Kültürel soykırıma karşı öz savunma

- Hêja ZERYA
43 views
Kürtçe trafik uyarı yazılarını silme, düğünlerde Kürtçe müzik eşliğinde halay çektikleri için gözaltına alma ve tutuklamalar Türk devletinin kültürel soykırım politikasının boyutlarını ortaya koyuyor. Devletin soykırım saldırılarını evin içine yöneltmesi sokakta Kürtçe türkü söyleyen, Kürtçe müzik dinleyenlere faşist saldırıları meşrulaştırmakta ve önünü açmaktadır.

Kültürel soykırım saldırılarının bu düzeye varması varlık ve özgürlük mücadelesinde önemli bir yol kateden Kürt halkının günlük yaşamın ve mücadelenin her anı ve alanını öz savunma bilinci ve eylemi ile örmesi gerektiğini ifade ediyor. Öz savunma bilinci ve eylemi tarihsel ve toplumsal gerçekliğin bilinci kadar sömürgeci devletin inkar ve imha politikalarını, saldırılarını bilmeyi gerektirir. Kapitalist modernite sisteminin kültür endüstrisi ile yerel kültürleri küçük düşüren modernite kültürünü umutvari bir gelecek gibi sunan, anlık pazarlayan saldırı ve politikalarına yem olmamayı gerektirir. TV, internet oyunları, sinema, dizi film, bilim-teknoloji ile hakikatten uzaklaştırarak kurgusal dünyanın içine çeken özel savaş bombardımanına karşı bariyer oluşturmayı zorunlu kılar.


Her ev bir öz savunma merkezi olmalı

Bilinçli, örgütlü yaşam ve mücadele tarih bilincinin derinliği ile yakından bağlantılıdır. Düğün halayına bile müdahale edilmesi faşizmin ulaştığı boyutu, kurduğu onlarca hapishanenin yetmediğini, tek tek evlerimizi bir hapishaneye dönüştürmek istediğini gösteriyor. Bu da tek tek her evin bir öz savunma merkezine dönüştürülmesi anlamına gelir. Dilini, kültürünü korumayı, mücadelenin kazandırdığı özgürlük kültürü ve ahlakını yaşam ve ilişkilerine ölçü belirlemeyi gerektirir. Bu anlamda genel geçer sloganvari tepkileri aşarak varlığımızı ve özgürlüğümüzü yaşam ve ilişkilerimizi kurduğumuz mekanlarda nasıl koruduğumuz, ne düşündüğümüz, nasıl ilişkilendiğimiz, yaşadığımız ve mücadele ettiğimiz önem kazanıyor. Dağdan sokağa, sokaktan eve uzanan bu saldırı biçimi soykırım kıskacının ne kadar daraltıldığını göstermektedir. Ülkende özgür değilsen, evinin içinde de özgür olamayacağını bir kez daha gündeme getiren bu saldırılarla Şark Islahat Planı’nı gündeme taşıyan tartışmalar yapılmakta.
Neydi Şark Islahat Planı? Herkesin yakın tarihe dönüp Kürt halkının devletle nasıl yüzleştiği, nasıl baş etme gücünü geliştirdiği muhasebesini yapması geçtiğimiz kritik eşiğe ışık tutacaktır. Plan adım adım kimliğinden, kültüründen, dilinden, öz güveni ve öz benliğinden uzaklaştırmanın, asimile ederek Türkleştirmenin 27 maddede dile gelişidir. Tek tek maddeler incelendiğinde evin içinde neden rahat olunamayacağı ortaya çıkmaktadır.
Önder Apo görüşmelerinde dönem dönem uyarılarda bulunarak tarih bilincinin önemine vurgu yaparken özellikle son iki yüz yılı iyi bilmemiz gerektiğini dile getirmektedir. Son iki yüzyılda yaşanan isyanlar, nasıl ve neden kaybettikleri kadar sömürgeci sistemin Kürtler ve Ortadoğu üzerinde oynadığı oyunlar, siyasi, ekonomik, askeri komplo ve müdahaleleri bilmek ve ders çıkarmak, tekerrüre düşmemek içindir. Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne Şark Islahat Planı ve II. Abdülhamit’in asimilasyon, Hamidiye Alayları ile Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikası devrededir. Lozan Antlaşması’nı imzalayanla Şark Islahat Planı’nı hazırlayanın aynı kişi ve bir Kürt olan İsmet İnönü olması taşları gediğine oturtmaktadır.

