Kurumsallaşmış cinsiyetçilikle hesaplaşmak

- Havin GÜNEŞER
36 views
Yeni bir 8 Mart’a doğru ilerlerken, feminist mücadele de dahil olmak üzere kadın özgürlük mücadelesinin önemini ve bu temelde örgütlü olmanın kritik değerini, dünya sistemi yeniden şekillenirken tekrar düşünmek önem taşıyor. Özellikle Rêber Apo’nun bu konudaki teorik ve pratik çabaları, konuyu sadece kadınlar için değil, tüm toplum açısından anlaşılır ve sade bir dille ortaya koyması, toplumun kadın özgürlüğüne olan ihtiyacını da gözler önüne serdi.

Hayatın bu şekilde erkek için de daha anlamlı ve güzel olacağını her zaman dile getirdi. Aslında kadın özgürlüğünün anti-erkek bir duruş olmadığını ve sorunun, doğumdan itibaren cinsiyetçi düşünce ve eylemin tüm benliklerimize kazınmasından kaynaklandığını ortaya koydu. Bu bağlamda, kadınların da cinsiyetçi olabileceğini gösterirken, bunun erkek egemenliğini meşru kılmadığının da altını çizdi.

Sistemi kişilikten söküp atmak

Ataerkilliği daha anlaşılır bir dille açıklarken, bu sistemin erkeğin egemenliği anlamına geldiğini ve kurumsallaşmış cinsiyetçilik olarak işlediğini ortaya koydu. Bu sistemi sonlandırmanın en önemli yolunun, öncelikle kadınların, ancak aynı zamanda ve daha da derinlemesine erkeklerin parçası olduğu ve sürdürülmesine şu veya bu düzeyde ortak olduğu ataerkilliği, yani kurumsallaşmış cinsiyetçiliği sorgulamak ve devlet gibi onun kendini uygulama araçlarını, bireylere kazınmış “kişilik” özellikleriyle birlikte yüreğimizden ve zihniyetimizden söküp atmak olduğunu belirtti.
Beş bin yıllık, hatta Rêber Apo ile yapılan son görüşmelere göre on iki bin yıl öncesine kadar uzanan zihniyet yapılanmalarını deşifre etmek için büyük bir çaba harcadı ve halen de harcamakta… Çünkü hakikatin ne olduğu konusundaki ilk karartma ve kayboluş burada gerçekleşti. Bireyin toplumla, bireyin bireyle, kadının erkekle, erkeğin kadınla, bireyin ve toplumun doğayla özgürlük temelindeki ilişkisi nasıl kaybedildi? Kaybedilen özgür yaşam ve özgürlüğü yeniden nasıl inşa edeceğiz? Bunun gibi pek çok soru ve düşünce sıralanabilir.
Kadın köleliği, tüm kölelik biçimlerinin kökeni ve toplamı olduğu kadar, kadın özgürlüğü de tüm sınıfsal, ırksal ve benzeri inşa edilmiş kölelik, ezilmişlik ve ayrımcılık biçimlerinin sonlandırılması anlamına gelmektedir. Ancak tersi geçerli değildir. Yani sınıfsallığın, ırkçılığın ya da çeşitli ayrımcılıkların ortadan kalkması, kadın özgürlüğünün sağlanacağını ya da kazanılan mevzilerin kalıcı olacağını garanti etmez. Yakın tarihte, özellikle Sovyetler Birliği deneyimi ve birçok ulusal kurtuluş mücadelesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Kadın özgürlüğü sadece kadınla sınırlı değildir

Kurumsallaşmış cinsiyetçilik karakterli bu sistem, doğası gereği erkeklerin lehine düzenlenmiştir. Yani pastadan pay alma süreci, en üstten en alta aynı düzenekte işler, en alttaki ezilen erkek bireye kadar… Onca ezilmişliğine rağmen ona kadın üzerinde hakimiyet salık verilir ve böylece ataerkilliğin sömürüsü hem katlanır hem de gizlenir. Erkek, yükselen faşizm ve ırkçılığın vurucu gücü haline getirilerek sistemle bütünleşir, sistemin devamına katkıda bulunur. O nedenle belki de tam da şimdi Rêber Apo’nun elini güçlendirmekten bahsediyorken ve bir 8 Mart’ı karşılarken, zihniyet değişim çabalarına ara vermeden hem devam etmek hem de daha sıkı örgütlenmek gerekir. Kadın özgürlüğünü sadece kadınla sınırlı görmemek; kaybedileni kazanma mücadelesinde, yeni bir yaşamın inşasında erkeklerin de ciddi bir zihniyet değişimini yaşaması ve kadın özgürlük mücadelesi etrafında kenetlenmesi bu nedenle önem arz etmektedir. Çünkü kadının kaybedişi üzerinden tüm toplum, doğa sömürüsü gerçekleşmiş, hakikat yitimi böyle yaşanmıştır. Toplum ve onu oluşturan bireyler sisteme daha derinden bağımlı hale getirilerek sistemin çöküşünü kendi çöküşleri olarak algılayacak bir noktaya getirilmiştir.

Sosyalizm ve erkeği öldürmek

Her ne kadar hala çok yaygın bir görüş olsa da kadın özgürlüğü, yalnızca erkekle eşit olmak ya da erkek karşıtı olmak değildir. Rêber Apo, tarihsel süreç içinde gösterdi ki erkek de kurumsallaşmış cinsiyetçi sistemin hem faili ama hem de mağdurudur. Erkek, bu iki yönünü – hem fail hem de mağdur olma durumunu – anlamadan ve ciddi bir değişim-dönüşüm geçirmeden, istediği kadar kendisinin sistem dışı, alternatif olduğunu iddia etsin, ataerkil sistemin bir versiyonu olmaktan kurtulamaz. Erkek, egemen erkeklikten çıkmayı sorun olarak görmediği sürece, Rêber Apo’nun da dediği gibi erkeği öldürmeyi nasıl sosyalizmin temel ilkesi haline getirecek? Ya da erkek kendindeki sistemi, ataerkilliğin kurumsallaşmış etkilerini sorgulamaya yanaşmazsa nasıl sosyalist bir birey haline gelecek, sosyalizmi yaşamsallaştıracak?
Peki her şey ümitsiz mi? Tabii ki hayır. Kürt Özgürlük Hareketi ve Rêber Apo’nun hem teorik hem de pratik alanda katettiği mesafe bunun kanıtıdır. Rêber Apo, erkeklik ve kadınlık kavramlarını çözümlerken, hakikat yitimini tüm karmaşıklığı içinden çekip çıkarmayı başarmıştır. Kadınlar ve erkekler olarak bu gerçekliğe sahip çıktığımız ve dönüşebildiğimiz ölçüde, insanlık tarihinin bu aşamasında önemli bir çıkış gerçekleştirebiliriz.
“The Brutalist” filmini izlediniz mi bilmiyorum. Fakat çok tehlikeli bir son söz ile film bitiyor: “Yürünen yol değil varılan nokta önemlidir.” Bu, hedef için her şey mübahtır yaklaşımına götürür. Oysa yazar Ralp Waldo Emerson’un bir sözü olan ve artık anonim bir deyime dönüşen söze atıfla, varılacak yer kadar yolun kendisidir önemli olan. Sistemden kopuş ve değişim olmaksızın, hedeflenene ulaşmış oluyor muyuz gerçekten?