‘Müzik yolun dilidir, gelenekten geleceğe taşır’

- Newaya Jin
258 views
“Genç bir kadın olarak, Alevi olarak, Kürt olarak ve tüm kimliklerimle kendim olarak kendimi en güçlü hissettiğim yer sahne oldu.” Bu sözler 2015 sonrası siyasi nedenlerle Avrupa’ya çıkmak zorunda kalan, sanat basamaklarını usul usul tırmanan Meral Alkan’a ait.

Fransa’da yaşayan Alkan’la hem onu tanımak adına hem de müziği, geleneği, geleceği, deyişleri, nefesleri ve klamları konuştuk. Müziği ‘konuşulmaya değer en güzel dil’, klamları ise kültürel, inançsal ve tarihsel hafıza olarak tanımlayan Meral Alkan, birçok konuda aydınlatıcı cevaplarla hayata bakışını gazetemize anlattı. Gelin hep beraber Koçgirili Meral’ı kendi dilinden tanıyalım:

Son yıllarda Kürdistani etkinliklerin çoğunda sanatçı kimliğinizle hem sahnede hem de eylem alanlarında görüyoruz sizi. Bir sanatçı için icra ettiği sanatla tanınmak güzel olsa da sana dair merak ettiklerimiz var. Meral Alkan kimdir, hangi yolun yolcusudur, nasıl bir çocukluk süreci yaşadı, içerisinde şekillendiği toplumsal gerçeklik neydi?
Sorunuzun yanıtına geçmeden önce sizlere, Newaya Jin ekibine ve okurlarına teşekkür ederek başlamak isterim. Konu ettiğiniz bunca güçlü kadın gerçeğinin bir ucuna benim de sözümü ekleme şansı tanıdığınız için size gönülden teşekkür ediyorum. Ben ’90’ların başında İstanbul Sarıgazi’de Alevi Kürt bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Büyüdüğüm mahalle Alevilerin, Kürtlerin, devrimcilerin ve emekçilerin çoğunlukta yaşadığı, kapıların gün boyu kilitsiz tutulduğu bir mahalleydi. Böylesine çürümüş bir devirde tohumlanıp yeşerdiğim noktanın, yaşamın herhangi bir yerinde kurduğum tüm cümlelerin ardına ve önüne koyduğum noktaları seçmekte önemi büyüktür. Böyle bir yerde yol almaya başlayınca menzilini hakikatin çok da gerisine koyamıyorsun. Ve tam bu noktada esasen şekillenmek yerine gerçeğine ermek kavramını kullanmayı tercih ederim. Bu mahallede çocuk yaşta, gerçeğime erdim diyemesem de gerçeğimizi gördüğüm anı iyi hatırlıyorum. Sokakta doyasıya oyun oynayabildiğimiz bir çocukluk yaşadım. Karşısında her gün saatlerce oyun oynadığımız komşu binalarımızdan birinin soluk sarı duvarında koyu kırmızı kalın puntolarla “zafer direnen emekçinin olacak” yazıyordu. Mahallemizin tüm duvarları adeta birer manifesto gibiydi. Başlarda algılayamasak da her gün önümüzde duran bu hakikati anlamamız çok da uzun sürmedi. Yani saklanamaz bir gerçeklik olan “berxwedan jiyane!” sırrına ermemiz saklambaç oynadığımız devirlere denk düşer. Kısaca böyle ifade edeyim kendimi, çocukluğumu. Yani bugün durduğum yer dün baktığım yerden çok da uzak değil.

