Dağın kalp atışı!

- Medya DOZ
23 views
Günün ilk nöbetçisi Zerya, “Dışarıda hava nasıl” sorusuna doğru cevap vermek için etrafı keşfe başladı. Çevreyi merakla izleyen bir tek Zerya değildi. Zerya’nın dizleri üstüne kurulmuş, kulaklarını dikmiş Nazê de vardı. Nazê, neredeyse 3 yıldır savaş tünellerinde her gün kıran kırana savaşan bir grup gerilla ile yaşayan benekli, inatçı ve asi bir kediydi.

Gerillaların bazıları Nazê’ye kıdemli kadro diyor, bazıları çelik irade diyor, bazıları da ev sahibi diyordu. Nazê’yi bu tünele getiren arkadaş şehit düşünce gerillalar Nazê’ye gözbebeği gibi bakmışlar. Zaten ismini de bu sebeple Nazê yapmışlar. Çünkü bu tünelde nazı geçen tek varlık Nazê idi. 

Nazê’nin tünellerdeki ilkleri

Nazê, bir sürü evreden geçip bu günkü soğukkanlı halini almıştı. İlk geldiği zamanlarda uçak vuruşları karşısında dehşete kapılıp gerillaların koltuk altlarına saklanıp duruyor, uyurken birden kasılıp istem dışı sıçrıyordu. Şimdilerde ise artık ne vuruşlara ne de patlamalara karşı abartılı tepki vermiyor, biraz duraksayıp sonra yine kuyruğunu sallayarak tüneller arası turlar atıyordu. Demek ki her varlık her şeye alışma potansiyelini içinde taşıyormuş. Gerillalar Nazê’nin bu kendinden emin haline gülüp “kahraman silo” diye takılıyorlardı. Nazê’nin bütün ilkleri bu savaş tünellerinde yaşanmıştı. İlk kez burada yaralanmış, ilk kez burada kimyasal ve ateşli silahlar ile tanışmış ve ilk kez burada anne olmuştu. Bu yüzden kampın sağlıkçısı Adar ile arası çok iyiydi. Çünkü doğum sancısı çektiğinde Adar başında bitmiş, doğumu boyunca Nazê’yi yalnız bırakmamış, her türlü yardımı yapmıştı. Yaralandığında da yine Adar sarmıştı yaralarını. Nazê asla Adar’ın bu iyiliğini unutmuyordu. Ne zaman Adar’ın yaralı bacağı ağrısa Nazê gelip yaralı bacağın üstüne yerleşip iyice ısıtırdı. Var olan ağrı ve sızıyı alıp giderdi. Adar için bacağının o an ağrıdığının Nazê tarafından nasıl bilindiği, ya da hissedildiği bir muammaydı. Ama artık çok kurcalamıyordu. Bazı ilişkilerde her şeye isim bulma çabası birçok şeyi tanımsız hale getiriyordu. Bu yüzden bazen susmak ve tanım aramamak gerek… Bazen susmak, çok konuşmaktan daha çok şey anlatır. 

Kıyamete benzer bir ses ile sarsıldı tünel

     Bu yol vermez, kervan geçmez savaş tünelinde Nazê’nin her gerilla ile sayısız anısı birikmişti. Bu yüzden olsa gerek hiçbir yere gitmiyordu. Bir yerden niye gidilir ki? Kalacak yerin yoksa! Kimsenin kalbinde başını koyacağın bir yer yapmamışsan! Kendini oraya ait hissetmiyorsan… Ve bunlara benzer onlarca sebep var gitmek için. Ama Nazê’nin gitmeme sebepleri hala bilinmiyor, sadece bazı tahminlerde bulunuluyordu. Her şeyi anlıyormuş gibi bakan Nazê ile konuşmakta bir beis görmüyordu gerillalar. Zerya da şu an onu yapıyordu. “Nazê kalk git arkadaşları uyandır, ben çay koyacağım sen de rojbaş çek hadi” Nazê, Zerya’nın ağzına bakıp duruyor, başını bir sağa bir sola çeviriyordu. Bu arada gerillalar tek tek uyanıp etrafta dolanmaya başlayınca Nazê de paçalarına sürtünüyordu. 

   İki gerilla Zerya’ya yaklaşıp dürbünü aldı ve dışarıyı bir de çıplak göz ile keşif etmek istedi. Nazê de bu iki keşifçinin peşine takılıp tünelin çıkışına doğru yol aldı. Aradan on dakika geçmemişti ki kıyamete benzer bir ses ile sarsıldı bütün tünel. Uçak vuruşları rutin bir hal aldığından kimse uç tepkiler vermiyordu ama az önce iki arkadaşları tünelin çıkışına yol alıp gitmişti. Üstelik Nazê de ortalıkta görünmüyordu. Bu yüzden bütün gerillalar yönünü tünelin çıkışına doğru verdi. Zerya bu durumu görünce gözlerini dışardaki toz ve dumanı gösteren ekrandan ayırıp “heval hepiniz beraber nereye gidiyorsunuz? Sadece bir arkadaş gitsin” deyip dışarıda ne olup bittiğini ekrandan anlamaya çalışıyordu. En öndeki gerilla yola devam edince diğer gerillalar duraksadı. Ama herkesin eli yüreğindeydi. Kendi aralarında kimin dışarı gittiğini soruyorlardı. Ekranın başına doluşan gerillalar dışarıda toz ve dumandan başka bir şey görmüyor, ara ara koridoru kontrol ediyorlardı. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra Nazê’nin ağlar gibi miyavlaması duyuldu. Yavrularını da peşine takıp keşifçilerin peşinden giderken uçak vuruşu gerçekleşmiş ve yavruları molozların altında kalmıştı. Bir yavrusunu çıkarıp boynundan tutup sürükleye sürükleye getirmişti ama iki yavrusu da hala görünürde yoktu. Gerillaların paçasını tırmalayıp onları yardıma çağırıyordu. Getirdiği yavrusunun ağzı kısa aralıklarla açılıp kapanıyor, derin derin nefes alıyordu. Nazê deliler gibi Adar’ı arayıp acı içinde miyavlayınca bütün gerillalar duygularını içine akıtarak o an Nazê’ye yardım etmenin yollarını bulmaya çalışıyorlardı. Tam o sırada dışarı giden keşifçi gerillalar da içeri girdi. Her ikisi de onları getirmeye giden arkadaşlarına tutunup yürüyebiliyorlardı. Onlarca yara açılmıştı bedenlerinde ama gülümsüyorlardı. Arkadaşlarının tedirgin yüzlerine bakıp “yok bir şey yok, çizik ve sıyrık…” kelimelerini tekrarlıyorlardı. 