Tehcir Kanunu’ndan bugüne

II. Abdulhamit ‘Siyasi Hatıralarım’ adıyla yazdığı kitabında “Rumeli’de ve bilhassa Anadolu’da Türk unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvel Kürtleri yoğurup kendimize mal etmek şarttır” der. “Türk unsurunu güçlendirmek” demek başta Kürtler olmak üzere başka halkları yok etmek ya da asimile etmek demektir. Ermeni soykırımı, Rum ve Asuri-Süryani kırımı ve tehciri, Kürtlerin ve diğer halkların başına getirilenler hafızalardan silinmemiştir. Kürdistan özgürlük mücadelesi bu hafızayı yeniden canlandırmış ve Kürtlere dayatılan soykırım kadar diğer halklara dayatılan soykırım saldırılarını açığa çıkarmıştır.
İttihat Terakki’nin 27 Mayıs 1915’te çıkardığı Tehcir Kanunu aynı zihniyetin devamı niteliğindedir. Türk-İslam sentezini hayata geçirme ve Türk ulusu yaratmak için halkları kırımdan geçirmek mübahtır. 1. Dünya Savaşı’nın kaos ortamından yararlanarak Türk ulusunu yaratma yolunda Ermeni, Rum, Laz, Gürcü, Kürt gibi Osmanlı sınırları içinde yaşayan bütün halklar hedeftir. Yerinden yurdundan etme, emek ve toplumsal kültür ve değerlerini ayaklar altına alma, emeğini talan etme kanunu anlamına gelen kanunun 12. maddesinde “Kürtler ufak ufak kafilelere ayrılıp silahlarından arındırılarak değişik bölgelere gönderilecek ve orada genel nüfusun yüzde beşini geçmeyecektir. Kürt mültecileri yerlerine gönderilmeyecektir” denmektedir. Kürtleri sürekli devlete başkaldırmaya hazır pozisyonda görme ve köklerinden kopararak eritme bir siyaset olarak belirlenmektedir. Adım adım parçalama, öz savunma gücünden düşürme, teslim alma ve Türkleştirmeyi içeren bir yol haritası niteliğindedir bu kanun. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra kısa süre Türk-Kürt ittifakı olarak yansıyan, ama özünde cumhuriyetin güvenceye alınması ardından “devlete başkaldırma”, direnme potansiyeli taşıyan Kürtler hedef alınır. Şeyh Sait isyanı akabinde 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun Yasası “sükunet”in sağlanmasına dönüktür. Bu da Kürt inkar ve imhasının sonuca ulaştırılması anlamına gelir. Son isyan Dersim İsyanı’na kadar yaşananlar bunun kanıtıdır. Kimlik ve kültüründen men edilmeyi kabul etmeme, öz kültürü, dili ve değerleriyle yaşama ısrarı ve iddiası büyük katliamlarla bastırılır. Takrir-i Sükun Yasası’nın hemen ardından  25 Eylül 1925’te meclisten geçen ve 27 maddeden oluşan Şark Islahat Planı da soykırımı tamamlama planıdır ve halen yürürlükte olan sömürgeci devlet politikasının esasını oluşturmaktadır. 5 genel müfettişliğe ayrılan Türkiye’nin 5. Müfettişliği Kürdistan’dır. 5. Müfettişlik Kürdistan’da askeri ve sivil yetkilerle donatılan sömürge valiliği ile 19 Temmuz 1987’de ilan edilen 8 ili kapsayan OHAL ve sorumlu kılınan sömürge valiliği arasında hiçbir fark yoktur. Bugün belediyelere uygulanan kayyum ve kırım politikaları da aynıdır.

