Kadınlar adına değil, kadınlarla beraber bir diplomasi

- Newaya Jin
385 views
Mayıs 1999’da Almanya’da kurulan Kürt Kadın Barış Bürosu (Cenî) 22 yıllık süreç içersinde kadın ve barış odaklı birçok proje ve çalışma yürüttü. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile siyasi tutsakların özgürlüğüne dönük onlarca kampanya ve eyleme öncülük eden Büro, kendini savaş politikaları karşıtı bir kadın diplomasisi perspektifi ile ‘devlet/erkek’ diplomasisi karşısında mevzilendirmekte.

Cenî ile Kürdistan’da süren savaşı, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük tecridin kadın ve topluma yansımalarını, kadın kırım politikaları ile kadın dayanışma ağını, kadın diplomasisini ve kurumun çalışma önceliklerini konuştuk.   

Kurum olarak 22 yıllık bir çalışma deneyimini geride bırakıyorsunuz. Tüm bu süreçler içersinde ne tür projeler yürüttünüz, öncelikleriniz neler oldu?
Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan sorunların barışçıl yollarla çözümü için uluslararası alanda gündem oluşturmak, bunun için aktif ve güçlü projeler yürütmek ve yine kadınları barış ve çözümün temel dinamiği haline getirmek kuruluş hedeflerimiz arasındaydı. Bu süreç içersinde uluslararası alanda Kürt halkının varlık hakkının Avrupa Birliği Sözleşmesi ve Cenevre Halklar Sözleşmesi’ne göre kabul edilmesi talebini gündemde tuttuk. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için kampanyalar yürüttük, gerçekleştirilen eylemsellikler zincirine destek verdik. Savaştan, mülteci olmaktan, etnik kimliğinden kaynaklı şiddete maruz kalmış kadınları destekleme amaçlı projelerin hazırlanması ve eylemselliklerin düzenlenmesi sürecine dahil olduk. Kadın ve çocuklar başta olmak üzere, her canlıya dönük ve yine doğaya dönük her türlü şiddete sıfır tolerans mottosuyla çalışma yürüttük. Bu perspektiften yola çıkarak her türlü şiddetin ortadan kaldırılması için çalışmalar yürütüyoruz. Yine aylık güncel gelişmelere dair enformasyon amaçlı Cenî-İnfo adıyla bir broşür hazırlayarak web sitemiz üzerinden güncelliyoruz.

Büro, aynı zamanda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan komplo sonrası bir barış projesi olarak kuruldu. 22 yıldır Kürt Halk Önderi’ne dönük izolasyon politikaları sistematik bir hal aldı. İmralı ile sınırlı olmayan bu tecritin kadınlara ve toplumlara etkisi nasıl oluyor?
Esas amaçlarımızdan bir tanesi Rêber Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüdür elbette. Biz 15 Şubat Komplosunu aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesine karşı yapılmış bir müdahale olarak da görüyoruz. Kürt Halk Önderi’nin esareti ile, gelişen kadın özgürlük mücadelesi de boğulmak, pasifize edilmek istendi. Kürt kadınının özgürleşme sürecine girmesi ve Kürt erkeğine değişim ve dönüşümü dayatması Rêber Öcalan’ın ciddi emekleri ve girişimleri sonucu oldu. Bu anlamda dayatılan mutlak tecrit elbette ki Önder Öcalan’ın bu projesini engellemeye dönüktür. Çünkü Rêber Öcalan’ın hem siyasette, hem de toplumsal alanda yaşanan tıkanmaları aştırtmaya dönük ciddi müdahale ve çabaları oldu. Türkiye’de halklar eğer hala nefes alabiliyorsa, bunu Rêber Öcalan’a borçlu. Kürt Halk Önderi, Kürt kadınları ve dünya kadınları nezdinde ataerkil sisteme karşı mücadelede bir sembol ve aktördür. Rêber Öcalan kadınları, ulus devletler ise ataerkiyi yaşatıyor. Bu açıdan tecrit de dahil olmak üzere Rêber Öcalan’a dönük her türlü muamele ve uygulama kadınları birebir ilgilendirmekte. Komplo ve tecrite karşı mücadeleye kadınların öncülük etmesi de bu gerçeklik ile alakalı.   

