Kadınlar direnişlerinin filmini çekiyor

- Medya DOZ
486 views

İnatçı saçlarım var

Bir cenin nasıl tekmeliyorsa ana karnını öyle

Bir ceylan zelzeleden nasıl kaçıyorsa öyle

Bir aşık maşuk karşısında ne kadar titriyorsa öyle

İnatçı saçlarım var

Bir mahkum özgürlüğü nasıl düşlüyorsa öyle

Bir savaşçının yarası nasıl sızlıyorsa öyle

Bir kadın ne kadar küllerinden diriliyorsa öyle

Öyle, kadınların inadıyla umut kendini yavaş yavaş besliyor. Ve insanlık yeni anlamlar için el açmış bekliyor. Yaşadığımız çağda ruhu duyarlı herkes bilir ki dünya yaşanmaz bir yer haline geldi. Her şey fazlasıyla erkek, böylesi bir dünyada nasıl nefes alsın kadınlar? Dil eril, edebiyat eril, sinema eril. Fetva veren erkek, hüküm veren erkek, dil ve akıl erkek. Ya bu dünya değişmeli, ya kadınlar yaşanır yeni bir dünya yaratmalı. İkisi de uzun erimli kavga… Bu yüzden sanatsal, küçük adımlar ile kadınca büyük bir koşuya yol alınabilir. Belki de ilk adım olarak etik ve estetiğin yeniden örülmesi gerekir.

Kadın karakterinin tersine devletin yaratmak istediği toplum, merhametsiz, sevgisiz ve nefret dolu bir toplumdur. Devlet toplum içine yayıldığı oranda şiddet, cinayet ve tecavüz kendini güncelleyip üretiyor. Çünkü devlet erkek akıldan doğmuştur. Erkek, ilk doğumunda iktidarla bezenmiş ve adı devlet olan bir canavar doğurdu. Bunu nereden mi biliyoruz? Devletin nüfuz edemediği, dağlı ve kadın emeğiyle var olmuş toplumların içinde şekillenmiş insanlar bu kadar merhametsiz değil. Doğayla bir bağları var, suya adadıkları adakları var, gökyüzünün mucizesine inanan bir tevazuya sahipler, topluma saygı ve insana sevgi beslerler. Bu iki uçurum arasında iktidarın kadın ruhunu kıyım kıyım kıydığını görmemek için kör olmak gerekir. Erkek imzası taşıyan tüm iktidarlar, araç ve argümanlar kadın karşıtıdır. Ve gerçekten böylesi bir dünya yaşanacak gibi değil.

İnsan kalabilmenin inadıdır sanat

Kulaklar bu çağın çığlığını duymuyorsa, burunlar bu çağın kokusunu almıyorsa, gözler gerçeği görmüyorsa, orada sanat devreye girmelidir ama alelade bir sanat değil, devrimci sanat. Devrimci, sosyalist duyarlılığın yarattığı sanat, insani gerçekliğe daha yakındır. Bütün çağlarda acıyı katlanılır kılmanın ve bu arayışın sonucudur sanat. Bütün kötülüklere inat insan kalabilmenin inadıdır sanat. Dünya üstüne üstüne geliyorsa ve sen, “ölmediysem yaşamalıyım” demek ile de yetinmiyorsun, “ölmediysem güzel yaşama şansım var” diyorsun. Yani sadece yaşamayı ile, sevmeyi az görüyorsun, güzel sevmek ile yeni bir sayfa açıyorsun. “Mesele gerçekten güzeli sevmek de değil, güzel sevmekmiş” diyorsun. Güzel sevmek, çok sevmekten daha güzelmiş yani. Güzel seviyorum deyince, o erdeme ulaşınca fuzuli kelimelere ihtiyaç duymaz insan. Ve belki de kadın etiğiyle estetik bir arayış burada başlıyor. İşte sanat burada biz kadınlar için de bir hoşluk duygusu oluveriyor. “Bu dünyayı güzelleştirmek için, dört temel olguyu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. İyilik, güzellik, doğruluk ve özgürlük. İyi ve kötü seçimi ahlaka girer. Güzel-çirkin ayrımı estetiğe girer, sanata girer, devrimcilik en büyük sanattır. En büyük sanatçı devrimcidir” diyerek işe başlarsak meramımız daha iyi anlaşılır. Sinema da konuşmadan bu duyguyu yaygınlaştırmamıza vesile oluyor. Biz kadınlar tarih boyunca cehennemin orta yerinde şiir yazarak yaşadık, bu bir direnme biçimi oldu. Ve bu direniş öykülerinin tümü sanatsaldır.

