Devrimci sanat nasıl olmalı?

- Diren ŞİYAR
660 views

Sanatın çok yönlü tanımlamaları var. Fakat tüm bu tanımlamaları bir araya getirdiğimizde en sade hali ile sanat;  estetik kaygıları taşıyan biçim oluşturma faaliyetidir, diyebiliriz. Çünkü sanat insanın yaratıcı gücüne dayanır ve irade sahibi olan bir eylem biçimidir. MANSETÖlümsüzdür bir yönüyle, hissedilir, gerçek ile bağ kurulur.  Amacı öğretmektir, eğitmektir, eleştirmektir ve değişim gücünü yaratmaktır. Ruhu özgürdür sanatın. Tıpkı Ingeborg Bachmann’ın ifadesindeki gibi: “Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür kalacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecektir…”  İşte bu özgürlüğü en güzel sanat ifade edecektir.

Sanatın en büyük özelliği devrimci olmasıdır aslında. Çünkü esas işlevi hayatı ve mücadeleyi bütünleştirmektir. Başkaldırıdır. Meydan okumadır. Direniştir. Sorgulayandır. Değiştirme gücüdür. Sanat, tüm insanlığı bilmediği bir tecrübeye davet eder. Tüm bunlarla yapılan sanat işte o zaman rotasına girer. Sanat; savaşın acısını, direnişin görkemini, sevginin derinliğini, ölümün soğukluğunu, varolmayı, yaşamın güzelliğini, doğanın bereketini, umudu, heyecanı kendine esas aldığı sürece çok güçlü varolacaktır.

Konfüçyus’un “bir milleti tutsak etmek isterseniz, onun müziğini çürütün” sözü vardır bir de. Müziği çürütülmek istenen bir halkın isimlervector tree with musical notesi geliyor tek tek aklıma. Ozan Mizgin mesela; insanın ruhuna ülke sevgisini, özlemi, isyanı taşır. Ozan Sefkan mesela; özgürlük için haykırdığı şarkıları bize devrimci sanatın nasıl olması gerektiğini nasihat eder. Ozan Serhat’ı hatırlamamak mümkün mü, Ali Temel’i, Delila’yı… Hepisinden de izler buluruz şimdilerde, kaybolmaz bugüne taşıdıkları sesleri. Halil Dağ vardır bir de, kalemi dağ başlarından dünyanın en ücra köşesine kelimeleri taşımıştır.  Yaşanmışlıkları bir nakış edasıyla kağıtlara işleyen, umut tazeleyen, güzelliklere ilham olan Bawer’i unutmak mümkün mü? Bir de Hevi ve Yekta vardır, tiyatronun gücüne inanan, hem gerilla hem de özgürlük eylemcisi olan… Bir kelebek narinliğinde olan Sarya’nın, dansıyla tutuşturduğu ateş bugün hâlâ yanmaktadır. Bu isimler hem halkın savaşçısı hem de sanatçısı olmayı başarmış ölümsüz isimlerdir.

Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin başlangıcıdan itibaren eyleme, direnişe, başkaldırıya esin veren birçok eser ortaya çıkmıştır. O imkansız  ve zor zamanlarda dahi, devrimin sözü olabilmiş çok sayıda ürün vardır. Milyonları ayaklandırmış, dinleyenlerin ruhuna cesaret aşılamış, varolma savaşı veren bir halkın nabzını tutmuş çok sayıda grup, çok sayıda marş vardır. Bugün dinlediğimizde dahi bizi etkiler ve ruhumuzu titretir.

Peki ne oldu da direnişin bütün canlılığıyla sürdüğü, çok sayıda kahramanlığın yaşandığı günümüzde ruhumuzu besleyen ürünler azaldı? Dönüp baktığımızda ciddi b1-ir tıkanma ile karşı karşıya olduğumuzu görebiliyoruz. Nedir bunun sebebi? Neden bir kısır döngü yaşanıyor? Bu soruları sormak aslında sanat olgusuna karşı da büyük bir sorumluluktur. Çünkü bu tıkanmayı aşarsak, kültürel soykırım kıskacını açabilir, yeniyi yaratabiliriz.

