İsyan kadın devrimine evriliyor

- Yurdusev ÖZSÖKMENLER
173 views
2022 yılında kadın mücadelesine bakmak üzere yazıya başladığımda, gece yarısı TC savaş uçaklarının Kobanê, Dêrîk, Şehba dahil olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye ile Asos ve Kandil’i bombaladığı; İran’daki molla rejiminin de eylemlerin sürdüğü en önemli Kürt kentlerinden Mahabad başta olmak üzere pek çok kenti abluka altına alarak topçu ateşine tuttuğu haberleri düştü ajanslara.

Bir yanda kadın devriminin bütün dünyaya ilham verdiği Rojava’ya öte yanda iki ayı aşkın bir süredir  “Jin Jiyan Azadî” sloganlarıyla kadınların öncülük ettiği toplumsal isyana yapılan saldırılar, Ortadoğu’nun zalim iktidarlarının kadınların ve Kürtlerin yükselen mücadelesinden ne denli korktuklarını gösteriyor. İran’ın Molla rejimi ile Türkiye’nin siyasal İslam soslu tek adam diktatörlüğü saltanatlarını sürdürebilmek için insani ve ahlaki bütün değerleri ayaklar altına alıyor, sivilleri katlediyor.  Saldırılarına gerekçe üretmek için İstiklal caddesinin ortasında bombaları patlatarak bu kirli ve tehlikeli politikalarını sürdürüyorlar. Erdoğan rejimi, Kürt kentlerine ve köylerine, kadınların ve çocukların yaşam alanlarına, buğday silolarına, enerji santrallerine, kliniklere karşı jetlerle ve insansız hava araçlarıyla yeni bir saldırı süreci başlattı. Saldırılarda birçok kişi yaşamını yitirdi.

Savaş, ölüm, işgal, yine seçim stratejisi
Anlaşılan Erdoğan, kaybetme korkusu yaşadığı iktidarını sürdürebilmek için 2015 yılından beri her seçim öncesinde yaptığı gibi savaşı, ölümü ve işgali, yine bir seçim strateji olarak görüyor. Militarizmi ve ırkçılığı şahlandırıp vatan/millet nutuklarıyla diktatörlüğünü sürdürmeyi amaçlıyor. Ancak bu kez bu oyun tutmayacak. Halklar ve özellikle kadınlar Erdoğan faşizminin cinsiyetçi, militarist, işgalci ve savaş politikalarını iyi tanıyorlar. Kadınlar kendi deneyimlerinden tanıyorlar bunları. Çünkü Erdoğan rejimi kadın düşmanı uygulamalarını 2022 yılında da bütün hızıyla sürdürdü. Sadece 2021 ve 2022 yıllarındaki kadına yönelik şiddet ve cinayet çetelesine bakmak bile bu gerçeği anlamak için yeterli olacaktır. 2022’nin ilk on ayında erkekler 280 kadını öldürdü, bu sayı 2021’in ilk ayında 256 idi. Bunlar sadece basına düşen rakamlar ve şüpheli kadın ölümlerini de buna ilave etmek gerekiyor. 2022’nin ilk on ayında 202 kadın ölümü basına ‘şüpheli’ olarak geçti. 2021’in ilk on ayında ise bu sayı 183 idi. Sadece Ekim ayının son haftasında Aydın, Denizli, Samsun, Elazığ ve İsparta’da 5 kadının cenazesi yol kenarlarına atılmış olarak bulundu ve haberlerde ‘şüpheli’ kadın ölümü olarak yer aldı.

