Çağımızın en büyük sorunlarından birisi kuşkusuz toplumsal köklerin ve birikimin bütünsel bir bilinç ve varoluşa dönüştürülememesidir. Kapitalist hegemonyanın bütün çürümüşlüğüne rağmen, ısrarla, bütün imkan ve gücüyle insan zihniyetini inşa etme, ele geçirme ve parçalı kılması özgür bilinç ve varoluşun önündeki en büyük engel konumundadır. Hakikat, inşa edilen “modern” insan bilincine çarpıp parçalar halinde dökülmektedir. “Posthakikat”, yani Hakikat-Sonrası denilen bu olsa gerek!
Bununla hiçbir kimliğin, hiçbir bilincin ve varoluşun toplumsal-tarihsel köklerinden beslenerek tutarlı, bütüncül irade ve bilinç kazanmasının önü alınmak istenmektedir. İnsanlığa ve toplumsal tarihe karşı en büyük savaş şimdi bu zeminde yürütülmektedir. Bütün kimlikler -cinsel, kültürel, etnik, dinsel- çok parçalı, belirsiz, kaygan halde getirilip ya istikrarsızlaştırılmakta ya da aşırılıklar içerisinde karşıtlaştırılmaktadır. Kimlikler vahşice çatıştırılmakta. Son çeyrek yüzyıldır postmodernitenin ortaya çıkardığı çürümeyi ve bunun üzerine inşa edilen yeni çağ karşı devrim hamlelerini kapsamlı ve derinlikli görmek durumundayız. Saldırının dehşeti ve derinliği hiçbir tarihsel olay ile kıyaslanamayacak kadar büyük. Ama günlük olarak bir yudum su içercesine de zehirleyici, felç edici. İçinde yaşadığımız zamanı ve bu zamanın ruhunu, onu vareden, hakikate yaklaştıran esas çelişkiyi görmek, yaşamak ve hissetmek kesinlikle özgürlük eğilimini güçlendirecektir.
Stratejik halka kadın özgürlüğü
Çağımızın temel-stratejik halkası kadın özgürlüğüdür. Artık en büyük kölelik de ama en büyük özgürlük gelişimi de bu halka etrafında örülmektedir. Bu her zaman böyleydi aslında. Fakat hiç bu denli açık-net ve görünür olmamıştı. Bu hakikat için çok büyük bedeller ve nice mücadeleler verildi. Kadını sadece bir cinsel kimlik olarak tanımlayamayacağımız, onun etrafında çok tarihsel ve toplumsal örgülerin ve inşaların gerçekleştiğini, her zaman temel bir kök-bilinç olarak geliştirmek zorundayız. Özgürlüğün de, köleleşmenin de inşası hep kadın etrafında örülmektedir. Çağımızın temel ideolojik sorunu, mücadele zemini ve formu burada köklerini bulmaktadır. Dolayısıyla çağımızın temel sorunların çözümünü, sorunun ana çıkış kaynağında gelişme potansiyelini bulması anlaşılır bir durumdur. Sorunun bütün boyutları, ortaya çıkış biçimleri, aynı zamanda çözüm yol ve yöntemleri de ona göre tarihsellikle günceli, somut olanla evrensel olanı, düşünsel-teorik çerçeve ile pratiği, örgüt ile eylemi, ölçü ile yöntemi birleştirecek ve çıkış sağlatacak potansiyeli de içinde taşımaktadır. Sorunun bu kadar tarihsel ve sistemsel olması, aynı zamanda 35 yılı aşkın bir Kürt kadın özgürlük mücadele deneyimi ve kazanımları ile birlikte günümüzde aldığı form ve ortaya çıkardığı sonuçlarla bir paradigma örgüsü haline gelmektedir. Bunun kendiliğinden ve sadece mücadele yıllarının kümülatif birikimi olarak ortaya çıkmadığı kesin. Buna bir de sosyalizmin yaşadığı büyük krizin özünde tutarlı bilinç, örgüt ve eylem yetersizliğinden kaynaklandığı gerçekliğini eklediğimizde sorunun esasta bir ideolojik sorun olduğunu görebilmekteyiz. Buradaki kilit kavram kuşkusuz paradigmadır. Kapitalist modernitenin ideolojik hegemonyası bütün soykırım, savaş ve hegemonya biçimlerinin esası konumundadır.
