‘Mümkün kılmanın anahtarı: Direniş’

(Bolivyalı feminist Adriana Guzmán Arroyo gazetemize konuştu)

- Nazan ÜSTÜNDAĞ
244 views
Kadın örgütlülüğü ve mücadelesi dünyanın her kıtasında, her ülkesinde farklı renklerle ama hep ivme kazanarak devam ediyor. Bir Güney Amerika (Abya Yala) ülkesi olan ‘Bolivya Çokuluslu Devleti’ 37 dilin konuşulduğu halklar mozaiği bir ülke. Tarihten beri hem coğrafyası, hem ekosistemi hem de yeraltı kaynaklarıyla hep arzu edilen bir ülke. “Trajedi, dönen bir tekerlek gibi kendini tekrarlayıp duruyor: Bolivya inanılmaz zenginlikleri, beş asırdır, Güney Amerika yoksullarının en yoksulu konumundaki bu halk için bir lanet olageliyor. İşin aslı şu ki, kendi öz halkı için Bolivya yoktur!”

2015 yılında hayata gözlerini yuman ünlü Uruguaylı gazeteci-yazar Eduardo Galeano 2005 yılında kaleme aldığı bir yazısında ülkenin tarihçesini böyle özetliyor. Bu cümleyle rastlaşan her Kürdün aklına Kürdistan gelmeli. Ne kadar da benziyor… Bir o kadar da direniş geleneğiyle aslında. Abya Yala’nın tam kalbindeki yeriyle Ortadoğu’nun kalbindeki Kürdistan gibi. Onların da devrimci geleneği sırtlayan direnişçi kadınları var. O kadınlardan biri de feminist, halk eğitimcisi, Feminismo Comunitario Antipatriarcal ve Feministas de Abya Yala örgütünün üyesi olan Adriana Guzmán Arroyo. Adriana,  Hamburg’da gerçekleştirilen ”Dünyamızı Geri İstiyoruz-Diren, Geri Al ve Yeniden İnşa et- Otonom Eğitim Yap ve Örgütlen” konferansı katılımcılarındandı. Aşağıdaki kısa söyleşide kendi toplumunun mücadele gerekçelerini kendi sosyolojik gerçekliğiyle anlatan bir kadınla tanışacaksınız:

Okuyucularımızın da tanıması açısından kendinizden, yürüttüğünüz çalışmalardan biraz söz eder misiniz?
Bolivya’da Feminismo Comunitario* (Topluluk Feminizmi) kurucusuyum. Bu konuyla ilgili çalışma yapıyorum. Topluluk Feminizmi üzerine çalışıyorum ve sömürgesizleştirme üzerine eğitim veriyorum.

Topluluk Feminizmi oluşumu hakkında biraz detay verir misiniz?
Aslında biz kendimizi feministler olarak adlandırmak zorunda kaldık. İstediğimiz şey oradaki toplulukların, örgütlenmelerin; ataerkillik üzerine, kadınların yaşadığı sorunlar üzerine, ekstraktivizm (doğal kaynak sömürüsü) üzerine, ırkçılık ve kapitalizm üzerine konuşmasıydı. Bu yüzden kendimizi mücadele içinde feministler olarak tanımlamak zorunda kaldık. Bolivya’da 2006‘da yeni anayasa çalışmaları başlayınca kendimizi “Toplumcu Feministler-Feministas Cominitarias” olarak adlandırıp dahil olduk.

Anayasa çalışmalarına atıf yaptınız, bu çalışmanın kapsamı ve muhtevası nedir?
Anayasa yapım sürecinin başlaması (2006’da yazılan ve 2007’de onaylanan) ve bizlerin bu çalışmaya dahil olmamız, sokakta mücadele eden halkın direnişi sayesinde mümkün oldu. Anayasa Yapım Meclisi oluşturulduğunda kadınlar olarak yüzde 51’lik kota aldık. Yüzde 53’lük de halklar kotası vardı. Hem kadınlar, hem halklar olarak çokulusluluk üzerine, topluluktan gelen yaşam biçimleri üzerine, kültürler arası ilişki üzerine temaları anayasaya koyabildik. Ama şunu da gördük ki bu işler yeni anayasa ile de çözülmüyor.

Farklı bir başlık ile devam edelim; Kürt Kadın Hareketi’ne dair bildikleriniz neler, nasıl tanıştınız?
Feminizm sayesinde tanıştım. Arjantin’deki kadın buluşmalarına gittim. Orada Kürt Kadın Hareketi’nden çokça bahsediliyordu. İlk olarak orada tanıdım. Sonra Bolivya’da kimi dayanışma etkinlikleri düzenledik. Örneğin Türk Konsolosluğu’nun önüne gidip protesto eylemi gerçekleştirdik. Bu eylemin akabinde baskılar ile yüz yüze kaldık.
Daha sonra jineolojî eğitimine yöneldik. Bizim kozmovizyonumuz (dünya görüşü) ile uyuşan bir konu. Bizler toplulukların topluluğu (comunidad de comunidades) örgütlenmesine inanıyoruz. Bu çalışmayı yürütüyoruz. Yapı olarak demokratik konfederasyona benziyor. Berlin’deki Uluslararası Kadın Konferansı’nda Kürt Kadın Hareketi ile daha fazla yakınlaşma çabası içersinde oldum. Çünkü Kürtler ile çok benzer problemlerimiz var. Bizim tek farkımız, biz demokrasiye inanmıyoruz.

