‘Demokrasi Çağı’nın başlangıcı

- İnci HEKİMOĞLU
557 views

Nefesimizi tutmuş, elimiz yüreğimizde, gözümüz-kulağımız haberlerde 7 Haziran seçimlerini bekledik. İnanan-inanmayan hepimiz 7 Haziran’ı kazasız-belasız atlatalım diye dua ettik.

“Kazasız-belasız seçim atlatmak” için dua etmek…

Cumhurbaşkanıyla, başbakanıyla, bakanlarıyla, vali ve kaymakamlarıyla, askeriyle, polisiyle, havuz medyasıyla AKP devleti, HDP ve HDP etrafında toplanan demokratik kamuoyunun üstüne öyle bir çullandı ki seçim değil tam anlamıyla seçim muharebesi yaşandı.

HDP’nin çalışma yaptığı 200’e yakın noktaya saldırıldı, Kürt gençler linç edilmeye çalışıldı, Adana ve Mersin’de iki bombalı katliam girişimi ucuz atlatıldı, Selahattin Demirtaş’a 3 kez suikast girişiminde bulunuldu ve sonunda Diyarbakır mitingi bombalanarak, 1 Mayıs 1977’deki kanlı 1 Mayıs’ın bir yenisi gerçekleştirilmeye çalışıldı.

Bu tablo, bir diktatörlükte olmaz, kuralları bellidir. Seçim zaten olmaz, olsa da o seçimin göstermelik olduğu bilinir, sonuçları önceden bellidir. Demokratik hukuk devletinde  hiç olmaz. Cumhurbaşkanı dahil bütün siyasiler hukuk kurallarına uymak zorundadır. Uymazsa hukuk onu o koltukta oturtmaz.

Bu tablo ancak bizimki gibi, ömrünü diktatörlük ile demokrasi arasındaki eşikte geçirmiş bir cumhuriyette olabilir.

TURKEY-VOTE-RESULTS

 

HDP bir mucize miydi?

AKP iktidarının hüküm sürdüğü 13 yılın bu son günlerinde ise, tek adam diktatörlüğüne doğru o eşik tam aşılmak üzereyken HDP adlı bir ‘mucize’, o küstah, saldırgan, ırkçı, mezhepçi, rantçı, yancı, ikiyüzlü, din tüccarı diktatörün karşısına dikilerek ‘Hop, geri bas!’ dedi.

Bütün kara propagandaları,  saldırıları, tehditleri boşa çıktı ve kaybettiler!

HDP  ‘Tek’çi anlayışa karşı, Türkiye’nin tümünü yansıtan bütün farklılıkları içine alarak, kadınların ağırlığını taşıyarak, bütün ‘öteki’lerin sözcüsü olarak meydanlara indi.

Savaş diline karşı barışı, din tüccarlığına karşı inanç özgürlüğünü,  ataerkil sisteme ve eril dile karşı cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğini, sahtekarlığa karşı samimiyeti ile AKP’yi teşhir etti. Bütün sıvalarını dökerek altındaki çürümüşlüğü kamuoyuna gösteren ayna işlevi gördü.

Peki gerçekten HDP bir ‘mucize’miydi? Tırnak içine alarak, işaret etmeye çalıştığım şey; HDP’nin elbette bir mucize olmadığıydı.

Evren yasalarını kendine şiar edinmiş, cunta mirasının üstünde keyif çatan AKP’nin iktidarı için garanti gördüğü  yüzde 10’luk seçim barajının yıkarak, Türkiye halkları için yeni bir adres ve umut olması ne tesadüf ne de mucizeydi.

Bu başarıda, Kürt siyasi hareketinin yıllara dayanan birikimi ve deneyiminin yanı sıra, ‘Gezi’  ile ‘Kobanê’ gerçeğinin örtüşmesi, şu moda deyimle “Zamanın Ruhu”nu yakalaması en önemli faktörlerdi.

 

HDP başarısının dayanakları

HDP’nin başarısı başka çok önemli bir gerçeği daha gösterdi. Yıllarca silahlı bir siyasi hareketin komutasında yer almış kadroların, yalnız birer komutan değil, iyi birer siyasetçi olduklarını da, artık Türkiye’yi yönetenlerin de, Türkiye halklarının da kabul etmesi gerekir.