Son dönemlerde güçlü eserlerin ortaya çıkmaması, direnişçi ruhun işlenememesi, sanatın güçlü bir propaganda faaliyetine dönüşememesinin altında çok yönlü sebepler var. Bunlardan biri ve en önemlisi anlam arayışından uzaklaşmadır. Sanata anlam yüklememek, bireyselleşmek, kolektif yaratımın gücüne inançsızlık, sanat ve devrim olgularını birbirine yabancılaştırmıştır. Kapitalist modernitenin dayattığı bencillik, popülizm birçok savrulmaya yol açmıştır. Sanat sadece bir ticari amaç olarak ele alınmaya başlanmıştır. Bir diğer yönü ise şöyledir; direnişini işleme adı altında sloganvari, kaba, yüzeysel diyebileceğimiz bir tarz ortaya çıkmaktadır. Estetikten yoksun, derinlikten uzak çok sayıda ‘eser’ piyasaya sunulmaktadır. Aslında biraz da kolaycılık vardır. Direnenlerin mücadelesi işlenirken en kolayı ne ise ona yönelme vardır. Bu nedenle maneviyat beslenememektedir. Ortaya çıkan eserlerler neredeyse birbirinin tekrarıdır.

Yazımıza biraz da kültürel soykırım gerçeği ile devam edelim. Geçmişi iyi irdeleyebilirsek, bugünkü yaşadığımız tıkanma ve tekrarın kaynağını da daha iyi görebilmemiz mümkün olabilir.

Kürdistan gerçekliğine baktığımızda egemen güçler kültür adına kültürsüzleşmeyi dayatmışlardır. Kültürel soykırım dediğimiz gerçeklik Kürt varlığını inkar etmenin temel politikası olmuştur. Kürt kimlik ve kültürünü bozuma uğratma amacı güdülmüştür. Toplumun kurucu-birleştirici özelliği olan kültürü dağıtmak gibi bir yöntem hep izlenegelmiştir. Kürt halkına ait birçok kültürel eser çalınmış ve Türkçeleştirilmiştir. Türk sömürgeciliği Kürdün dil2-ini yasaklarken, varlığını yok sayarken, ona ait tek bir kültürel değer kalmaması için özel yöntemler denemiş, özel çalışmalar yürütmüştür ve bu noktada işbirlikçi Kürt’ü maşası olarak kullanmıştır. Kürtçe’den devşirilen birçok stran, devşirilen Kürt bireyler aracığıyla yapılmıştır. Bu nedenle kültürel değerlerimize, stranlarımıza, çiroklarımıza, dengbêjlerimize daha güçlü sahip çıkmak, o eserleri yaşatmak ve kucaklamak temel sorumluluğumuz olmaktadır. İşte bu soykırım yönelimlerini görmeyen ya da bunları ‘normal’ gören sanat anlayışı Kürt’ün sanatı olamaz. Kürt halkının ve mücadelesinin sanatı icra edilmek isteniyorsa, en başta da bu inkarcı yaklaşımları çok iyi görmek ve bilincine varmak gerekiyor. Soykırım politikalarına karşı en güçlü duruş ise toplumcu sanat anlayışıdır. Toplumun sorunlarını, yaşadıklarını, duygusunu, acısını, coşkusunu iyi işleyebilen, dile getiren, seslendiren bir sanat yaklaşımına ihtiyaç bulunmaktadır. Kültürün birleştirici gücü, maneviyatı çok derinliklidir. Bu etki gücü görülebilirse, nitelikli ürünlerin de ortaya çıkması mümkün olabilir.

Sanat alanında kapitalist moderniteden kaynaklı en önemli sorunlardan biri de sanatın endüstrileşmesidir. Bu politika sanatçıyı hakikatten kopma aşamasına getirmiştir. Durum böyle olunca sanata da tekelci ve kâr güden bir anlayış ile yaklaşılmaktadır. Bu sistemin tüketici, yabancılaştırıcı yanı görülememektedir. Kapitalist modernite sanatı da sanatçıya da bitirme aşamasına getirmiştir. Her şey günlüktür, her şey geçicidir. Oysa ki sanat dediğimiz olgunun, hafıza yaratması lazım. Maneviyatı büyütmesi, topluma gıda olması lazım. Mevcut üretimlere baktığımızda bunu görmek çok zordur. Yaşamın diğer alanlarına dayatıldığı gibi, sanat alanına da kimliksizlik dayatılmaktadır.

Tüm bu yönelimlere karşı aslında toplumcu, kolektif, devrimci sanat ile karşı durmak mümkündür. Halktan kopmayan, halkın yaşadıklarını hisseden, halkın direnişini en estetik, en güzel ve nitelikli söz ve görsellerle duyuran bir sanat anlayışına ihtiyaç vardır. Yeter ki görebilelim, Kürt’ün dünyası ve yaşadıkları bizlere çok şey sunuyor.