Müzik ilk olarak hayatına nasıl girdi? Kendindeki bu yeteneği nasıl keşfettin, tetikleyici faktör neydi?
Alevi toplumunda müziğin bir insanın yaşamına girmesinden ziyade insanın müziğin içine doğması, değerlerin müzikle yerleşmesi gerçeği var. Kendisini özellikle sözlü gelenekle bugüne kadar yaşatmış olan bir inançtan söz ediyoruz, dolayısıyla deyişlerin, nefeslerin, semahların içine doğuyorsunuz ve bir Koçgirili olarak da ana rahmine düştüğünüz andan itibaren ağıt/şîn duyarak büyümeniz kaçınılmaz gerçeğiniz oluyor. Yetenek kısmına gelince de aslında ben bunu gelenek olarak ifade ediyorum. Çünkü bizim toplumumuzda hemen her evde en az bir bağlama bulunur ve en az bir kişi bağlama çalmayı bilir. Ben de geleneksel olarak biraz bunu üstlenmiş oldum ailede. Annemin teşvikiyle 11 yaşımda bağlama kursuna başladım. Ve yine aynı yaşta okul sıralarında Alevi kimliğimle devletle karşı karşıya kaldığımda çok doğru bir yerde durduğumu ama durmanın eksik olduğunu biraz da menzil almak gerektiğini anladım. “Bir su gölde çok durmayınan kokarmış Durma yavaş yavaş ak deli gönül” der Pir Sultan Abdal. Böyle leş bir düzenin karşısında bağlamayı kendime yoldaş edip gerçek bir yola yolcu olmaya talibim dedim ve o gün bugün gâh çalar gâh çalınırım ama durmam.

Müziğin sendeki karşılığı nedir? Ne tür bir anlam ve duygulanmaya vesile oluyor?
Aslında bir önceki sorunuzla bir giriş yapmış oldum. Müzik benim için yolun dilidir, gelenekten geleceğe taşıma aracıdır. Aşınmadan taşınma, bu devre dek bu dil ile sağlanmışsa bu Yol’da, buna hakikatin dili de demek mümkündür. Bunu yalnızca Alevilik özelinde ifade etmiyorum. Kürdistan’ın neresine bakarsanız yaşanmış mutlu, acı her hadisenin bir ezgi eşliğinde bugünlere taşındığını görürsünüz. İnsanlığın zamana ve mekana karşı zaferidir aslında, zira zamanı ve mekanı bu kadar aşabilen daha güçlü bir dil yok evrende. Dolayısıyla duyulmaya ve konuşulmaya değer en güzel dilin müzik olduğunu düşünüyorum. Daha özel ifade edecek olursam, Baba Tahir Üryan der ki “ben bir testiye dökülen okyanusum.” Bu gelenekte işittiğim her ezgi, her söz testiye dolan suyun sesiydi, ardında uçsuz bucaksız bir felsefe.

Bağlama ve cura ile özdeşliğine tanık olduk. Var mı farklı bir enstrüman?
Bağlama çalmaya küçük yaşta başladığımı belirtmiştim. Tabi aramıza mesafe koyan bir süre oldu fakat sonrasında muhabbetimize kaldığımız yerden daha güçlü bir bağla devam ettik bağlamayla. Bunun dışında ritme meraklıyım. Erbane ve davul çalıyorum. Özellikle davul çalmaktan çok daha keyif aldığımı söyleyebilirim.

Bağlama ve ses eğitimini merak ediyoruz? Bir müzisyen olarak sahne almaya başlamak nasıl bir sürecin sonucunda mümkün oldu?
Açıkçası çok teferruatlı bir eğitim geçmişim yok müzikal açıdan. Sarıgazi’de mahalli bir bağlama kursunda eğitim aldım 2.5 yıl kadar. Sonrası ailemiz açısından biraz sıkıntılı bir süreçti, annemizi kaybettik. Takdir edersiniz ki değişen yaşam dinamiği ile bazı şeyler önemini değilse de önceliğini yitiriyor. Lise, üniversite derken müzikal bir eğitim alabilme imkanım olmadı. Daha çok siyaseten aktif bir üniversite sürecim oldu. 15-16 yaşlarımdan itibaren Alevi kurumlarında, sonrasında Kürt siyasal hareketi içinde faaliyet yürüttüm. Sizlerin de çok yakından bildiği 2015 sonrası süreç ile Avrupa’da sürgün bir yaşama mahkum bırakıldım, pek çok dost ve yoldaşımızla birlikte. Mahkumiyet ifadesini kullanıyorum çünkü toprağından zorla koparılıp başka bir toprağa tutunma mecburiyeti nereden baksanız mahkumiyettir. Bir cezaevi ile asla denk tutulamaz elbette. Bununla beraber cezaevlerinde rehin tutulan dostlarımızın o koşullarda bile bizlere ne kadar büyük umut olduğunu görünce sürgün kavramının anlamsızlaştığını da görüyoruz. Tam olarak böyle bir yerde netleşiyor aslında benim müzikal yolculuğum. Kullanabileceğim bu kadar güçlü bir dil varken slogan atmayı bırakmalıyım dedim. Mecazen söylüyorum tabi. Geleneksel olarak Zakirlik hizmetini yürütüyorum bir zamandır. (Cem erkânında bağlama eşliğinde deyişler okuyan kişiye Zakir denir) Geleneksel icra ile bugüne dek yol katettik bağlamayla. Kendisi ile sahneyi de paylaşmaya başladığımız süreç yaklaşık 7 yıl önce Avrupa’ya taşınmamla başladı. Duygumu ve halimi hisseden ve halden bilenle pay edebilmemin en güçlü yoluydu ve böyle de oldu. Genç bir kadın olarak, Alevi olarak, Kürt olarak ve tüm kimliklerimle kendim olarak kendimi en güçlü hissettiğim yer sahne oldu. Festivaller, konserler, dinletiler… Çeşitli etkinliklerde geleneksel Alevi müziği ve Kürtçe müzik yapıyorum. Koçgiri geleneksel müziğine de ayrıca önem ve yer veriyorum. Böyle menzil alan bir müzikal serüvenim var.

