Kadına karşı savaş ve doğru strateji üzerine

- Rûşen Samsat
99 views
3. Dünya Savaşı’nın evrensel kadın perspektifinden ele alınıp derinlikli değerlendirilmesine çok ciddi ihtiyaç var. Küresel hegemonya güçlerinin süreklileşen algı operasyonları, gelişen teknoloji ile birlikte tam bir savaş halinde hız kazanmaktadır.

  3. Dünya Savaşı senaryoları gölgesinde günlük ve anlık olarak nükleer savaş tehdidi ile birlikte köpürtülen dehşetli kıyamet senaryoları, korku salan “dünyanın ve insanlığın sonuna gelinmiş” dedirten vahşi, insanlık dışı, doğa dışı olaylar; insanlık vicdan ve onurunu koruyan bütün değerlerin lime lime edilip ortalara serildiği, her türlü ahlaksızlığın, vahşetin, merhametsizliğin, vicdansızlığın ve onursuzluğun insanlığı şok edercesine bilinçli ve yaygın teşhirinin yapıldığı bir ideolojik saldırı yürümektedir. 

Zihniyeti hedefleyen bir savaş

İnsanlık adeta sil baştan zihinsel olarak köleleştiriliyor; hep korku, hep dehşet içerisinde, hiçbir yaşam inancı ve geleceği olmayan, iradesi, yaşam tutkusu yerle bir edilen köle insan yaratılmaya çalışılıyor. İnsanlığın toplumsal hafızasında bir şekilde yer edinmiş inanç, aile, aşk, hakikat gibi kutsallıklar, büyük bir vahşetle, kin ve öfke ile paramparça ediliyor.  3. Dünya Savaşı’nı biz salt emperyal güçlerin paylaşım veya rekabet savaşı gibi ele alamayız. Esasta 3. Dünya Savaşı toplumsallığa, doğaya, kadına-çocuğa, tarihsel kültürlere karşı çok yönlü yürütülen ve daha çok da zihniyeti hedefleyen bir savaştır. Bütün bu değerlere kaynaklık eden kadına karşı bir savaş niteliğindedir. Bunun nedenlerini 21. yüzyılın tarihsel bir dönüm noktası olarak içerisinde barındırdığı büyük gelişim, değişim ve dönüşüm potansiyelinde aramak gerektiği ortada. 

Sorulması gereken sorular

21. yüzyılın geçmiş çeyrek asrı,  bu değişim ve dönüşümün bir fragmanı niteliğindeydi. Bu değişim ve dönüşümün boyutları, gelişim sancıları-zorlukları ve erkek egemenlikli hegemon sistem açısından yarattığı tehlikeler çok çarpıcıydı. Bunları bütün boyutları ile ne kadar çok derinlikli değerlendirebilirsek, hakikate o kadar yaklaşmış ve bu evrensel değişimi özgür yaşam gerçekliğine evriltmiş olacağız. Dolayısıyla genelde bir genel-geçer olarak belirtilen “kadın hareketlerinde ve mücadelesinde bir gerileme var” demektense, biz kadınlar ve kadın hareketleri olarak sistemde nerede ve nasıl bir gedik açtık; kadına, kadın şahsında doğaya, topluma ve kültüre karşı nasıl bir savaş yürütülmekte; evrensel özgür yaşam mücadelesinin, zihniyetinin, örgütlülüğünün ve siyasetinin stratejik ve programsal hedef ve araçlarını nasıl geliştirmemiz gerekiyor, sorularına ve bunların cevaplarına odaklanmak mücadeleyi kesinlikle yeni ve daha ileri bir evreye taşıyacaktır. 

Salt tepkilerle yetinilemez

Her şeyden önce bu savaşı kadın hareketleri olarak salt protesto ve tepki hareketleri, devletten bekleyen veya devlete devreden hukuki mücadele formları ve güncel olaylara kilitlenmiş açıklamalarla artık karşılayamayız. Yeni bir 25 Kasım’da Mirabell kızkardeşlere uygulanmış olan şiddet, günümüz dünyasında kadına karşı sistematik, kurumsallaştırılmış ve kontrgerilla tarzı paramiliter örgütlenmeler, medya, bizzat hukuk eliyle, hatta aile-aşiret, koca-sevgili eliyle yürütülen bir savaş çizgisine evrilmiştir. Sadece Kadın Hareketlerini ve militanlarını hedeflememekte, doğrudan toplumu hedeflemektedir. Küçücük kız çocukları-bebekler bile her türlü erkek egemenlikli saldırılara uğramakta ve bizzat erkek egemenlikli sistemin kendisini binlerce yıldır örgütlediği devlet-aile-aşiret-hukuk ve medya yoluyla bunlar sıradanlaştırılmaktadır. Bu bizim sorumluluğumuzdur! 