‘Islahat’ın Kürtler için anlamı

Şark Islahat Planı’nda “Tehlikeli aileleri Batı’ya sürme, devlete yakın duranları güçlendirme, destekleme ve yerinde tutma; Türkçe dışında başka dil kullanmama; Kürtçe dilinin yaşamasını sağlayan kadınlar olduğu tespitinden yola çıkarak kız yatılı okulları açarak kadınların asimilasyonuna ağırlık verme; Dersimlileri Sivas’ın Batısına sürme; Fırat’ın Doğusu ve Batısı olarak ayrıştırarak Batıyı asimile etme, Doğu’da etkisi güçlü olan aşiretleri dağıtma” gibi kültürel soykırım politikaları elli yılı bulan Kürdistan özgürlük mücadelesi döneminde de devam etmektedir. Dört parça Kürdistan’a hakim kılınmak istenen ve dört sömürgeci devlet tarafından ulaşılmak istenen ortak nokta Kürt soykırımıdır. Düzeltme, iyileştirme anlamı taşıyan ıslahatın Kürtler için anlamı yola getirme, asimile etme, Abdülhamit’in dediği gibi “kendimize mal etme” yani Türkleştirmedir. 14. maddesinde “Aslen Türk olup Kürtlüğe yenilmeye başlayan Malatya, Elaziz, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısnımansur, Behisni, Hekimhan, Birecek, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kurum ve kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe’den başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine muhalefet etmek ve direnmek suçundan cezalandırılacaktır” denmektedir.
Türkçe konuşma kampanyaları başlatılır. Kürtçe konuşanların her kelimesine 5 kuruş ceza verilir. 12 Eylül 1980 darbesi ardından Diyarbakır zindanlarının duvarlarına yazılı “Türkçe konuş, çok konuş” emrine uymayanlar işkencelerden geçirilir, katledilir. 1982 darbe anayasası ile Türkçe’den başka dillere yayın yasağı getirilir. 1991’de bu yasak kalksa da mecliste Kürtçe yemin etmek isteyen Leyla Zana ve diğer DEP milletvekillerinin nasıl hapse atıldıkları Kürt halkının hafızasında canlıdır. Bugün Kürtçe stranlara, halaylara, konserlere getirilen yasak, tutuklamalar ıslah etme planının birer parçasıdır.