Kadınlar direnişlerinin filmini çekiyor

Direnişin sanatını yapmak da ayrı bir direniş ruhu istiyor insandan. Ve bu gerçeklik büyük bir sorumluluk yüklüyor omuzlarımıza. Son yıllarda Rojava, özelde de Kobanê ve Şengal’de kadınlar eşi benzeri olmayan büyük savaşların, büyük direnişlerin öncülüğünü yaptı. En amansız acılara göğüs gerdiler. Ve şimdi de direnişlerinin filmini çekiyor, romanını yazıyor, yaşadıkları tarihi belgeliyorlar. Önce tarihi yazdılar şimdi ise yazdıkları direniş destanını bütün insanlığa mal etmeye ve sanatını yapmaya çalışıyorlar. Yakın zamanda kadınların öncülüğünde direnişin film ve belgeselleri yapılmaya başlandı. Elbette ki isimsiz kalmamalı bunca yaşanmışlık. Kadınlar sergilediği pratikle şunu dedi: Devrimin bir güzel sanatı varsa o kadının ta kendisidir. “İncir ağacından oklava olmaz, mısır unundan baklava olmaz, söğüt dalından kaval olmaz” demiş büyüklerimiz ve her şeyin adabınca olmasına vurgu yapmış , özüne, tözüne göre olsun demişler yani… Biz bu özdeyişi nasıl anlamalıyız peki, bu çağda mırıldanmakla kimselerin kulaklarını açamazsın, çığlık atmalısın. Erkek dünyasına isyan edeceksin, böyle yaşanmaz, böyle sevilmez diyeceksin. Romanın bunu anlatacak, filmin bunu gösterecek, şarkın bunu haykıracak. Bu yüzden alelade bir sanat ile olmaz diyorum. Bu yüzden direnişin ve devrimin sanat dallarında kadınları en güzel sanat olarak görüyorum. Çünkü Kurdistan devriminin en güzel sanatı kadındır.

“Rûpelê Sor” filmi bir kadın yapımıydı

Son zamanlarda kadınlar öncülüğünde özellikle sinema dalında çok güzel gelişmeler oldu. Kadınlar önce Şengal’de direndi sonra direniş öykülerinin filmini çekti. Rojava’da devrim yapan kadınlar bu kez de devrimlerini beyaz perdeye taşımak için büyük çabalar içine girdi. Şimdilerde festivallere başvuran “Rûpelê Sor” (Kızıl Sayfalar) filmi bir kadın yapımıydı. Rojava devrimine katılmış şair bir kadını anlatan filmin yönetmeni de, senaristi de, yapımcısı da kadındı. Dersim Zerevan, Çiğdem Roj ve Nujiyan Erhan’ın bu filmi, Rojava devrimini ve yaşanmışlıkları şair bir kadının gözünden vermek istemiş. Bu film, 2016’da çok kısıtlı imkanlarla ve savaşın içinde çekildi.

Esaretten özgürlüğe yol alan ”Hêza”

Yine birçok festivale kabul edilen “Hêza” adlı belgeselin yönetmen ve yazarı da kadın. Hêza, Şengal katliamında DAİŞ teröristleri tarafından kaçırılan, YPG/YPJ savaşçıları tarafından kurtarılıp sonrasında devrime katılan ve komutanlaşan gerçek bir kadın hikayesidir. Belgeselin yönetmeni Derya Deniz Kürt Êzidî kadını Hêza Şengal’in esaretten özgürlüğe yol alan hikayesini gerçeğe dayanan tüm verileriyle belgesele aktardı.  Belgesel Ekim 2021’de gösterime hazır hale geldi.

12 Suvari’nin gözünden Şengal Fermanı

Bunun yanı sıra kısa bir süre sonra gösterime hazır hale gelecek olan Şengal fermanını hem bir belgesel, hem de bir film olarak beyaz perdeye taşıyacak başka bir kadın film çalışması daha bulunuyor. 12 Suvari’nin gözünden göreceğimiz Şengal Êzidî fermanını konu alan film 2018 yılında Şengal’de çekildi. Filmin yönetmenliğini yapan Dersim Zerevan yine kadınlarla çalıştı. Filmin senaryosunu Medya Doz ile hazırlayan Dersim Zerevan, filmin yapım aşamasını ise Çiğdem Roj ve Ruha Amanos ile tamamladı. Şengal katliamını hem belgeleyen belgesel, hem de sanatsal kurgu filme uyarlayan bu çalışma da merakla beklenenler arasında.