AKP rejimi altında 12 yılda 3125 kadın öldürüldü
Kadincinayetleri.org adresi üzerinden yayınlanan interaktif haritalama çalışmasına göre; AKP rejimi altında 2010 yılından bu yana erkek şiddeti sonucu öldürülen kadın sayısı 3125. Buna şüpheli kadın ölümlerini de eklersek cinayetlerin katliama dönüştüğü görülür. Üstelik bu cinayetlerin bir kısmı kadınların koruma istemelerine rağmen gerçekleşti. Çünkü Erdoğan’ın tek imza ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ve bunun Danıştay tarafından onaylanması sonucu 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanması nerdeyse askıya alındı. Şiddet mağduru kadınlar uzaklaştırma kararına rağmen öldürülmeye devam ediyor. Örneğin geçtiğimiz Ağustos ayında 16 yaşındaki Beyza Doğan 35 kere şikayet ettiği Selim Tekin tarafından öldürüldü ve ne yazık ki bu tek örnek değil. İnsan Hakları İzleme Örgütü de (Human Rights Watch) 26 Mayıs’ta yayınladığı raporda, aile içi şiddet mağduru kadınların korunamadığına dikkat çekti. “Türkiye’de Kadına Yönelik ve Aile İçi Şiddetle Mücadele: Korumadaki Zaafların Ölümcül Sonuçları” başlıklı 85 sayfalık raporda, mahkeme kararlarının etkin uygulanmamasının, kadınların korunması için alınan tedbir kararlarını anlamsız kılmaya varan tehlikeli zaaflara yol açtığı ve kadınların şiddet görmeye devam etme riskiyle karşı karşıya kaldıkları tespiti yer alıyor.

Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliğinde 36 ülke arasında 35. sırada
Türkiye devletinin aile içi şiddete karşı etkili koruma sağlamakta, şiddete maruz kalanlara yardım etmekte veya kadınlara yönelik saldırıların faillerini, bu faillerin tekrar eden şiddet geçmişine sahip oldukları durumlarda bile cezalandırmakta başarısız olduğuna dikkat çekilen raporda, “Bu da aile içi şiddet mağdurlarının karşı karşıya kaldıkları şiddet riskinin sürmesine ve bazen ölümle sonuçlanmasına yol açmaktadır. Bazı failler önleyici tedbir kararlarını herhangi bir yaptırıma maruz kalmaksızın ihlal etmektedir. Cezai kovuşturmaya uğrayan ve hüküm giyen faillere verilen cezalar ise genellikle çok kısa sürelidir, çok geç verilir ve etkili bir caydırıcılık sağlamaktan uzaktır” denilmektedir. Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği’nin (CEİD) yayınladığı 2021-2022 “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini İzleme Raporu”na göre, Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliği açısından OECD endeksine göre 36 ülke arasında 35. sırada yer alıyor. Şiddetsiz yaşam hakkı açısından ise, çocuk, erken yaşta ve zorla evliliklerin oranı ile fiziksel şiddete maruz kalma oranları açısından ise 36 ülke arasında 34. sırada. OECD ortalamasına kıyasla çalışma hakkına erişim ve katılım biçimleri bakımından derin eşitsizlikler nedeniyle, Türkiye 36 ülke arasında sonuncu sırada yer alıyor. İşgücüne dâhil olmayan kadınların oranı kadınlarda yüzde 69,7 iken aynı oran ve erkeklerde yüzde 30,2. Çok düşük istihdam nedeniyle 2021’de kadınların sadece yüzde 5,9’u emeklilik hakkından yararlanırken, bu oran erkeklerde yüzde 39,6. Rapora göre eşitsizlik ücretlere de yansıyor. Lise ve dengi okul mezunu olanlar arasında kadınlar, erkeklerin kazandığının ancak yüzde 65,4’ünü, yükseköğretim mezunları arasında ise 75,4’ünü kazanabiliyor.

Cinsiyet ideolojisi sosyo-ekonomik durumu da kötüleştiriyor
Avrupa Birliği Komisyonu’nun 2022 Türkiye Raporu’nda da benzer veriler yer alıyor. Kadınların istihdama, politikaya ve karar alma süreçlerine düşük katılımı ve toplumsal cinsiyet ideolojisi/eşitliğine yönelik artan muhafazakar yaklaşımların kadınların sosyo-ekonomik durumunu daha da kötüleştirdiği belirtilen raporda kötüleşen ekonomik koşulların kadın işsizliğini, yoksulluğunu ve açlığını da artırıcı etkide bulunduğu ifade ediliyor. Türkiye’nin kadın ve kız çocuklarının hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği alanında gerilemenin sürdüğüne dikkat çekilen raporda, şiddet faillerine yönelik verilen düşük cezaların etkili bir caydırıcılık sağlamadığı belirtilerek “Destek hizmetlerinin eksikliği, yargının kadına yönelik şiddet konusunda kararlı bir tutumunun olmaması ve yetkililerin olumsuz söylemleriyle bu durum daha da kötüleşmiştir” deniliyor. Bağımsız kadın örgütlerine yönelik nefret söylemindeki artışa da dikkat çekilen raporda; İçişleri Bakanlığı’nın hak temelli kadın örgütlerini ve feministleri terör bağlantılı oldukları iddiasıyla hedef alan açıklamalarının bu derneklerin varlığını tehdit ettiği; kadın yürüyüşlerinin polis şiddetiyle karşılaştığı; kadın derneklerinin kapatılması için davalar açıldığı; aktivist kadınların gözaltına alındığı ve çeşitli cezalara çarptırıldığı da belirtilmekte.