Demokrasiye inanmıyoruz dediniz, bu ne demek, biraz açabilir misiniz?
Bize göre ‘demokrasi’ kavramı patriyarkal, liberal, sömürgeci bir kavram. Biz insanları seçmiyoruz, onları görevlere atıyoruz. Onlara yerel topluluk otoriteleri diyoruz. Bu otoriteler kendi aralarında topluluk tarafından belirlenen ve toplum için belirlenen görevleri yapmak için sürekli rotatif bir şekilde hareket ediyorlar. Bu rotasyon sırasında şöyle bir şey oluyor; otoriteler zaten geçici görevli oldukları için  ellerinde iktidar biriktiremiyorlar. O yüzden seçim yapmıyoruz. Seçim sistemiyle gördük ki çok ırkçı biri de, çok sömürgeci biri de seçilebiliyor ve iktidara gelebiliyor; otorite olabiliyor. Bundan dolayı demokrasiye inanmıyoruz. ‘Ekolojizm’ meselesine de inanmıyoruz. Bunu çok kolonyal buluyoruz. Yıllardır biriktirdiğimiz önceki kuşaklardan gelen hafızalarımız var. Anneannelerimiz doğayı korudular, beslediler. Böyle bir hafızamız var. Şimdi ise akademi dünyası gelip halkımıza doğayı nasıl koruyacağını anlatmaya çalışıyor. Bundan dolayı buna da karşıyız.

Bolivya’da şu an karşılaştığınız en büyük problem nedir? Mücadelenizin temel dinamizmi veya gerekçesi nedir?
En büyük problemimiz uğruna mücadele ettiğimiz  projenin sonuçsuz kalmış, başarısız olmuş olması. Bütün mücadelemiz devleti yeniden inşa etmek içindi. Bütün umutlarımızı bu projeye adamıştık. Sonradan gördük ki bu proje başarısız oldu. Bunun sebebi de devletin yine baskıcı, sömürgeci, ataerkil ve ırkçı olması. Bizim için şu an en can alıcı problem mücadeleden gelen güçlerimizi yenilemek ve yola devam edebilmek. Önümüzde duran önemli sorun budur.

Patriyarkayı nasıl tanımlıyorsunuz? Sizde nasıl bir çağrışım yapmakta?
Patriyarka’nın bizde yarattığı ilk çağrışım; patron kavramıdır. Yapısı da patron kavramına çok benzer. Çünkü patron bizim topluluklarımızda ‘toprağı olan, insanlara da sahip olan kişi’ demek. Bu kişi toprağa ve topluluklara sahip olduğu gibi kadınlara da sahip. Geçmiş kuşaklarımız, babaannelerimiz, anneannelerimiz bu patronlar tarafından tecavüze uğradılar. Patron aslında sürekli bir tecavüz üzerinden kendini yarattı. O yüzden biz patriyarkayı ilk bakışta patron’a benzettik. Sonra Avrupa literatüründeki patriyarka tanımına baktık; şöyle bir tanımlamaya rastladık: ‘Erkeğin kadın üzerindeki baskısı, cinsiyet baskısı.’ Elbette böyle bir gerçeklik de var. Ama sadece bu değil. Başka bir tanımlama yapma gereği duyduk. Gördüğümüz ve yaşadığımız şey sadece erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısı değil. Erkekleri yaratan kolonyal, kapitalist, ırkçı sistemdir. Bütün bu baskı formları ataerkilliğin kendisini tanımlıyor. Ataerkilliği bütün bu hakimiyet, sömürge formlarının tamamı olarak algılıyoruz. Ve bu çark doğa üzerinde de aynı şekilde işliyor. Çünkü ataerkillik ile doğayı kolonileştirmek bütün canlıları sömürgeleştirmektir. Ama tüm bu baskı sistemleri elbette kadın bedeni üzerinden doğaya ve bütün topluma dönük gerçekleşiyor.

*Feminismo Comunitario (Topluluk feminizmi); 20. yüzyılın sonlarına doğru Bolivya’da ortaya çıkan ve diğer Latin Amerika ve Karayip ülkelerine yayılan politik ve teorik bir harekettir. Siyasi ve teorik önerilerinin radikalliği ve orijinalliği ile karakterize edilen bir tür Latin Amerika feminizmi oluşturur.

Röportaj: Nazan Üstündağ

Çeviri: Azize Aslan