Soykırım kıskacından kurtulmak

Kürtçe yasağın kolay kaldırılmadığı biliniyor. 12 Eylül zindanları ve işkencelerine karşı Mazlum Doğan, Sakine Cansız, Hayri ve Kemal’lerin, Dörtlerin ve nice yoldaşın direnişi bu saldırıların önünü aldı. Gerilla savaşının, direnen halkın, kadınların, Rojava devriminin temellerini attı. Ortadoğu ve dünya devrimine kan ve can vermeye devam ediyor. Böyle bir direniş kültürü ve tarihinden gelen bir halkın evlatları olarak dilini, kültürünü korumak, yakılan, yıkılan, işgal edilen köyler, şehirler, tecavüz ve katliamlara çok yönlü direniş ve örgütlenme ile yanıt vermek, boşa çıkarmanın yol ve yöntemleri bilinmektedir. Soykırım kıskacından kurtulmak; bu kıskacın adım adım nasıl örüldüğünün tarihini bilmek ve bu bilincin gerektirdiği öz savunma donanımına kavuşmaktır. Yeni bir dünya savaşı sürerken 1. Dünya Savaşı’nda Ermeni halkının başına getirilenlerin Kürt halkının başına getirilmemesi daha güçlü örgütlenmekten, devlet ve iktidar zihniyetinin kişilik ve yaşamlarımıza bulaştırdığı kirlerden arınmaktan geçer. Aynı kaderi yaşamamak, elli yıllık mücadelenin kazandırdığı özgür düşünce, örgütlü irade, her koşulda direnmek, savaşmak ve kazanmaktır. Kürdistan Özgürlük Hareketi direniş kültürünü bir yaşam biçimine, bir halk ve kadın kimliğine dönüşmüştür. Devlette ve inkar siyasetinde, kapitalist modernite sisteminde, kültüründe önemli bir kırılma yaratılmış olsa da yurtseverlik bilincinde derinleşerek dilini, kültürünü korumak, tarihine, direnişine sahip çıkmada yaşanan boşluk ve zayıflıkları aşma zorunluluğu vardır.
Hegemonik sistem yerli sömürgeci güçleri, çeteleri ve işbirlikçiliği kullanmaya devam ederek katliam ve göçlerle Kürdistan’ı insansızlaştırma, çölleştirme savaşını derinleştirmektedir. Toprağını savunmak, terk etmemek, dil ve kültürü, geleneklerini korumak esas tutum oluyor. Kökünden koparılma sistemin çok yönlü saldırısına açık hale gelmeyi ifade eder. Kürdistan’da, modernite merkezlerinde hem zihinlerde yaşanan göçü hem fiziki göçü engellemek kadar, dünyanın neresine savrulma yaşanırsa yaşansın toprağından, dilinden, kültüründen kopmamak asimilasyonun önüne geçer. Ancak hem metropollerde hem başta Avrupa olmak üzere göç edilen ülkelerde başta gençlik olmak üzere kadınlarda liberal özgürlük anlayışına savrulma, toplumsal değerlerden uzaklaşma, modernite kültüründen etkilenme, dilini unutma yaşanabilmektedir.

Her gerekçe bir örgütlenme aracıdır aynı zamanda

Bütün dağları bombalanarak yangın yerine, emek verilen şehirleri, köyleri harabeye çevrilen, işgal edilen, kimyasalla çocukları katledilen, katliam dayatılarak insanları göç ettirilen, emek-yaşam-barış sembolü zeytin ağaçları kökünden koparılan, ağaçları kesilen, toprağına el konulan bir halk ve çocukları bu zulme seyirci kalamaz. Bulunduğu her mekan ve zamanı örgütlenme, eğitim, bilinçlenme ve eylem zeminine çevirmenin bin bir gerekçesi vardır. Her gerekçe bir örgütlenme aracına dönüştürülebilir. Kurumlarda dilini öğrenme, eğitimlerle tarihini, kültürünü öğrenme, özel savaş saldırılarına karşı öz savunma bilinci ve eylemine çok yönlü yoğunlaşma, özgür eş yaşam zihniyeti, bilinci ve ilişkilerinin örüldüğü zeminlere dönüştürmek gibi çok yönlü ve çok amaçlı yoğunlaşma mümkündür. Özünü, kimliğini ve kişiliğini özgürlük ahlakı ve kültürü ile güvenceye alarak kapitalist sistemin emek-beden sömürüsünün karşısında durulabilir. Dünya halkları, kadınları, gençleri ile güçlü demokratik ağlar örmenin, kadınların ve halkların özgür ve komünal yaşamını güvenceye  almanın yolu özgür Kürt, kadın kimliğinde direnmekten geçmektedir. Önder Apo’nun soykırım kıskacına karşı yarım yüzyıllık mücadelesi insan olmakta, insan kalmakta ısrarıyla ilgilidir ve “Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır” diyerek bu yolun kilometre taşlarını döşemeye devam etmektedir.
Faşist, milliyetçi saldırıları boşa çıkarmak her kişinin, evin, kurumun, komünün, meclisin ve ülkemizin, yine bulunduğumuz her zaman ve mekanı demokratik ulus ve özgür eş yaşam zihniyeti ile örmekten geçer. Özgürlük sosyolojisi; özgürlük ruhu, bilinci ve eylemi ile yaşam bulur. Modernite sisteminin özümüzden uzaklaştırmaya dönük her saldırısına karşı bizi biz yapan kültürel ve toplumsal değerlerimizi sahiplenerek ‘Xwebûn’laşma yolunda yürümeye devam…