Kürdistan veya dünyanın farklı yerellerinde devletler düzeyinde kadına dönük işlenen savaş suçları var. Kendi coğrafyamız açısından 9 Ocak Paris Katliamı, Silopi Katliamı, Taybet Ana, Rozerin Çukur, Hevrin Xelef, Melek Xelil, Zehra Berkel yakın tarihteki somut isimlerden sadece birkaçı… Konuyla ilgili Türk devletinin yargılanmasına dönük herhangi bir girişiminiz veya farklı projeleriniz oldu mu?
Kürdistan’da yürütülen savaş, aynı zamanda kadın kırımı savaşıdır. Dünyanın farklı coğrafyalarında savaşlar ve kadın kırımı uygulamaları dayatılmakta. Bu durum Kürdistan’da daha yoğun haliyle yaşanmakta. Savaşların en çok da kadın ve çocukları etkilediğini biliyoruz. Bu yüzden savaş politikalarına karşı en güçlü itiraz her zaman kadınlar tarafından yapılmakta. Dünya hegemon “devleri”nin herhangi bir coğrafyaya yaptıkları müdahaleleri “özgürlük”, “refah”, “demokrasi” kılıfı ile izah etmesi koca bir yalandan ötesi değildir. Hali-hazırda Ortadoğu’da yürütülen savaş da “özgürlük” getirmediği gibi gün geçtikçe daha çok insanın hayatını ve hayallerini karartmakta. Savaş süreçleri topluma yeni formasyonlar ve biatın dayatıldığı en yoğun süreçlerdir. Kadınlara çok rahatlıkla cinsel saldırılar gerçekleştirilir, yeni roller atfedilir, yeni yaşam stili belirlenir. Bu kırım politikalarına karşı özel projelerden ziyade uluslararası çapta kadın dayanışması ve örgütlülüğünü büyütmek aslolandır. Büro olarak da, Kürdistan ve dünyada yürütülen savaşların yıkıcılığını görünür kılmak ve buna karşı kamuoyu oluşturmak için uzun soluklu çalışmalar yürüttük. Bu çalışmalarımız daha çok enformasyon ve duyarlılık oluşturmaya dönüktü. Kürdistan’da inşa sürecinde olan kadın devrimi ile dayanışmayı büyütmek için birçok kampanya yürüttük. “Women Defend Rojava” kampanyası da bunlardan biri. Bu kampanya 2019’un Ekim ayında, Rojava’ya dönük başlayan saldırıların akabinde başlatıldı. Yıl içersinde İtalya, İspanya, Katalonya, Bask, Almanya, İsviçre, Lüxemburg, Danimarka, İngiltere, Yunanistan ve İsveç’te kampanyanın (Women Defend Rojava) alt komiteleri oluşturuldu. Örneğin Almanya’da, savaşa gönderilen ve insanların ölümüne neden olan savaş malzemeleri üreten firmalara karşı caydırıcılık amacıyla birçok protesto içerikli eylemler gerçekleştirildi. Savaşın sorumluluğunu taşıyan güçlerin politikaları teşhir edilerek karşı duruldu. Öte yandan ise kalıcı bir barışın tesisi ve yine kadınların politikleşmesi ve güçlenmesi için bilinçlendirme amaçlı eğitsel çalışmalar yürütülmekte. Elbette siyasi kadın cinayetleri ve savaş suçları başlıca gündemlerimiz arasında. Bu konuda birçok çalışma ve girişimlerimiz oldu. Hukuki yargı sürecine dönük başlatılan dava ve kampanyaların aktif destekçisi ve takipçisi olduk.  3 Kürt kadın devrimcinin katledildiği 9 Ocak 2013 Paris Katliamı’nın aydınlatılması ve adaletin yerini bulması için birçok çalışma yürüttük.

