“… cadı avı kadınlara karşı açılmış bir savaştı; bu onları alçaltmayı, şeytanlaştırmayı ve toplumsal güçlerini ellerinden almayı amaçlayan planlı bir girişimdi. Aynı sırada, cadıların yok olduğu işkence odalarında ve kazıklarda, burjuva kadınlık ve eve bağlılık idealleri şekillendiriliyordu. … cadı avının hedef aldığı pratikler ile aynı yıllarda aile hayatını, cinselliği ve mülkiyet ilişkilerini düzenlemek üzere yürürlüğe sokulan yeni kanunların yasakladığı pratikler arasında devamlılık vardır…” [1]
Bu yazıda, tüm hazırlığımı altüst edip söze Jin, Jiyan, Azadî cümlesiyle başlamaktan başkası gelmez elimden. Çünkü sonunda bunu da gördük: Diyarbakır Valiliği tam 25 Kasım öncesi “Jin, Jiyan, Azadî” sloganını yasakladı, polisin de sloganın atılmasını engellemek için yaptığı anonslar ibret vericiydi: “Örgütsel terminolojiyi normalleştirmenize izin verilmeyecek”; “örgütsel terminolojiye müzahir olmak istemeyenler grubun içinden ayrılsın!”
Oysa onların afişte, pankartta, sloganda, yaşamda kriminalize etmeye çalıştığı “Jin, Jiyan, Azadî” sadece Kürdistanlı kadınlar için değil, Türkiyeli feminist hareket ve kadın hareketinin büyük çoğunluğu, Ortadoğu, Asya, Afrika, Avrupa ve Amerikalar’daki dünya feminist ve kadın mücadeleleri açısından yaşamlarımızın anlamını, bizleri harekete geçiren ruhu, özlemi, hayali ifade eden ortak mücadele gerekçesi. Yasaklanarak engellenmeye çalışılan tam da özgürlükteki ortaklaşma, bu ortaklaşmanın yarattığı coşku ve ilham.
Narin’in katledilmesi sonrasında yapılan ortak, büyük kadın yürüyüşlerinde Kürtçe olan her şeye karşı ses yükseltmesiyle bilinen bir grubun tam Valilik genelgesindeki gerekçelerle sloganı protesto ederek yürüyüşü terk etmesiyle başlayan operasyon, yetkililerin erkekliğin aileden devlete her seviyedeki en bilindik yöntemine (ve şiddet aracına) başvurarak sloganı yasaklamasıyla sonuçlandı. Yürüyüşün çağrıcısı olan ve daha çok yasalar üzerine yoğunlaşan geniş Çeperli platformun, bu platformun genişliğini sürdürebilmek adına bir daha yürüyüş türü işlerle uğraşmama, kendini yasalara ilişkin düzenlemelerle sınırlama kararı aldığını daha sonra öğrendik. [2]
Bütüncül saldırılara karşı bütüncül hat
Her bakımdan çok yönlü, çok hareketli bir değişme/değişmeme süreci içindeyiz. Bu düz, önceden belirlenebilir, öngörülebilir, iki doğrultuda ilerleyen bir süreç değil. Sıçramalı, düşmeli, eklemlenmeli, kopuşlu, çoklu boyutlu, çoklu doğrultulu, kelebek etkisi yaratan bir süreç. Saldırılar da kazanımlar da ne tek yönlü ne de tek boyutlu.
Böyle bir dönemde en büyük risklerden biri tek tek olaylara, parçalı tepkiler verme döngüsü içinde sıkışıp kalmak. Saldırılar arasındaki ilişkiyi, erkek egemen sistemin kadınlara her alanda, her boyutta sistematik saldırı halinde olduğunu ya gözden kaçırmak ya da bilmek ama bu bilgiyi sistemli, bütünlüklü, çözüme dönük hamlelere dönüştür(e)memek. Bir yandan sürekli eylem ve protesto, itiraz halinde olmak ama sonucun nasıl alınacağına dair bir ufuksuzluk, belirsizlik… Hem resmin bütününü gören, bütüncül bir strateji hattında ilerleme anlamında bütünlüklü hem de feminist ve kadın hareketlerinin ayrı ayrı mücadelelerinin belirli ana hatlarda ortaklaşarak koordineli bir şekilde yürütülebilmesi anlamında.