Erdoğan faşizmi kadın iradesini kıramadı
Buna ilişkin pek çok örnek sayabiliriz: Semra Güzel’in milletvekilliği devam ederken bizzat İçişleri Bakanı Soylu tarafında ortaya binbir türlü yalan yanlış bilgiler saçılıp ters kelepçe takılarak gözaltına alınması, TJA sözcüsü Ayşe Gökkan ile Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Leyla Güven’e 30 yıla varan cezalar verilmesi, kadın gazetecilerin, aktivistlerin tutuklanması, 8 Mart da dahil olmak üzere kadın eylemlerine polisin saldırması vb. Ancak Erdoğan faşizmi gözaltılarla, tutuklamalarla, verilen onlarca yıllık cezalarla, işkencelerle, çıplak aramalarla kadınların mücadele azmini ve iradesini kıramadı. Kadınlar Türkiye ve Kürdistan’da bütün bu baskılara karşın meydanları ve sokakları terk etmediler. 8 Mart’ta, İranlı kadınlara destek eylemlerinde, kadın cinayetlerini protesto gösterilerinde polis şiddetine rağmen geri adım atmadılar. Danıştay’da İstanbul Sözleşmesini kitlesel olarak savundular, mahkemelerde şiddet faillerinin cezalandırılması için çaba harcadılar. Grevlerde, ekoloji mücadelelerinde en ön sırada yer aldılar. Türkiye’de, İran’da, Rojava’da ve dünyanın her yerinde kadınlar, yaşamlarını karartmak isteyenlere karşı ‘Jin Jiyan Azadî’ çığlığını büyüterek; dayanışmalarını güçlendirerek; erkek ve devlet şiddetine isyanlarını sokaklarda, meydanlarda, barikatların arkasında ve cephede mücadele etmeye devam ederek kadın devrimlerinin yolunu açtılar.

Birlikte mücadele etme kararı
Öte yandan Türkiye, Kürdistan ve dünyanın çeşitli ülkelerinden kadınlar bir araya gelerek ortak sorunlarını tartıştılar ve dayanışmalarını güçlendirdiler. Almanya’nın Berlin kentinde 5-6 Kasım tarihinde Kadınlar Geleceği Örüyor Ağı tarafından “Devrimimiz: Hayatı Özgürleştirmek” şiarıyla gerçekleştirilen 2. Uluslararası Kadın Konferansı’nda 41 ülkeden katılan kadınlar, erkek egemen sisteme karşı birlikte mücadele etme kararı aldılar. Bir kadın devrimine ihtiyaç olduğu vurgusunu yapan kadınlar, “Jin Jiyan Azadî: Kadınlar Geleceğini Örüyor Ağı”nı ilan ettiler. Tunus’ta 3-10 Eylül tarihleri arasında 42 ülkeden kadın örgütlerinin katıldığı 3. Dünya Kadın Konferansı’nda da Rojava’da kadın devriminin deneyimlerinden öz savunmaya; kadına yönelik şiddetten ekonomik, siyasi, çevre, gıda, mülteci ve sağlık krizlerine kadar birçok sorun ve çözüm yolları tartışıldı. Konferansta faşizme, cinsiyetçiliğe, sömürgeciliğe, ırkçılık ve milliyetçiliğe, şovenizme, oportünizme, anti-komünizme, post modernizme ve Siyonizm’e karşı küresel ve kitlesel eylem yapılması ile kadın grevine hazırlık kararları alındı. Jîna Amini’nin katledilmesinin ardından Rojhilat ve İran kentlerinde kadınlar öncülüğünde gelişen isyan ve eylemler bir kadın devrimine evrilirken Kürt kadınlarının “Jin Jiyan Azadî” sloganı ekseninde gelişen eylemler dünyanın her yerinde dile gelen yeni yaşamın felsefesine dönüştü.