Jin-Jiyan-Azadî, slogan olmanın çok ötesinde bir anlam ihtiva ediyor. Kördüğüm olmuş toplumsal sorunlara çözüm sunuyor. Bunun içindir ki toplum tarafından bu kadar hızlı ve güçlü sahiplenildi. Hem de varlığı uluslar arası antlaşmalarla yok hükmünde sayılan ve dili yasaklanan bir halkın dili olan Kürtçeyle yayıldı. Hakikatin yapay sınırlardan ve yasaklamalardan daha güçlü olduğunu ortaya koydu.
Jin-Jiyan-Azadî, toplumsal özgürlüğün kadın özgürlüğünden geçtiğini, kadınların özgür olmadığı bir toplumun da özgür olamayacağını anlattı. Bir anlamda kadınlara ve tüm topluma özgürlüğün sihirli anahtarını sundu. Bu nedenle daha düne kadar kadını kendi mülkü olarak gören erkek, kadınların öncülüğünde alanlarda Jin-Jiyan-Azadî diye haykırdı. Özgür demokratik bir yaşam isteyen erkekler de bu sloganın ardında yürüdü. Bu, binlerce yıllık ataerkil sisteme meydan okuyan büyük bir başkaldırıydı. Ama biliyoruz ki hiçbir şey tarihsiz ve mücadelesiz gelişmiyor. Her şeyin bir tarihi ve mücadele öyküsü var. Hiçbir şey emek vermeden, bedel ödenmeden gömüldüğü karanlıklardan gün yüzüne çıkmıyor.
Kimlik tanımı olmadan özgürlük olmaz
Peki, Jin-Jiyan-Azadî hangi mücadelelerin, deneyimlerin sonucunda açığa çıktı? Dönüp bir bakalım, çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kız çocuğu doğdu diye ölüm sessizliğine bürünen, oğlan çocuğu doğurmayan kadınların üzerine kuma getirilen, kadınları bir meta gibi değiş- tokuş aracı olarak gören, namus adı altında katleden ataerkil bir toplumdan kadınların öncülüğünde yürüyen bir topluma nasıl gelindi? Elbette bu kolay ve kendiliğinden gelişen bir süreç olmadı. Çünkü Kürt kadınları sömürgeci geçmişin, jeopolitik çatışmaların ve ulus-devletin yarattığı her tür baskı, katliam ve cinsiyetçiliğin yanı sıra kendi toplumlarındaki geleneksel normlar ve ataerkil yapılardan kaynaklanan uygulamaların yükünü de acı bir şekilde omuzladı. Kim olduğunu bilmeden, kimlik tanımını yapmadan, yaşamın özgürlükle bağını güçlü kurmadan, bedel ödemeden bu bağı kurmaları mümkün olamazdı. Devletle, ataerkil sistemle, yanı başındaki erkekle, aile ile hatta kendisine öğretilmiş olan geleneksel kadın bilgisiyle mücadele etmeden, özgürleşmek mümkün değildi. Dolayısıyla “Jin-Jiyan-Azadî” sloganı sadece bir hak talebi değil, aynı zamanda kimlik, yaşam ve özgürlüğün birbiriyle bağını ortaya koymaktadır.