Demokratik sistem inşalarının önü açıldı
Tüm bu gerçekleri gözönünde bulundurduğumuzda Rêber Öcalan’a karşı geliştirilen komplonun uluslararası niteliği ve başlıca nedenleri daha iyi anlaşılmaktadır. ’93’ten itibaren başlayan ve 1998’e gelindiğinde Önderliğin geliştirdiği, özellikle Kadın Kurtuluş İdeolojisi, keza reel-sosyalizm eleştirisi ve çözümlemeleri ile çok daha somut hale gelen demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigması temel toplumsal sorunlara çözümün ve kapitalist moderniteye alternatif demokratik sistem inşalarının önünü açtı. Paradigmanın en stratejik ayağı kadın özgürlüğüydü. Demokratik ve ekolojik ayağı kadın özgürlüğü bakışı ve pratiği olmadan gelişemez. Kadın özgürlük çizgisinin bir devamı ve toplumsal örgüsü olarak gelişmiştir. Dolayısıyla Önderlik paradigması kadın özgürlüğü etrafında örülmüştür. Hızla en geniş bir şekilde dünya ve özellikle Ortadoğu kadınlarının dikkatini ve ilgisini çekmesi; hızla evrenselleşme potansiyelini göstermesi kuşkusuz arkasındaki derin/tarihsel gerçeklerle buluşma, paradigmal çıkış sağlatma ve güncelleşme gücünden kaynaklı.
Komplo, kapitalizmin küresel bir karşı devrim hamlesidir
9 Ekim 1998 Uluslararası Komplonun tarih içerisinde bütün devrimci, ulusal kurtuluşçu önderlere karşı geliştirilen basit bir esir alma veya tasfiye hedefini taşımadığı 25 yıllık komplo sürecinde de anlaşıldı. Önderi esir alınan hareketin hızla dağılacağı, iç sorunlarla çözülmeye uğrayacağı, parçalanacağı, kalanın ise kapsamlı bir imha saldırısı ile yok edileceği hesaplanmış olabilir. Fakat çeyrek yüzyıllık süreçte, komplonun uluslararası boyutunda özünde bir mutlak tecrit sistemi içerisinde paradigmayı ve yaratıcısı ile birlikte, hareketi ve hatta halk olarak Kürt halkını ve mücadelesini dünyadan izole ederek yalıtmak, olabildiğince küçültmek; bir soykırım cenderesini kırmasının ve evrenselleşmesinin önünü almak olduğu çok net bir şekilde anlaşıldı. Mutlak tecritin boyutlarını kavramak açısından basit bir örnek vermek gerekirse; Önderliğin resminin bile yasaklanması, sanal medya platformlarında fotoğrafının anında kapatılması ve yükleyicinin uyarılması, hatta hemen “terörist” damgası yemesi gibi oldukça ince yöntemler kullanılmaktadır. Uluslararası Komplonun kapitalist modernite hegemonyasının kapsamlı ideolojik, askeri, kültürel ve siyasi küresel bir karşı devrim hamlesi olduğu ve bir konsept dahilinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Uluslararası hegemonik sistemin bu konsept çerçevesinde geliştirdiği planlamalar ve yürüttüğü saldırılarla birlikte; Önderlik Hareketi olarak Kürt Özgürlük Hareketi ve en başta da Kürt Kadın Özgürlük Hareketi bu uluslararası sistemin birçok ayağında kırılmalar yarattı. Özellikle Kadın özgürlük çizgisinde ve mücadele deneyiminde hızla evrenselleşen ve kendisini ezilen uluslara, kadınlara ve gençlere ulaştırabildi. Paradigma ulaştığı her yerde, hatta kapitalist modernitenin göbeğinde de hızla kadın etrafında bir mücadele ve buluşma dinamiğini açığa çıkartmakta. Afrika ve Etiyopya’dan Bangladeş’e, Şili’den Balkanlar’a, Doğu Timor’dan Japonya’ya kadar “ihtiyacımız ve aradığımız budur!” dedirten bir etki ve sonucu açığa çıkartmaktadır.
