9 Ekim itibariyle Uluslararası Komplo’nun 26. yılına girmiş bulunmaktayız. Bugünden geriye dönüp bakıldığında, bu komplonun neden Rêber Öcalan’ın şahsına, Kürt özgürlük hareketine ve onun etrafında konumlanan Kürt halkına yapıldığını her geçen yıl daha iyi anlaşılmaktadır. Hele de ilk olarak Rêber Apo’nun tanımladığı 3. Dünya Savaşı’nın en kanlı ve tehlikeli dönemecine girdiğimiz bu süreçte, bu komplonun boyutları ve kapsamı daha da anlaşılır olmakta.
Ortadoğu bu savaşın en stratejik yeri, Kürdistan ise kalbidir. Güncel gelişmeler de bunu doğrulamaktadır. Savaşın daha da derinleşmesi durumunda halklar lehine bir çözümün ortaya çıkmasında Kürt halkının ve daha da önemlisi Kürt kadınlarının oynadığı ve oynayacağı rol hayatidir. Bu savaşın nitelik olarak en büyük farkı ise sadece ordular ya da paralı askerlerin savaşı ile sınırlı olmadığı gerçeğidir. Devletler yaptıkları ırkçılık ve katliamlar için kitlesel rıza üretmeye ve toplumları karşı karşıya getirerek birbirlerini boğazlamalarını körüklemekte. Bunu, Türk faşist işgalci devletinin Kürt halkına yaptıklarında, Azerbaycan ırkçı faşizan devletinin Ermenilere ve İsrail ırkçı faşizan devletinin de Filistinlilere yaptıklarında çok açık ve net olarak görmek mümkün. Kapitalist dünya sisteminin küresel güçleri bu tür ırkçı, milliyetçi, faşist ve işgalci devletleri her boyutta destekleyerek meşru göstermekteler. Birinci ve ikinci dünya savaşları sonrasında çıkarılan dersler ve yine halkların, kadınların ve işçilerin mücadeleleri sonucu açığa çıkan kural ve kanunları, yine ahlaki dersleri ters yüz ederek bu yeni zihniyetin temelini atmaktadırlar.
“Kendi Kürdü”nü yaratma arayışları
Uluslararası komplocu güçlerin -Filistin halkına da yapıldığı gibi-, Kürt halkını kendi olma temelinden koparmak için büyük oyunlar peşinde oldukları daha derinlikli anlaşılmakta. Kürt halkını öncülükten yoksun bırakmak ve onun Ortadoğu’yu değiştirme potansiyelini kendi emelleri için kullanmak istemekteler. Bu da “kendi Kürdü”nü yaratmayı gerektirmektedir. Bölgesel işgalci güçlerin de hesaplarında kendi Kürtlerini yaratarak sürece müdahil olma yatmaktadır. Yani Kürt halkını farklı güçlerin askeri olma noktasına çekme amaçlanmaktadır. Uluslararası Komplo ile ortadan kaldırılmak istenen Rêber Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi çeşitli hamlelerle bu planların deşifre olmasını sağlamıştır. DAIŞ üzerinden önce Şengal, ardından daha güçlendirilmiş bir şekilde devreye konulan Kobanê saldırısı ile Özgürlükçü Kürtler ve onların özgür yaşam felsefeleri ortadan kaldırılmak istenmiştir. Bugün bunun gerçekleştirilemeyeceği görüldüğünde de tüm savaşan taraflar, ulus devletlerin kendileri teker teker sahaya inmiş durumdadırlar. Kürt özgürlük güçlerinin daha da büyüyerek ve genişleyerek Ortadoğu’ya etki etmemesi için çeşitli savaş ve özel-savaş politikaları dayatılmaktadır. Bu durumu Jin Jiyan Azadî eylemlerine yaklaşımda da gördük. Bir yandan Rojava’yı, Şengal’i, Kuzey’i, Güney’i ve gerillayı kimyasal ve envai türden yasaklı ya da yasaklanması gereken silahları kullanarak görünmez kılmaya ve herkesi böylesi özgür bir alternatifin mümkün olmadığına inandırmaya çalışırken, öte yandan ise süregelen ve gittikçe ağırlaşan İsrail’in Filistin işgalinde ve en son Hamas saldırıları gerekçe gösterilerek Gazze’ye yapılan saldırılarda da görüleceği üzere, bir halklar boğazlaşması ortaya çıkartılmak istenmekte. Türk rejiminin Cizre-Sur, Rojava’da yaptığını bu sefer İsrail Gazze’ye dünya kamuoyunun gözü önünde yapmıştır. Üstelik bunun meşru olduğunu neredeyse hep bir ağızdan haykırmakta ve kitlesel rıza üreterek herkesin bunu haykırmasını istemekteler. Biz bunun provasını Cizre, Sur ve birçok yerde gördük.