Acı acı miyavlıyor Nazê

     Adar pansuman malzemelerini yerleştirmeye çalışırken Nazê yavrusunu yine ağzına almış, Adar’a doğru gidiyor, bazen yavruyu indirip acı acı miyavlıyordu. Yavru ise kendinde değildi, annesinin ağzında bir bez parçası gibi sallanıp duruyordu. Nazê’nin bu şuursuz feryadı duyulmayacak gibi değildi. Adar bir an ne yapacağını bilemedi, yaralı arkadaşlarını çağırıp yaralarını pansuman etmek istiyordu. Ama Nazê’nin çığlıkları onu sağır edecek gibi kulaklarını tırmalıyordu. Yavruyu getirip Adar’ın ayakları önüne atıp çaresizce miyavlıyordu. Bu arada gerillalar diğer iki yavruyu da molozların altından çıkarıp getirmişlerdi. Gözleri, burun delikleri ve ağızları dolu tozdu ama yine de cin gibi etrafa bakınıyorlardı. Belki de şok yaşıyorlardı. Annelerinin sesini duyunca kendilerini gerillaların kucağından aşağılara sarkıtıyorlardı. Nazê kurtarılan iki yavrusuna doğru gelip tekrar dönüyor ve Adar’ın ayağının önündeki yavruyu burnu ile itiyor bir an önce Adar’ın onu kurtarmasını istiyordu. 

Yaralılar sırasını Nazê’nin yavrusuna veriyor

     Yaralı arkadaşlardan biri “ben iyiyim, sıramı Nazê’nin yavrusuna veriyorum yoksa hepimizi sağır eder” deyince Adar etrafındaki arkadaşlarına yaralı yoldaşların elbiselerinin çıkarılmasını ve temiz bir yere uzatılmasını istedi. Arada da Nazê’nin yavrusunu kontrol ediyordu. Nazê susmuş pür dikkat Adar’ın ellerine bakıyordu. Adar yavrunun kalbini birkaç kez bastırınca yavrunun ayakları istemsizce kasılıyordu. Sonra parmağını yavrunun ağzına koyup hızlıca çekti, bir topak çamuru çıkarıp eldivenli elini silip bu işlemi birkaç kez tekrarladı. Şırıngaya biraz su çekip yavrunun gırtlağını da yıkayınca yavru hafif hafif titremeye başladı. Nazê, Adar’ın ellerine patileriyle vurup kollarına sürtünüyordu. Yavrusunun kurtulacağına ikna olmuşa benziyordu. Adar, Nazê’nin yavrusunu ağzına doğru verip hızla yaralı arkadaşlarına doğru gitti. Nazê de yardımcı hemşire havasında yavrusunu diğer yavruların yanına bırakıp hızla Adar’ın yanında bitti. Gerillaların yaralarına o kadar dikkatlice bakıyordu ki gören diyecek bakarak iyileştiriyor. Neyse ki gerillaların yaraları çok derin değildi. Yüzlerine gelen birkaç şarapnel parçası dışında diğerleri ağrımıyordu. Adar da kol ve bacaklarda olan bütün parçaları uzun uğraşlar sonucu tek tek çıkarıyordu. Nazê akan kanları görünce patisini Adar’ın elinin üstüne koyup uzun uzun gözlerine bakıyordu. Her defasında Adar “Nazêêê” deyince patisini çekiyor ama kan akınca yine aynı şeyi yapıyordu.

Dağın kalbinde Nazê’nin bir yeri vardı

     Dağın kalp atışını işiten Nazê kedi, kalpsiz birçok insandan daha şanslıydı. Kalbi vardı, hissediyordu, dağın ve dağlıların kalbinde hissediliyordu. Seviyor ve seviliyordu. Yaşamı kutsayanların eli okşuyordu başını. Ve dışarda bombardıman yapan sadistler hiç sevilmemiş gibi kötüydüler. Başları hiç okşanmamış gibi gaddardılar. Yara açmaktan kimsenin yarasını sarmamışlardı. Öldürmekten fırsat bulup kimseyi yaşatmamışlardı. Nazê de var olan huzur yoktu dışardaki ruhsuz askerlerde. Dağın kalbinde Nazê’nin bir yeri vardı. Sadist askerlerin bir yeri yoktu… Kalpsizlerin yeri dağın kalbinde yoktu… Aidiyetsiz ve kalpsizler dağlı olamıyordu… Kalbini yitirmemek ne büyük servetti bu çağda ve bu dağda…