“Kobanê” filmi destansı direnişin öykülerini anlatıyor

Kısa bir süre önce haberini okuduğumuz Kobanê filmi de kadın imzası taşıyor. 2014 yılında yaşanan Kobanê savaşını konu alan filmin hem yönetmeni, hem senaristi, hem de başrol oyuncusu kadın. 2021 yılının 26 Ocak tarihinde yani Kobanê’nin özgürleştiği günde filmin çekimine başlandı ve 1 Kasım Kobanê Dünya gününde ise filmin çekimleri bitti. Anlamlı tarihlerde çekimleri başlayıp biten Kobanê filminden beklentiler çok yüksek. Şimdilerde post-prodüksiyon aşamasında olan Kobanê filmi destansı direnişin öykülerini anlatıyor. Daha önce “Wêne” ve “Berfin” gibi filmlerin yönetmenliğini yapan Özlem Yaşar bu kez Kobanê filminin senaryosunu Medya Doz ile çalıştı ve yönetmenlik koltuğuna oturdu.

“Nujiyan” belgeseli

Merakla beklenen diğer bir çalışma ise Jinda Asmen’in yönetmenliğini yaptığı “Nujiyan” belgeselidir. Jinda Asmen uzun yıllar beraber basın çalışması yürüttüğü Nujiyan Erhan’ın hayatını bir belgesele dönüştürdü. 3 Mart 2017’de KDP’ye bağlı Roj pêşmergeleri Şengal’in Xanesor alanına saldırdı ve hedef gözeterek haber takibi yapan Nujiyan Erhan’ı suikast ile başından vurdu. Bu saldırı sonucu ağır yaralanan Nujiyan, 22 Mart 2017’de tedavi gördüğü Hesekê hastanesinde ihanet mermisiyle şehit düştü. Son anına kadar beraber olduğu arkadaşını bir belgesel ile anan Jinda Asmen’in bu çalışması da son yıllarda yapılan anlamlı kadın çalışmalarındandır.

Sinema dünyasında alternatif sayfa açmak

Sinema dalında bu kadar kadın çalışması var, peki bunlar neden görünmüyor, duyulmuyor, yazılmıyor diye sorabilirsiniz ve sormakta haklısınız. Çoklu yanıtı var bu sorunun ama can alıcı olan birkaçını sıralayabiliriz. Yanıtlardan ilki, piyasanın erkek oluşu. Kapitalist tekelin temel sermayelerinden biri olan sinemaya devrimci kadının ruhu sızdırılmıyor. Çünkü iktidar cehennemi, direnişçi kadının tek bir kıvılcımından bile korkuyor. Çünkü yalanın yüzsüzlüğü, gerçekliğin yüzünden çok ürküyor. Çünkü bizim gerçek öykülerimiz görünür ise egemenlerin yalanı ifşa olacak, maskeleri şapır şapır dökülecek. Daha çok çünkülü cümle kurulabilir ama lüzumu yok. Belki de daha cesur adımlar atarak sinema dünyasında alternatif bir sayfa açmak gerekecek. Belki daha fazla devrimci kadın sinema akademileri, kooperatifleri, okulları kurmak lazım. Belki Kürdistan çapında devasa bir kadın oyuncu ajansı oluşturmak lazım. Belki meramımızı anlatacak, ürünlerimizi yayacak prodüksiyon şirketi inşaa etmenin zamanıdır.  Kısacası büyük bir derdimiz var ve bu derdimizi anlatmak için büyük çabalar vermemiz gerekecek. Hiçbir şey gelişmek, değişmek isteyen kadının önünde engel olamaz. Ve değişen kadın değiştirir. Bu kaçınılmazdır.

Öykülerimize bir dil bulma arayışındayız

Biz Kürt kadınları da devrimin içinde büyük direniş öykülerinin öznesi olduk. Bizi biz yapan acılarımız, sevinçlerimiz ve direnişimize teşekkür ediyoruz. Şimdi öykülerimize bir dil bulma arayışındayız. Ölülerimizi diriltme arayışındayız ve bu güzel sevmenin ilk adımlarıdır. Bu, devrimin güzel sanatı olmanın kendinden emin adımlarıdır. Bu adım, inatçı ruhumuzu arş-ı alaya kadar çıkarmalıdır.