Tüm baskılara, zulme, şiddete çelme takan kadınlar, selam size. Eril zihniyeti yerden yere vurup, akıl ringinde nakavt eden kadınlar, evet size söylüyorum: Bu yıl da sokaklara çıkıp, yeri göğü inlettiniz. Sloganlarınız erkeklerin kulağını tırmalarken, kahkahalarınızla gökyüzü aydınlanıyordu. Ayaklarınızın gümbürtüsünü duyan toprak, 21 Mart’a göz kırpıyordu. O yüzden oh ettiniz, ox xweş ettiniz, bu yıl da bahar sizinle şenlendi.
Şimdi, çok mücadeleci bir ayı geride bıraktık. Her yıl olduğu gibi bu yıl da 7 Mart’ta erkek şiddeti gören kadınlar, 8 Mart’ta devlet şiddetine uğramaktan kurtulamadı. Böylelikle erkek-devlet işbirliğinin 365 gün 6 saat boyunca nasıl sürdüğünü hep birlikte gördük. “Keşke görmez olaydık” demek isterdim. Lakin gördük. Gerçi bazılarımız, “hiç görmedim, bana bir şey olmadı. Tüm bunlar devletimizi kötülemek için” diyebilir. Normal, bir kadın başına geleni fark etmeyebilir. Zaten fark etse devrime kalkar. O yüzden mesele farkında olmayla ilgi.
Devletin CV’si
Konumuza dönecek olursak sevgili okuyucu, şunu asla unutmayın; devletin zihniyeti bozuktur, sicili ise gasp ve tecavüzlerle doludur. 5 yıllık CV’sine bakın (Curriculum Vitae-CV. yani özgeçmiş) hangi konuda mastır yaptığını, morglarda edindiği tecrübeyi ve gömerken gösterdiği ustalığı asla anlayamaz, çözemez ve hiçbir iş kabiliyetiyle ölçemezsiniz. Öyle mükemmel ve kusursuz bir katildir devlet. Bunun farkına varmak derin bilinç gerektirir. İnanın, bir kadın olarak başımıza gelenler bir tavuğun başına gelenlerin binlerce katı. Tüm mesele fark etmekte. “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksiltmeme” politikasının yarattığı yıkımın sonuçlarını; bilim insanları, sosyologlar, ekolojistler, tıp dünyası hatta ve hatta astrologlar çözemiyor. (Gerçi bir araya gelseler belki nedenini fark edip çözerlerdi. Nerede o akıl? Ara ki bulasın. Kim bilir zamanın hangi cebinde unuttular!)
Dünyanın bir yanı alev alev yanıyor. Öbür yanında buzullar eriyor. Bir yanı savaşta, herkes birbirini öldürüyor. Biri durmadan üretirken, öbürü durmadan tüketiyor. Yiyor, içiyor kimileri, kimileri de açlıktan ölüyor. Birilerinin ölmesini bekliyor kimileri de, karnını doyurmak için. Dünyayı döndüren çarkın dişlileri kırılmış, sürekli öğütüyor birilerini, bazıları da “delilik” numaralarıyla höpletiyor enerjisini. Sonra “bu bir döngü” deyip bir hap gibi yutturuyor bize. Peki sebep? Sebebi, “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksiltmeme” politikasını güdene soracaksın tabii ki. Her şeyi de ben mi söyleyeyim. Hani farkındalık? Tavuktan beter durumlarımız var ortada. Bazen düşünüyorum, diyorum; “biz kadınların tavuk yemeyi protesto etmesi lazım.” Çok ciddiyim bacılar. Olmuyor böyle. Düşünebiliyor musunuz; önce tavuğu kesiyorlar. Sonra pertik pirtik ediyorlar. Yani tüm tüylerini yoluyorlar. Sonra her bir ekleminden, göğsüne kadar doğranıyor. Pişirme biçimlerine girmeyeceğim, o da yiyenin “zevki”ne, yapanın kabiliyetine, artık bilmiyorum neyine kalmış. Peki ya biz? Yaşatılma biçimimizden öldürülme biçimimize kadar tavuğun bu durumundan ne kadar farklıyız!?!