Şiddet sarmalından çıkışın yol haritası
Hem küresel güçler, hem de bölgesel güçler halklar lehine oluşan alternatiflerin kök salmaması için, Kürtleri ölüm ile sıtma arasında tutmak istemektedirler. Yine bu temelde Kürt toplumunun özgürlük arayışlarını, bölgede geliştirilmeye çalışılan siyasal İslama katmak istemektedirler. Bir yandan Hüda-Par, öte yandan Güney’de yaygınca geliştirilmek istenen farklı İslamcı akımların gelişimini farklı okumak zor. Bunlar Kürt olduğunu söylemekten çekinmeyen, özünde ise kendi işgalcisinin her türlü soykırımcı fiilleri ile uzlaşabilen çok tehlikeli oluşumlardır. Örneğin Artzak, ABD onayı olmadan asla işgal edilemez olmasına karşılık, Ermenistan devleti ve yetkilileri bu işgale onay verircesine ABD’nin himayesine daha fazla girmektedirler. İsrail devleti Azerbaycan’ı silahlandırmaktadır. Hamas da, Kürtleri soykırıma uğratan Türkiye’nin himayesinde dolaşmaktadır. Halklara mübah görülen, onları temsil ettiği yanılsaması verilen işbirlikçi öncülerdir. Bu, Türkiye rejiminin kendisi için de geçerlidir. Bir yandan ‘bak Turan hayallerimize az kaldı’ izlenimini verirken, diğer yandan ise kendi toplumu ve onun dinamiklerini çeşitli güçlere peşkeş çeken ve insanlıktan çıkaran bir iktidar ile karşı karşıyayız. İşte tam da bu nedenle Uluslararası Komplo’nun ve yine 2015’ten bu yana daha da katı bir hal alan İmralı işkence ve soykırım rejiminin gerçek boyutları daha net açığa çıkmaktadır. Diğer halklar gibi Kürtler de kendi öz öncülüğü ve vizyonundan mahrum bırakılmak ve kullanıma açık hale getirilmek istenmektedir. Ancak bunun karşısında Uluslararası Komplo’nun bir sonucu olarak Rêber Apo dünya sistemini daha köklü anlama ve çözümleme gücünü ve anlam zenginliğini açığa çıkarmıştır. Bununla birlikte şiddet sarmalından çıkışın da yol haritasını ortaya çıkarmıştır. Antonio Negri Manifesto’nun bazı ciltlerini okuduğunda Rêber Apo’nun efsaneleşen biri konumuna geldiğini ve “… yirmi birinci yüzyılda giderek yeni bir dünyanın siyasi inşasının yapı taşları olan bir dizi kavramı” ortaya çıkardığını ifade etmiştir.