Somut çalışmalarınıza dönecek olursak, uluslararası düzeyde yürüttüğünüz projeler var mı? Örneğin uluslararası kadın ağının örgütlenmesine dönük ittifakta olduğunuz kurumlar veya kadın hareketleri var mı?
Büromuzun oluşumundan bu yana ortak çalıştığı kadın kurumları var elbette. IWA (Uluslararası Kadın Sözleşmesi), WIDF (Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu), Mücadeleci Kadınlar Meclisi, Demokratik Güç Platformu ve EFİ (Avrupa Feminist Kadınlar İnisiyatifi) bunlardan birkaçı. Uluslararası kadın dayanışma etkinlikleri ile sosyal forumlarda hep yer aldık. Kadınlar arası güçlü organize ve örgütlenme ihtiyacını gördük. Kadınların ataerkilliğe karşı kendi öz sistemini oluşturmasını çok önemsiyoruz. 2018 Ekimi’nde Frankfurt’ta “Kadınlar geleceği örüyor” başlığıyla gerçekleştirilen dünya kadın konferansı bu açıdan çok önemliydi.  Bu konferansa birçok kıtadan temsilciler katıldı. İki gün boyunca dünyada yaşanan kadın kırım politikaları, buna karşı yürütülen kadın mücadeleleri ve bunun üzerinden “nasıl ortak bir sistem oluşturulur”un yanıtı arandı. Bu konferans sürecinde ortak bir ağ oluştu. Bu ağ yapılacak ikinci kadın konferansı için iyi bir zemin oluşturdu. Yine tüm dünyanın eve kapandığı korona salgını sürecinde, yaşanan sistem krizi ve kadınların direnişine dair çeşitli paneller düzenledik.

22 yıllık bir çalışma deneyimine sahipsiniz. Yerellerde örgütlülüğün önemine dair neler söyleyebilirsiniz?
Özellikle Almanya yerellerinde kadın kurumları ve meclisleriyle ortak çalışmalarımız var. Kadın diplomasisini, halk diplomasisini önemsiyoruz. Üst düzeyde yürütülen bir diplomasi çalışmasının toplumda bir karşılığı olmaz. Hangi çalışma veya proje olursa olsun bireylerin hayatına dokunmuyorsa onun başarı şansı da olmaz. Kadın bürosu olarak yerelden evrensele doğru açılan bir çalışma perspektifini esas alıyoruz. Kadınlara rağmen kadınlar adına bir diplomasi değil, kadınlarla beraber kadınlar için bir diplomasi anlayışını esas alıyoruz. Kadın diplomasisinin farkı da budur. Biliyoruz ki devletler arası yürütülen diplomasi, halklardan soyutlanıp sisli perdeler arkasında yürütülmekte. Toplumlar adına neyin iyi neyin kötü olacağı kararı yüzde birlik bir grup içersinde alınmakta. Ki kötü kararların bedeli de halklara ödetilmekte. Oysa tüm toplumu etkileyecek bir görüşme, müzakere ve karar sürecine halklar da dahil edilmeli. Bu açıdan yerelin iradesi, gücü, görüşü aslolandır. Yerel örgütlülüğün zayıf olduğu her çalışma tıkanmaya ve başarısızlığa mahkumdur.  Avrupa’da yaşayan Kürt kadınlarının potansiyelinin diplomasi çalışmalarına akması için yerel örgütlenmeleri önemsiyoruz. Avrupa’daki birçok kadın hareketi ve yine sivil kuruluşlar ile ortak bir hukukumuz var.

Önümüzdeki süreç açısından proje ve hedefleriniz neler?
Önümüzdeki süreçte devletlerin daha fazla kar ve güç amaçlı yürüttüğü savaş politikalarının caydırıcılığı için girişimlerimiz devam edecek. Bu konuda kadınların savaş karşıtı itirazını  ve dinamizmini eyleme dönüştürmeye dönük çalışmalarımız sürecek. Yine savaş politikalarıyla bağlantılı olarak cezaevi ve tutsaklık gündemlerine dönük de çalışmalarımız var. Mayıs 2020’de başlattığımız “Tutsaklara Özgürlük” kampanyamız sürecek. Kürt kadınlarının Avrupa siyasetine daha aktif müdahil olmasını sağlamaya dönük hedeflerimiz var. Kadın kırımı politikalarına karşı kadın ittifakı yelpazesini genişletme odaklı planlamalarımız var. Almanya’da yürütülen kimi DAİŞ üyelerinin yargılandığı  davaları yakından takip ederek kadın düşmanı şebeke olan DAIŞ’ın örgütlendiği ağların üzerinin örtülmemesi için kamuoyunu bilgilendiriyoruz. Yine farkındalık yaratmak ve bilinçlendirmeye dönük çalışmalarımız sürecek. Örneğin Rêber Öcalan’ın Özgürlük Sosyolojisi kitabının tanıtımı için bir dizi etkinlik gerçekleştireceğiz. Burada amaç demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü yaşam felsefesini tüm topluma yaymaktır. Bu ve benzeri öncülük ettiğimiz veya içersinde yer aldığımız çalışmalarımız önümüzüdeki süreçte de devam edecek.