Mücadeleye cesaret edebilmek
Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesinin gelişiminde Rebêr Apo’nun hem fikirsel hem de pratiksel çabaları son derece belirleyici bir önemdedir. Rebêr Apo, 1999 yılında uluslararası komplo ile esir düştüğünde kadın özgürlük mücadelesi için “yarım kalan projem” demişti. Bu proje halen tamamlanma mücadelesi veriyor. Bu nedenle Rebêr Apo’nun üzerindeki mutlak tecrit aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesinin üzerine de konulan tecrittir. Bu nedenle tecritin kalkması, özgür koşulların sağlanması aynı zamanda kadın özgürlüğüne giden yolda çok önemli bir adımdır. Jin-Jiyan-Azadî mücadelesi uzun ve büyük bedeller verilerek kendi kimliğini bulan bir mücadeledir. Binlerce kadın bu fikrin oluşması ve yaşam bulması için bedel ödedi, yaşamını feda etti. Bugün bu sloganı haykırabilmek, mücadeleye cesaret edebilmek onların inançlı mücadeleleri ve kararlı duruşlarının bir sonucudur. Bir yıl önce Rojhilatê Kurdistanlı bir Kürt kadını olan Jina Amini’nin katledilmesi ardından tüm dünyaya yayılan Jin-Jiyan-Azadî sloganının yarım asra dayanan böyle bir tarihi ve mirası var. Jina’nın (Kürtçe’de hayat veren anlamına gelir) mezar taşında şöyle yazıyor: “Sevgili Jina, sen ölmeyeceksin…”
Gücü hakikate bağlılığından geliyor
Jina ölmedi… Mezarındaki bu cümleyle birlikte yazılan “Jin-Jiyan-Azadî” sloganı elbette tesadüf değildi. Jina’nın kadın kimliğine, Kürt kimliğine, saçlarına ve bedenine sahip çıkma çığlığıydı. Kadınların ataerkilliğe, milliyetçiliğe, sömürgeciliğe ve kapitalizme karşı toplumsal direnişinin, özgürlük mücadelesinin ve örgütlülüğünün bir sonucuydu. Jina’nın öldürülmesi, kolektif öfkeyi yeniden körükledi, kadınları küresel düzeyde ataerkil devlet şiddetine karşı harekete geçirdi. Jin-Jiyan-Azadî sloganın gücü hakikati tespit etmesinden geliyor. Ruhu ise “en eski sömürge kadındır” tezine dayanıyor. Kürdistan özgürlük hareketi mücadeleye başlarken iki sömürge teziyle yola çıktı. Bunlardan birincisi “Kürdistan uluslararası bir sömürgedir”, ikincisi ise “en eski sömürge kadındır.” Bunun için Rebêr Apo, toplumsal özgürlüğün temel şartının kadın özgürlüğünden geçtiği tespitini yaptı. Bu, sadece teorik bir belirleme olmakla kalmadı mücadelesi de yürütüldü. Kürt kadınları her alanda kendi iradesini açığa çıkartmak için özgün-özerk örgütlenmelerini geliştirdiler. Özgürlüğün bilgisine ulaşmak için akademiler kurdular. Jineolojî bilimini geliştirdiler. Kendilerini korumak için öz savunma örgütlenmelerine gittiler. Toplumsal yaşamdaki eşitsizliği yıkmak için eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet uygulamasını her alanda uyguladılar. Kadın-erkek arasındaki mesafeyi özgürlük lehine yıkmak için özgür eş yaşam kuramını hayata geçirdiler.
Değişimin öncüleri hedefte
İşte bu gelişmelerin ışığıyla şimdi sadece Kürdistan değil tüm Ortadoğu değişiyor. Bu gelişim dünyaya yansıyor. Daha 6 yıl önce kadınların pazarlarda satıldığı Raqqa’da şimdi eşbaşkanlık sistemiyle toplumsal yaşam demokratik bir temelde değişime uğruyor. Kadınlar kendi örgütlenmeleriyle siyasette, yerel yönetimlerde, yasaların yapımında, öz savunmada ekonomide yani hayatın her alanında kendi kimlikleri, iradeleri ve renkleriyle varlar. Sadece Rojava’da da değil Bakurê Kurdistan ve diğer parçalarda da eşbaşkanlık, eşit temsiliyetle varlık gösteriyorlar. Kadına yönelik her türlü şiddet ve ayrımcılığa, cinsiyetçiliğe karşı yürüttükleri kampanyalarla farkındalık yaratıyor, değişimi yaratıyorlar. Bu özgürlük çabaları erkekleri de değişime zorluyor. Kadın mücadelesi büyüdükçe, toplumsal farkındanlık ve dönüşüm yaratıldıkça, kadın temsiliyetine ve kazanımlarına yönelik saldırıların da derinleştiğine tanık oluyoruz. Türkiye ve Kürdistan’da binlerce kişi gözaltına alındı ve tutuklandı. Belediyelere kayyum atanarak, birçok seçilmiş eşbaşkan, milletvekili, belediye meclis üyesi ve uzun yıllardır kadın mücadelesinde yer alan Kürt kadın aktivistleri tutuklandı. Kürt kadın hareketinin tüm kurumları kapatıldı. Politik mücadelede yer alan kadınlara yönelik kadın kırım politikaları geliştirildi. 9 Ocak 2013’te Sara-Rojbin-Ronahi, 23 Aralık 2022 tarihinde Emine Kara, Paris’in orta yerinde katledildi. Jineolojî çalışmalarını yürüten Nagehan Akarsel, 4 Ekim 2022 tarihinde Türk devletinin görevlendirdiği kişiler tarafından Süleymaniye’de; Rojava’da Hevrin Xelef Ekim 2019’da Türk devletine bağlı çete grupları tarafından katledildi. Jin-Jiyan-Azadî’nin bilimini yapmaya çalışan, Jin’i yaşatmaya çalışan, değişim isteyen öncü kadınlar her gün hedeflenip, vuruluyor.