Nedir direniş?
“Adam” seni öyle görmese kıtır kıtır doğramayı kendine “helal” kılar mı? Dikkat etmişseniz, hep şöyle sözler vardır: “Helal süt emmiş kız al” ya da “şöyle helalinden bir kadının olsun” gibi… Bir erkeğin “helali” olmak ne demek Allah aşkına ya? “Bu tavuk helal mi?” “Helal abiii!” “Ya bu et, o da helal mi?” Ne bu, kadının helali, sütün helali, etin, tavuğun helali, hayırdır?!? Wııış, ishal olasın inşallah. Abdesthaneye yetişemeyesin, kaskatı kesilesin, mırdar olasın emi. 40 suda yıkanıp, helalleşmeyesin, öyle pîsê herram kısaca; PeHe kalasın.
Şimdi sevgili okuyucu, direniş dediğin nedir? Bu 5 bin yıllık, hatta ve hatta 7-9 bin yıllık bizi birilerine “helal” kılan zihniyete karşı reddediş biçimidir. Red ve kabul ölçüleri de diyebiliriz buna. Tabii kime göre, red ve kabul? Bunu genişlemesine başka bir sayıda da konuşabiliriz ama tek kelimeyle iktidar erklerinin, devlet zihniyetinin ve bu “helal” kılınma halinin tamamından kopuştur red ve kabul ölçüleri. Başka türlü de bu PeHe’lere karşı duramayız. (PeHe imzamı bir yerlere kaydedin, bundan böyle çok sık kullanacağım.)
Konuşmayı geçtim dinliyor musunuz?
Sevgili okuyucu, aslında ben bu yazımda ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı değerlendirmek istiyordum. Sonra üstüne “Temel ilkem sizlerle büyüleyici yaşamdır!” başlığıyla 8 Mart çağrısı geldi Bilge’den. Eee herkesin söyleyeceği bir sözü vardı. Benim de olsun istedim. Lakin mevzu çok derindi, direniş kısmında kaldım. Özgürlük meselesine de değinecektim, malumunuz “yerim dar.” Ama yine de bana göre çözüme ilişkin bölümü buraya almazsam gönlüm kalır. İşte 8 Mart mesajından o bölüm şöyle: “Kadın özgürlük meselesi bütün önemini koruyor. Demokratik komünalist süreç ana kadın toplumsallığının güncellenmiş halidir. Toplumsal gerçekliğe de ancak bu yöntemle varılır. Tecavüz kültürü aşılmadıkça; felsefe, bilim, estetik, etik, din alanlarında toplumsal hakikat açığa çıkmaz. Yeni dönem, toplumun derinliğine gömülü erkek egemen kültürü yıkmadıkça Marksizm’in de kanıtladığı gibi sosyalizm başarısı da mümkün olmayacaktır. Sosyalizme kadın özgürlüğünden gidilir. Kadın özgürlüğü olmadan sosyalist olunmaz. Sosyalizm olmaz. Demokrasi olmadan sosyalizme gidilemez. Benim sosyalizm ile ilk sınavım bir kadınla nasıl konuşacağımı bilmektir. Bir kadınla nasıl konuşacağını bilmeyen sosyalist olamaz. Bir erkeğin sosyalistliği bir kadınla kurduğu ilişki biçimi ile ilgilidir.”
Buraya kadar anlaşıldı mı?
Hani sormak istiyorum kaçınız bir kadınla konuşmayı doğru bir şekilde denediniz? Yok, O’nu geçtim, siz kadınları dinliyor musunuz? Dinlemeyen neyi, nasıl konuşacak? Öyle bize demokrat, sosyalist, devrimci erkek ayağıyla gelmeyin. Kadının karnına verdiğiniz yük, sırtından eksiltmediğiniz sopanızın izi duruyor. Bilmiyorum anlaşılıyor mu? Star’a sığınırız sosyalist olmayan erkeğin şerrinden!.. Bir kez daha YA STAR!