İki seçenek dayatılıyor

Bu denli sistematik ve yaygın saldırılar, kadın özgürlük mücadelesinin geldiği düzey ile alakalıdır. Dikkat edilirse; Ortadoğu bu savaşın merkezi konumundadır. Kadına iki seçenek dayatılmaktadır. Ya Suudi Arabistan şahsında giderek somutluk kazanan “açılmak”ta ifadesini bulan kapitalist modernitenin sahte özgürlük (özünde kendini, bedenini daha incelikli ve daha fazla pazarlama) modeline koşmak, ya da Afganistan-İran ve giderek Türkiye şahsında somutlaşan “kapatılmak”ta ifadesini bulan toplumsal alanlardan, sokaktan ve mücadeleden, en kuytu karanlıklarda kapatılmış sessiz-iradesiz bir ev köleliğine sürüklenmektir. “Bu mücadeleyi bırakın!” deniliyor. Kadın özgürlük mücadelesinin en yoğun ve küresel bağlamda etkili olarak geliştiği alanlarda böylesine şiddetli bir savaş yürütülmektedir. Avrupa’dan, Latin Amerika’dan ve dünyanın başka yerlerinden bu kadar genç kadın militan katılımının olması, Kürt Kadın özgürlük hareketi etrafında toplanması bu gerçeklik ile bağlantılıdır. 

Dar örgütlenme süreçleri aşıldı

Mücadelenin geldiği bu düzey, apayrı bir düzlemdir. Biz 90’lı yılların, hatta 2010’lara kadarki süreçteki gibi; kadın özgürlük hareketinin oluşum, kendini tanımlama ve var etme sürecinde değiliz. Bu dönemin çok ciddi ve özellikle Rojava Kadın Devrimi ve sonrası gelişmelerle birlikte evrensel boyutta çok boyutlu sonuçları ortaya çıktı. Binlerce yıllık erkek egemenlikli hegemon sistemin temellerinde gedik açtık. Özellikle kaotik süreçlerde sistemde küçük gediklerin, büyük çıktıları olduğunu artık biliyoruz. Mücadele bundan sonra çok daha acımasız ve daha yaygın halde, bütün toplumsal boyutlarda gelişecektir. Bu bağlamda çok daha sistemli-örgütlü ve bilinçli-programlı yürüyecektir. En başta salt propagandaya, kendini tanıtmaya, kendini kabul ettirmeye ve dar-içe dönük örgütlenmelerle, dar ideolojik ve siyasi yapılanmalar ve söylemlerle değil de; en başta öz savunmadan başlayarak, kültürden eğitim/bilinçlenme/aydınlanma çalışmalarına, medyadan ekonomiye, öz yönetim veya mahallelere kadar inen kadın öz-örgütlenmeleri, evrensel-bölgesel çapta kadın dayanışma ve kurmay örgütlenmelerine kadar bütün alanlarda kadın varlığını, aklını ve mücadele biçimlerini, örgütlenme formlarını bir programa bağlayacak çalışmaların geliştirilmesi varoluşsal nitelikte hayati önem arzetmektedir. 

Öz savunma programsallaşmalı

Önder Apo’nun kadın özgürlüğüne dair geliştirmiş olduğu paradigmanın temelini kadın özgürlüğünün evrenselliği oluşturmaktadır. Bu, aynı zamanda mücadelenin hem en zorlu, ve fakat aynı zamanda en güçlü dayanağını oluşturmaktadır. Bu doğrultuda atılacak bütün adımların artık dar bir Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’nin sorunu ve sorumluluğu olmaktan çıkararak dünya kadınları ve hareketleri ile birlikte ortak akıl ve ortak yolu oluşturma temelinde atılması önemlidir. En başta kadına karşı her alanda yürütülen sistematik şiddet ve saldırılara karşı bir ‘öz savunma doktrini’nin programlaştırılması, yöntem ve araçlarının belirlenmesi; bunun bölgeler halinde dar-geniş platformlarda kapsamlı tartışılması, örgütlerinin oluşturulması gerekmektedir. 

Toplumsal öfkeyi ayaklandırmak 

Dolayısıyla 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele günlerini “Bi Jin, Jiyan, Azadî Ber Bi Şoreşa Jinê Ve” hamlesi çerçevesinde etkili eylemselliklerle, yaygın ve büyük protestolarla birlikte dünya kadın hareketleri ile ortak çalışmalarla, yaygın bilinçlendirme çalışmaları ile karşılamak, kadın etrafında yaratılmak istenen korku ve pasifizmi mutlaka kırmak; kadının toplumsal öfkesini birleştirmek ve ayaklandırmak bu yıl için çok önemli ve acil bir görevdir. Bununla birlikte giderek özgür yaşam formülünü, bunun örgütlülüğünü ve zihniyetini evrensel düzeyde temellendirmenin adımlarının kararlı ve inançlı bir şekilde atılması; bunun iddiasının ve kararlılığının geliştirilmesi Kürt Kadın Özgürlük Hareketi için yeni ve iddialı bir yeni mücadele düzeyini açığa çıkaracaktır. Bu temelde önümüzdeki ’25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele’ yılında Önderliğimizin kadın özgürlüğünün sihirli formülü olarak ortaya koyduğu ‘Jin, Jiyan, Azadî’ yolunda, mücadelenin çıtasını yükselterek toplumsal öz savunmayı örgütleyelim!