasip olur muydu? Bu benim için olasılıksızdı ya da ben öyle düşünüyordum. Zaman beni yanıltı. Cezaevinden çıkan bir grup kadın arkadaş olarak 2003 yılının yazında Medya Savunma Alanları’na gitmiş, Şehit Harun alanında bir ağacın gölgesinde oturmuştuk. “Heval Sara sizi görmeye geliyor” denildi. Heyecanla bekliyorduk. Ne de olsa bir efsaneyle karşılaşacaktık. Mücadeleye atıldığımız günden bu yana onun direniş hikayelerini dinlemiştik. Parti tarihi boyunca verdiği mücadeleyi takip etmiştik. Her şeyden önemlisi de zindan direnişiydi. O, Esat Oktay celladının yüzüne tükürecek cesareti göstermişti. İşkencede direnirken “gık” dahi dememişti. Diyarbakır Zindanı’nın direniş dayanağıydı. En sevdiğimiz ve bizi en çok üzen zindandan kaçış hikayesiydi. Çünkü kaçacak cesareti göstermiş, fakat bir talihsizlik sonucu yeniden yakalanmıştı. O’nun için Kürt kadınlarının “Rosa Lüksemburg”u deniliyordu. İşte O; bir dağ gibi dik, bir tüy kadar hafif ve seri adımlarla geliyordu. Kızıl saçları parlıyordu güneşte. Gülümseyen gözlerle “Merhaba, hoş geldiniz” dedi. Uzattığımız elimize karşılık O kollarını açtı, tek tek sarıldı hepimize. Tanıttık kendimizi, hal-hatır ardından, “Burası özgürlük dağları, öncelikle tüm alanları gezin. Arkadaşları görün, tanıyın” dedi. O konuşuyor, biz ise O’nu hayranlıkla dinliyorduk.

Toprakla bütün, dağın bir parçasıydı…
Sonraki gün, “Haydi Özel Kuvvetleri görmeye gidelim” dedi. Kalktık yola koyulduk. Müthişti. Mütevazı, alçakgönüllü, herkesin yüreğine inebilen bir yapısı vardı. Coşkuluydu, hareketliydi. Kendi kendime ‘bu enerjiyi nereden buluyor’ diye düşündüm. Sonra şunu fark etttim, o coğrafyayla, toprakla bir bütündü. Dağın bir parçasıydı. Birbirini kabul eden, iç içe geçen bir bütündü. Doğaya çevreye duyarlıydı. Bir tek ağaca zarar gelsin istemezdi. Yoldaşlarının yetersizliklerini, eksikliklerini gördüğünde konuşurdu. İkna etmeye çalışırdı. Saatlerce değerleri anlatır, yol gösterir, mütevazıca uyarırdı. Ama asla eksiklikleri yüzüne vurmazdı. Birinin zorlandığını fark ettiğinde çözüm arardı. Örneğin biz uzun yıllar zindanda kalmaktan dağların acemisi olmuştuk. Zorlandığımızı fark etmişti, deney ve tecrübelerine dayanarak yanımıza tecrübeli arkadaşların verilmesini istemişti. Akademiden yanımıza iki tecrübeli arkadaş verildi ve biz onların rehberliğinde dağları yeniden keşfedip, yürümeyi, yaşamayı öğrendik. Daha sonraları da sık sık karşılaştık. Her defasında büyük bir ilgi, alaka gösterdi. Çünkü zor zamanlardı ve her yoldaşla ilgilenilmesi gerektiğinin farkındaydı. Ona göre yaklaşıyordu. Öngörülü ve duyarlıydı, herkesi can kulağıyla dinlerdi.

Baştan ayağa disiplin…
Yıllar sonra Avrupa’da yapılan bir eğitime birlikte katılmıştık. 20 civarında arkadaştık. Ben, Sara arkadaş ve bir arkadaş daha aynı odada kaldık. Eğitim bir ay sürdü. Düzenli olarak her sabah 45 dakika koşuyordu. Duşunu alıyordu, ardından defterini ve kitabını alıp derse geliyordu. Her arkadaşla ilgilenmeye, sohbet etmeye çalışıyordu. Akşam üzeri kısa bir süre bizimle oturup, daha sonra kitap okuyordu. O bir sosyalistti, güçlü bir devrimciydi. Toprağa sıkı sıkıya bağlıydı. Halka, yoldaşlarına bağlılığı farklıydı. Yoldaşlığa büyük bir değer verirdi, hele de eski yoldaşlarına… Kendi değimiyle onlarla ne kadar kavga etse de yerleri farklıydı. Yanlışa karşı dururdu, tartışırdı ve bunu kıran kırana yapardı. Ama devrimci ahlak, kültür gereği kırıcı, ağır söz söylememeye özen gösterirdi. O tanıdık, tanımadık tüm insanlara değer verirdi. Onunla en son şehadetinden 15 gün önce Düsseldorf’ta bir evde rastlaştık. Ellerinde eldiven vardı, saçlarına kına yakıyordu. Selamlaştık. Ertesi gün Köln’e birlikte yolculuk yaptık. O tren yolculuğu hayatımın unutulmaz yolculuklarındandı. Birçok sorunu paylaştım. O ise hiç yorumlamadan dinledi. Sonra o anlattı, kadınlar olarak nasıl bir duruşa sahip olmamız gerektiğini: “Dik durun, güçlü durun” diyordu. “Güçlü durmazsanız sizi ezerler, kendinizi ezdirmeyin!”

Bir daha buluşacağız heval Sara
Bu, Sara yoldaşla yaptığımız son yolculuk oldu. Son bir daha “görüşmek üzere” deyişimiz, son sarılışımız… Belki sorabilirsiniz; “bir devrimciyle, hele hele bir efsaneyle nasıl vedalaşılır” diye. Aslında hiçbir zaman vedalaşmazsınız; çünkü her veda, her ayrılış yeniden buluşma üzerine kuruludur. Ve devrimciler asla sonsuz bir vedada bulunmaz. Bu yolun yolcuları bir daha görüşmek üzere ayrılır. Er ya da geç yeniden kucaklaşmak için bir daha bulaşacağız heval Sara. Buluşmak bu yolun harcıdır…