Bu siyasi hareketin önderi Abdullah Öcalan’ın çizdiği strateji ile Kandil’deki yönetim kadrolarının yalnız Kürt halk mücadelesinin başarısında değil, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olmasında, eşitlik ve özgürlük ideallerini gerçekleştirmesinde oynadıkları rolü kimse görmezlikten gelemez, gelmemelidir.

Onca provokasyona, onca karanlık tezgaha, onca tehdit ve hakarete ve de yıllardır sürdürülen oyalama taktiklerine rağmen, seçim öncesi, seçim süreci ve halen bugün ortaya koydukları strateji ve taktik, yalnız HDP’nin değil Türkiye’nin önünü açtı.

Bütün Türkiye, özellikle de demokratik kamuoyu, hatta ve hatta bugüne kadar Kürt hareketine mesafeli duran, zaman zaman düşmanca tavır takınan kesimler bile, o ağır seçim atmosferi boyunca devletten değil Kürt siyasi hareketinden ricacı oldu. Evet ‘ricacı’ oldu.

MHP bile HDP’ye karşı diline, söylemine ayar verdi, ayar vermek zorunda kaldı.

Yani seçimleri yaptırmamak, yapılsa bile diktatör olmak üzere bütün gücünü seferber eden AKP’ye karşı, örgütlerini ve halkını disiplin içinde tutabilen, AKP’nin istediği çatışmalı zemine geçit vermeyen Kürt siyasi hareketine açıktan olmasa da içinden teşekkür edenlerin sayısının hiç de az olmadığını söyleyebilirim.

 

HDP’nin verdiği mesaj ve ‘Türkiyelileşme”

Bir başka önemli nokta ise, topyekün Kürt siyasi hareketi, HDP ile birlikte açıkça Türkiye halklarına “geleceğimiz de kaderimiz de ortak, bu geleceği birlikte kurabiliriz” dedi.

Bu politikaları alana mükemmel yansıtan başta Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın kişisel performansları ise en sekter kesimlerde bile kırılmalar yarattı.

Özellikle Demirtaş’ın sahiciliği, güven vericiliği, espritüelliği, format dışı bir siyasetçi portresi çizmesi bu başarıda büyük pay sahibi oldu. Bugüne kadar ulaşılmakta güçlük çekilen kitlelere ulaşmanın aracı oldu, “Beyaz Türkler”in, kimi  ulusalcıların bile önyargılarını sarstı, oy vermeseler bile kulaklarını açmalarını, dinlemelerini sağladı. Ki bu önümüzdeki süreçte çok önemli bir potansiyeli barındırıyor.

Bu arada belirtmeliyim ki; Demirtaş’ın  İstanbul’dan aday olması ve seçim bölgesi nedeniyle, laiklere ve Türklere seslenme olanağı bulması, dolayısıyla bu kesimlerle diyalog kapısını açan isim olması onu daha görünür kıldı.

Şimdi ise yine ve yeni bir mücadele süreci bizi bekliyor. Kürt siyasi hareketinin, Kürt halkının HDP ile ortaya koyduğu “Türkiyelileşme” hedefinin karşılık bulması yetmiyor.

Geleceği birlikte kurarak, eşitlikçi ve özgürlükçü bir demokratik-hukuk devleti inşasında omuz omuza olmaktan yana olanlarla, bunu reddetmekte ısrar edenler arasındaki çatışmanın sertleşerek süreceği görülüyor.

Ama şu kesin ki, HDP ile verilen mesajı almak istemeyenler, Türkiye’nin geleceğinde de olmayacaklar.

1

 

Bu pilav daha çok su kaldırır

Bugün tartışılan koalisyon seçenekleri, özellikle de Erdoğan medyasının pişirdiği AKP-MHP hükümeti olasılığı kimseyi karamsarlığa sürüklememeli.

MC (Milliyetçi Cephe) hükümetleri döneminde büyümüş biri olarak, böyle bir hükümetin  yeni bir kabus dönemini getireceğini elbette biliyorum. Hep birlikte yeni bedeller ödemek zorunda kalabileceğimizi de…  Ama bu 1970’lerden fırlayan “Irkçı-Dinci” arkaik zihniyetin, neredeyse yarım asır sonra kendini gerçekleştirmesini, bugünün dünyasında mümkün görmüyorum.

Ne iç ne de dış dengelerin buna izin vereceğini düşünüyorum.