Paradigma ideolojik ve moral güç kaynağı
İmralı sistemi olarak tanımladığımız bütün bu sistemli-planlı ve mutlak tecrite rağmen, Rêber Öcalan’nın demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigması ulaştığı bütün kıtalarda ve ülkelerde hızla ideolojik ve moral güç kaynağı haline gelmektedir. Avrupa merkezlerinden tutalım, Afrika, Asya, Kuzey Amerika ve Abya Yala’ya kadar bütün halklarda ve özellikle kadınlarda çok ciddi bir mücadele bilinci ve pratiğine dönüşmektedir. En derin felsefik, entellektüel ve ideolojik sorunların çözümünden tutalım, toplumsal mücadele perspektif ve kritiklerine kadar, somut örgütlenme, mücadele ve pratiklerin gelişim sorunlarına kadar dünya devrimci mücadelelerine ufuk ve dinamizm kazandıran, umudu yeşerten, irade kazandıran ve mücadeleye sevkeden demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma, ulaştığı her alanda -ister hiçbir şekilde kapitalizmin çarkına bulaşmamış kültürel toplumlardan tutalım, göçebe-aşiret yapılarına, en “gelişmiş” olarak değerlendirilen kapitalist sistemin kalbine kadar- hızla heyecan ve mücadele zeminini yaratmaktadır. Bu paradigmayı en hızlı ve en tutarlı bir şekilde benimseyen ise kadınlardır. Erkek egemen devlet sistemini devrimci bir çözümleme ile bütünsel bir bilincin temellerini atmakta, kadını toplumsal mücadelelerin ve devrimci süreçlerin merkezine oturtmakta, devrimci mücadelenin devindirici, ön açıcı ve dinamik gücü haline getirmektedir. Erkek egemen patentli devletli sistemin temel dayanağı olan hakim erkek egemen zihniyet ve rol modelinin şiddet, baskı ve sömürü çarkını üreten, ayakta tutan inşa edilmiş kimliğini her alanda sorgulamakta ve geriletmektedir. Kapitalist hegemon sistemi can alıcı noktalarından vurmaktadır. Son yıllarda dünya çapında erkek kimliğinin bu kadar tanımsızlaşması ya da zorba, aşırı erkeksilik biçiminde tezahürüne daha derinden ve bütünlüklü bakıldığında, bunun tam bir savaş ve kadın kırım politikasına dönüştürüldüğünü görmek mümkün. Bu aynı zamanda hegemon sistemi ayakta tutan temel diktasının-sütunun ciddi bir şekilde sarsıldığı anlamına gelmektedir. O, egemenlikli tarih boyunca hakim olan “egemen”, “güçlü”, “tanrıdan sonra muktedir”, “kadir” erkek rol modelinin yıkılma süreci tam bir kriz halinde olsa da, gerçek bir devrimci gelişmedir.
Tecridi kırmak kadın mücadelesinin tarihsel sorumluluğudur
Erkeğin kopmuş olduğu toplumsal-kültürel kökleri ile buluşması ve bir özgür eş yaşamın öznesi, devrimci mücadelede kadın yoldaşı olarak kendi öz kimliğine kavuşması bütün demokratik devrim süreçlerinin temel mücadele gerekçesi ve zemini haline gelmiştir. Bunu dünya kadın hareketlerinin ve kadın mücadelelerinin en büyük kazanımlarından biri olarak görmek aynı zamanda İmralı mutlak tecridine vurulacak en büyük darbe olarak değerlendirmek önemli. Tecrit, kadının bütün toplumsal yaşam alanlarından koparılış yönteminin başında gelmektedir ve aslında köleliğe alınmış kadın tarihinin ifadesidir. Bunu kırmak için nice kadın tarih içerisinde kendisini feda etmiştir. Dolayısıyla tecriti kırmak diyalektik olarak kadın özgürlük mücadelesinin tarihsel sorumluluğu ve devrimci eylemidir. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayı dünyanın her yerine ulaştırmak, öz örgütlenme ve eylem gücüne kavuşturmak Uluslararası Komploya verilecek en büyük ve en anlamlı devrimci cevap olacaktır.