“Öl/öldür” ikilemine karşı “yaşa/yaşat”
Şimdi, hem neden Uluslararası Komplo hem de, neden bu kadar yoğun bir İmralı işkence ve soykırım sisteminin Rêber Apo ve Kürt halkına uygulandığı daha net anlaşılabilir. Ve aynı zamanda çıkış noktalarımızın da ne olduğunu daha iyi görebilmek mümkün. Kapitalist modernite dünya sisteminin öncü güçlerinin bizlere reva gördüğü “yeni” siyasi sistemin sürdürülemez olduğu çok açıktır. Komplocu güçler bunu gerçekleştirmekten geri durmak istemeseler de, ne ekoloji ne toplum ve ne de bireylerin dengeleri böylesine bir sistemi sürdürebilir. Zira insan doğası, insan olma hali bu durumu taşımaz. Bize reva görülen “öl/öldür” ikilemine karşı, Rêber Apo kendi alternatifini “yaşa/yaşat” olarak koydu. Yine tüm geçmiş ve önümüzdeki örneklerden de görüyoruz ki zihniyet ve yapılanma olarak envai türden milliyetçilik ve bunun gerçekleşme aracı olarak ulus-devlet ne denli aşılırsa çözüm modelleri de o denli mümkün olmaktadır. Tarihsel ve toplumsal haksızlıklardan kaynaklanan birçok savaş ve çatışma hala bir biçimi ile kendini hissettirmekte ve yaşanmaktadır. Bölgemizde tüm bunları ortadan kaldırmak için demokratik konfederalizm çok önemli ve olmazsa olmaz bir çözüm imkânıdır. İnançlar politikleştirilmeden, etnisiteler ırkçılığın zemini yapılmadan, kadın malk-mülk konusu edilmeden ve doğamız tar-u-mar edilmeden ortak yaşamın adıdır bu. Tabii ki kapitalist modernite ve onun ulus-devlet aracı savaş ve çatışmaları körüklemektedir ve özel savaş yöntemleri ile çözüm konusunda kafaları karıştırmak istemektedir. Fakat kesin olan şey şu ki, toplumların barış, adalet ve özgürlük içinde yaşamalarının tek yolu demokratik konfederalizmdir. Bu Ermeniler, Asuriler, Rumlar, Türkler, Kürtler, Araplar ve Filistinliler, diğer Hıristiyanlar, Beluciler, Yahudiler ve diğer inançlar ve halklar için de geçerlidir.
Üçüncü yolu örgütlemenin önemi
Bölgenin geleceği Ortadoğu Demokratik Konfederalizmindedir. Rêber Apo bu “çatı örgütü Ortadoğu Demokratik Uluslar Konfederasyonu olarak inşa edilmelidir” der. Bölgede geliştirilecek olan demokratik konfederalizm Ortadoğu’yu ölmenin ve öldürmenin merkezi değil yaşamanın ve yaşatmanın çekim merkezi olarak geliştirir. Kürtler, Ermeniler, Araplar, Asuriler, Türkler, Farslar, Beluclar, Yahudiler, Filistinliler ve varlığını koruyan ve koruyamayan sayısız halkların ancak bu şekilde mücadeleleri ve yaşadıkları bir anlam teşkil eder. Tarih bir tekerrürden ibaret olamaz. Bölgemizde ekolojik ve ekonomik komünler üzerinden toprak, su ve enerji verimli kılınabilir ve hepimize yeten ve doğaya zarar vermeyen bir temelde geçimimizi sağlayabilir. Kapitalist modernitenin insanlıktan çıkaran yaklaşımına ve bizleri geri dönülemez boyutlara taşıyacak olan üçüncü dünya savaşına yanıt olunabilir. Sonuç olarak biz Kürtler, her şeyden önce “nasıl kendimiz olacağız” sorusuna net bir yanıt vermeliyiz. Üçüncü yol olarak tariflediğimiz demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmanın örgütlendirilmesi ve uygulanmasında ne denli başarılı olursak, tüm bölgesel ve yaşamsal sorunların çözümünde de o denli öncü güç olabiliriz. Diğer tüm çıkış ve yollar, ister dincilik renginde, ister milliyetçilik sosunda olsun savaşlardan ve kaostan başka bir noktaya götürmez, götüremez.