Saldırılara yanıtımız daha güçlü örgütlenmek
Peki, bu baskılar kadınları yıldırabildi mi? Hayır! En zor koşullarda bile kadınlar mücadeleyi yükseltmeye, dayanışma ağlarını geliştirerek Jin-Jiyan-Azadî arasındaki bağı daha güçlü örmeye devam etti, ediyor. Kadınlar korkmuyorlar, mücadeleden geri durmuyorlar, dayanışma ağlarını örmeye devam ediyorlar. Çünkü kadınlar üzerindeki hegemonya ve saldırı yerel olduğu kadar küresel çaptadır ve bu da mücadeleyi birlikte geliştirmeyi gerektirir. Jin-Jiyan-Azadî serhildanları 21. yüzyılın kadın yüzyılı olduğunu da ortaya koydu. Bu yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın pek çok yerinde karşılığını bulan geniş çaplı kadın hareketleri gelişti. Kadın katliamlarına karşı Arjantin’de Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz-2015) hareketi, erkek taciz-tecavüzüne karşı ABD’de Mee Too hareketi (2017), Şili’de kadına yönelik taciz ve tecavüzün arkasında devlet politikalarının olduğunu ortaya koyan La Tesis hareketi (2019) ve en son 2022 yılında Jina Amini’nin öldürülmesi ile İran’da başlayıp, tüm dünyaya yayılan Jin-Jiyan-Azadî eylemsellikleri kadın özgürlük mücadelesinin yerel olduğu kadar evrensel olduğunu gösterdi.
Dünya kadın konfederalizmine doğru
Haklı olmak tek başına yetmez. Kadınlar olarak daha fazla örgütlenmeye ve dünya genelinde dayanışma ağlarını daha fazla örmeye ihtiyacımız var. Biz kadınların yaşadığımız coğrafyadan, inançlarımızdan, kültürümüzden, benimsediğimiz politik çizgilerden kaynaklı farklılıklarımız var. Ama bununla birlikte kadın olmaktan kaynaklanan ortak paydalarımız var. Afganistan’da kız çocuklarının okula gitmesine engel olan zihniyetle, aşk adına kadını katleden zihniyet aynı kaynaktan besleniyor. Sadece 2017 yılında 50 bin dolayında kadının eşi, eski eşi, sevgilisi, babası, yakını tarafından öldürülmesi durumun vehametini gösteriyor. Ataerkil sistem politikayı parçala-karşıtlaştır-yönet ekseninde ele alıyor. İktidarını sürdürmenin temel yöntemi özne-nesne ikilemini derinleştirmektir. Bu hiyerarşinin adeta teminatı gibidir. Bu nedenle dünya genelinde savaşlar ve yıkımlar bitmek bilmiyor. Bu nedenle her savaşın mesajı öncelikle kadın bedeni üzerinden veriliyor. Bu nedenle kadınlar yan yana durmayı başaran, farklılıklarıyla değerli olduğunu hissettiren, kendisi olmakla arasına engel koymayan bir sistem oluşturmak durumundadırlar. Bu nedenle kadının iradesini açığa çıkartacak en iyi modelin konfederalizm olduğunu söylüyoruz. Kadınlar Rojava’da bunu çoktan hayata geçirdiler bile. Kadın devrimini demokratik kadın konfederalizmiyle bedenleştiriyorlar. İktidarların yıllarca birbirine düşman etmeye çalıştığı Arap-Kürt-Ermeni-Süryani-Asuri-Türkmen kadınlar bir arada mücadele etmenin yol ve yöntemlerini geliştiriyorlar. Ezilmeden, yok saymadan-sayılmadan, onurluca, özgürce yaşamanın mümkün olduğunu ortaya koyuyorlar. Demokratik kadın konfederalizmi bölgesel düzeyde olduğu gibi küresel ölçekte de uygulanabilir bir modeldir. Bu modelle dünya genelinde özgür- onurlu yaşam arayışında olan tüm kadınlar konfederal sistemini inşa edebilir, örgütlenme ağlarını geliştirebilir. 21. yüzyılı dünya kadın konfederalizmiyle kadın yüzyılı haline getirebilir, demokratik, toplumsal bir sistem geliştirebiliriz.