Bırakın demokratik kamuoyunu ve HDP etrafında birleşmiş geniş halk yığınlarını,  ‘yeşil sermaye’ sözcülerinin bile açıklamalarından Türkiye’nin ‘Tek Adam’ın koltuğu uğruna içeride de dışarıda savaş maceralarına sürüklenmesine razı olmayacağı anlaşılıyor.

Hatta bu savaş hükümetinin gerçekleşmesi durumunda, öncelikle AKP’nin bölünmesine, MHP’nin de erimesine neden olacağını düşünüyorum. Neyse, bu pilav daha çok su kaldırır.

Bizim asıl gündemimiz, bundan böyle demokrasi güçlerinin yolu nasıl genişletecekleri ve bu baskıcı-otoriter, tek tipçi devlet anlayışını nasıl dönüştürecekleri olmalı.

Kuşkusuz bunun öncelikli yolu HDP’nin daha geniş halk kitlelerine ulaşabilmesi, eli oy vermeye gitmese de, önyargıları sarsılmış ve savaş yanlısı zihniyetlere karşı duran kesimlerle de ilişkilerini güçlendirmesine bağlı.

TURKEY-VOTE-RESULT

HDP’nin yarattığı sempati ve güven

Seçim sürecinde hiç beklemediğimiz kesimlerin HDP’ye sempatiyle baktığına tanıklık ettik. Özellikle CHP tabanında önemli bir işbirliği ve dayanışma gelişti. Örneğin benim müşahit olduğum sandıkta görevli genç bir CHP’li gizlice HDP’ye oy vereceğini söyledi, yakın çevremdeki pek çok CHP’li HDP’ye oy verdi. İlçe Seçim Kurulu’nda görevli bir CHP’li tanıdığım, müşahitlerimizin seçim öncesi gözaltına alınmaları üzerine “Hiç merak etme, HDP’nin her bir oyu bize emanet” dedi.

Bu kesimlerin öncelikleri belki AKP’yi iktidardan düşürmekti ama, bunu yaparken HDP’nin yarattığı sempati ve güven nedeniyle iç rahatlığı da vardı. Ötesi, HDP’ye oy verebilecekken yıllardır oy attıkları parti yerine bir başka partiye oy atmayı ‘ihanet’ gibi görenler büyük kararsızlık yaşadı. Gerçekten de seçmen davranışının değişmesi kolay olmuyor.

Ama sonuçta, HDP’nin barajı geçmesinde yüzde 2 ya da 3 oranında rol oynadığı söylenen kesimlerin ve alışkanlıklarını değiştirmekte zorlanan seçmenlerin, HDP için büyük potansiyel taşıdığı görüldü.

Yalnız bu değişim sürecinin Kobanê ile başladığını çok önemli bir not olarak eklemek gerekir.

 

Kobanê etkisi ve Gîrê Spi sevinci

IŞİD ve AKP’nin çıkar ve zihniyet ortaklığı, buna karşın Kobanê’de topraklarını, canlarını, onurlarını yaşlısı-genci, kadını-erkeği savunan halkın yarattığı model, bir bakıma çok önemli bir kesimin gözünü açmasına, laik Kemalist kesimlerin bile durup düşünmesine neden oldu.

Şimdi benzer bir sürecin yaşandığı Til Abyad (Gîrê Spi) zaferi, yalnız HDP etrafında toplanmış kesimlerin değil, dışında kalan ama HDP’yi dikkatle izleyen kesimler için de sevinç kaynağı oldu.

Bunları özellikle belirtiyorum, çünkü  gelecek, bugüne kadar olduğu gibi bir Türk-Kürt ya da laik-dindar çatışması ekseninde şekillenmeyecek. Çatışma eşitlikçi demokratik bir hukuk devleti için bir arada duran  bütün halklar, inançlar, ötekileştirilen kimlikler ve ezilenlerle; ırkçı, dinci, çıkarlarını, yolsuzluğunu, hırsızlığını savaş ve kaosla gizlemeye çalışanların etrafında kümelenmiş kesimler arasında geçecek.

HDP’nin barajları darmadağın ederek siyaset gündeminin ortasına oturması, savaş politikalarının iflas ettiğini ve değişimin önünde durulamayacağını gösterdi.

“BİZ’ler Meclis’e” girerken, gelecekte de kimin kazanacağına ilişkin soruya açık bir yanıt verdi.

Nihayet Türkiye için “Demokrasi Çağı” başladı. Yavaşlatılabilir ama geri alınamaz, engellenemez!