Çünkü erkek egemen saldırı topyekûn. Varoluşumuz saldırı altında. Her alanda ama bütüncül bir hattı esas alarak mücadele etmek. Sadece saldırıya karşı değil, kendi yaşam alanını, ilişkiler ağını, düzenini kurmak için mücadele etmek. Biz ne istiyoruz sorusunu ve cevabını hep akılda tutmak. Ve her şeyi o teraziye vurmak.
AKP politikaları
Erkek egemen iktidarın saldırısı topyekûn derken kastımız çok yönlü kuşatma, şiddet yoluyla erkeğe tabi kılma, özgürleşme ve kendini geliştirme olanaklarını yok etme, kapatma politikalarıdır. Eve kapatma, aileye kapatma, bakım emeğini kadına yıkma, varoluş alanını sınırlama, yoksullaştırma, toplumla, ev dışıyla ilişkisini kısıtlama politikasıdır. Belediyelere kayyum atayarak yerellerde kadınları toplumsal yaşamdan dışlama, kazanımlarını ortadan kaldırma, alabileceği destekten, başvurabileceği yerlerden, yararlanabileceği olanaklardan yoksun bırakma politikasıdır. Eşbaşkanlık sisteminin tasfiyesi kadınları güçsüzleştirme, kendi yaşam alanı üzerinde söz ve karar sahibi olmasının engelleme politikasıdır. Tanık olduğumuz ücretsiz belediye kreşlerinin yasaklanması, kadınların ev dışında çalışma olanağını ortadan kaldırma, çocukları olanaklardan yoksun bırakma politikasıdır. Fiziksel şiddet, taciz karşısındaki cezasızlık politikalarıdır. Cezasızlık politikalarıyla cesaretlendirilen erkek şiddetinin kadınları katletme konusunda iyice pervasızlaşmasıdır.
İktidarın saldırı politikalarının bir cephesi de hukuk. Kadın kazanımları yasalar yoluyla da ortadan kaldırılıyor. İstanbul Sözleşmesi iptal ediliyor. Yapılan değişiklikle taciz ve cinsel istismar suçlarında somut kanıt aranmaya başlıyor. 6284 sayılı yasa aileye zarar verdiği gerekçesiyle defalarca tartışmaya açılıyor. Tekrar tekrar gündeme getirilen nafakayı kaldırma, Medeni Kanunu yeniden yazma, evlenme yaşını küçültme adı altında çocuk istismarını yasallaştırma tartışmaları bu saldırıların parçasıdır. Hak mücadelesi, özgürlük ve eşitlik mücadelesi veren kadınlara yönelik davalar, yargılamalar, cezalar bitmek bilmiyor. Kadın kurumlarının kapatılması, örgütlenmelerin dağıtılması, özgürlük potansiyeli taşıyan her adımın, girişimin, gösterinin kriminalize edilmesi kadınların varlığına, özgürlük eğilimine saldırıdır. Kapatma rejimi, kapatarak kontrol altına alma. Yasakçılık. Düşünceyi, düşü, hukuku, yaşamı, ruhu kapatma. Vardığı son nokta da ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sloganına yani kadınların kendi olma haline ve özgürlük hedefine yasak koymak oldu.
AKP-MHP rejiminin Kürtler, kadınlar ve tüm toplum üzerinde şiddet ve yasaklar yoluyla tahakküm kurma politikasının yarattığı şiddet sarmalı aileden sokağa, mahalleden iş yerine, eğitimden sağlığa, trafikten markete her yeri, bütün toplumu sarmış durumda. Son olarak art arda toplumun üzerine yığılıveren dehşet verici katliamlar ve Rojin’in hâlâ aydınlatılmayan ölümü ahlaki ve vicdani çöküşün, çürümenin boyutlarını ortaya koydu. Narin, Rojin, İkbal, Ayşenur, Sıla bebek, bir özel hastanede çıkar çetelerinin öldürdüğü /ölümüne neden olduğu onlarca yeni doğan bebek, bir gecekonduda elektrik sobası devrilince yanarak ölen beş çocuk. Ve her gün devam eden kadın cinayetleri. 2024’ün ilk on ayında çok büyük kısmı eşleri veya sevgilileri tarafından katledilen 400’ü aşkın kadın, sadece Ekim ayında öldürülen 48 kadın…
Narin’in öldürülmesi, Rojin’in kaybolması ve ölüm sebebinin açıklanmaması Amed, Wan, İstanbul başta olmak üzere birçok kentte güçlü yürüyüşlerle protesto edildi.
Kadın hareketlerinin hattı
2024’te sistemli saldırılar karşısında, kayyım talanın ve tahribatına son vermek, yerellerde kadınlara ve topluma nefes alma, kendini yeniden kurma alanı açmak için yerel seçimlere var gücüyle yüklenen Kürt kadın hareketi öncülüğünde zorlu bir mücadeleyle yerel yönetimler geri alındı. Bu, kadın hareketi için önemli bir başarı, kadınlar açısından da önemli bir kazanımdı.
Bu yıl “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Yerel Yönetimlerin Yerini Tekrar Düşünmek” başlığıyla toplanan Sığınaklar Kurultayı da yerel yönetim ve kayyum deneyimlerinin, çözümlerin ve taleplerin tartışıldığı bir diğer verimli buluşmaydı. Tam da Kurultay sırasında belediyelere atanan kayyumlara karşı kadınlar açıklama yaptılar ve hemen heyetler oluşturarak kayyum atanan kentlere gidişler örgütlediler. Deneyim ve bilgi aktarımları ve tartışmalar sonrasında kayyumların kadın kazanımlarına ve mücadelesine darbe olduğu katılımcıların kafasında çok netti.
İki başarılı buluşma
Kürt Kadın Hareketi’nin sorunlar etrafındaki tartışmaları ve mücadeleyi hem Türkiyeli feministler ve kadınlarla hem de dünya kadınlarıyla ortaklaştırma ve genişletme çalışmaları sonucunda iki başarılı buluşma gerçekleşti. Bunlardan ilki “Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasi Mahpuslar Etrafındaki Duvarları Yıkmak” uluslararası konferansıydı, ikincisi ise “21. Yüzyılda Erkek Egemen Sisteme Karşı Mücadele Politikası ve Yöntemleri” başlıklı çalıştay. Farklı coğrafyalardaki kadınların deneyimleriyle buluşma ve ortak mücadele zeminlerini tartışma amacıyla düzenlenen konferans hedefine ulaştı ve ona yakın ülkeden katılan kadınlar, konferanstan hapishanedeki kadınların yaşadıklarına karşı mücadeleyi katılıma, genişlemeye açık bir ağ ile sürdürme kararlılığı ile ayrıldılar.
Jineoloji dergisinin düzenlediği çalıştaya ise Kürt Kadın Hareketi’nin yanı sıra, Türkiye’de kadın özgürlük mücadelesine emek veren pek çok feminist, sosyalist kadın, grup, hareket katıldı. Çalıştayın tartışma başlıkları kadın/feminist mücadelenin temel konularını kapsıyordu: şiddetin değişen koşullarda yeniden tanımlanması; ırkçı, dinci, milliyetçi ve cinsiyetçi politikaların analizi; cinsiyetçiliğe karşı öz savunma; ortak mücadele yöntemlerinin teoride ve pratikte nasıl örüleceği; yükselen savaş politikalarına ve sağcılığa karşı kadınların özgürlük ve barış arayışının nasıl bir ortak mücadeleyi mümkün kıldığı. Bu başlıklarda daha fazla derinleşerek birlikte düşünme, tartışma ve çözüm üretme zeminini sürdürme arzusu çokça dile getirildi. Kısa vadeli dayanışma ilişkisinin ötesine geçen daha kalıcı ve sürekli zeminler ve Kürt Kadın Hareketi’nin dile getirdiği sistemli savunma ve inşa ihtiyacı üzerine birlikte düşünmeye ve konuşmaya devam etme konusunda fikir birliği oluştu.
Bu ana başlıklar ve erkek-egemenliğine karşı sokaklarda ve her alanda yürütülecek mücadelelerin birbiriyle konuşmasına olanak verecek kesişimsel alanları yaratarak çözüme yönelecek bir hat oluşturma motivasyonu, “Erkek-Devlet Şiddetine Karşı Jin, Jiyan, Azadî” ve “Mücadelemiz Birbirimiz İçin!”, “Biz Hayatı İstiyoruz” sloganları rehberliğinde önümüzdeki yıla yön verecek gibi görünüyor.