Deyişi hakkıyla söylemek için nasıl bir dünyaya sahip olmalı insan? Veya Meral’ın deyiş söylerkenki dünyasını nasıl tanımlarsın?
Benim içinde büyüdüğüm ve içimde benimle büyüyen hakikatin ırmağıdır deyişler, nefesler. Bir tercihten daha çok aktığım, rengine boyandığım gerçek bu. Söyleme işine gelince, aslına bakarsanız bugün hemen herkes bir biçimiyle deyişleri, semahları dile getirebiliyor çeşitli platform ve mekanlarda. Ne yazık ki çoğu zaman içinin, anlamının boşaltılarak icra edildiğini, otantik özünün çok dışına çıkıldığını görüyoruz. Bu da hem geleneğe hem de bu geleneği bu sözlerle bugünlere getirmiş olan tüm değerlere, ozanlara büyük bir haksızlık oluyor. Burada öyle bir parsel haktan söz etmiyoruz, can bedeli taşınmış bir insanlık mirası bu, ticari ve popülist kaygılara kurban edilemeyecek kadar büyük bir miras ve değer. Benim gerek bir deyişi, nefesi gerekse de geleneksel herhangi bir eseri icra ederken hissiyatım budur. Çünkü bu eserler kimsenin değil ama kimsesiz de değil. Toplumsal ve tarihsel gerçekliğin dışında tutamayız. Daha özelimden şöyle ifade edeyim; yüzlerce yıl evvel bir ozan, eren kendi gönül hanesinden dökülenleri kelimelere aktarmış anadiliyle, alfabesiyle ve o sözler yol olmuş yıl olmuş bugüne gelmiş. Bir deyişi havalandırırken, o gün düştüğü gönülden, bugüne taşıyan bütün gönüllere muhabbet kurmuş gibi hissediyorum.

Pir Sultan’ın;

“Muhabbet baldan tatl’olur

Doyamazsın demedim mi” dediği gibi doyulmaz bir muhabbet.

Albüm veya single türü bir projen var mı? Yine orta veya uzun vadeli bir hedef olarak sanatını nereye taşımak istiyorsun?
Albüm ya da single gibi profesyonel bir çalışmam olmadı. Tamamen duygu, felsefe ve inanç yoğunluğu içerisinde ele aldığım için müziği, o hali, hissi paylaşmayı tercih ettim şimdiye dek. Bununla birlikte özellikle pandemi sürecinin araya koyduğu mesafelerle sosyal medya platformlarının, her ne kadar cemal cemale gerçekleştirilen bir konser ya da muhabbet kadar manevi etkisi olmasa da sesin, duygunun karşı tarafla buluşmasındaki katkısını hep birlikte deneyimlemiş olduk. Albüm şu an için çok teferruatlı olacaktır ama single ve akustik kayıtlar yapmayı düşünüyorum. Henüz netleştirmemiş olsam da kadın aşıkların, ozanların eserleriyle, kadın ağzı eserlerle bir proje düşünüyorum. Koçgiri özellikle ağıtlarıyla bir derya ve bu ağıtların hemen hepsi kadınlar tarafından yazılmış, söylenmiş dilden dile aktarılmış. Güçlü bir kadın mirası var bizim toprağımızda. Ne yapacaksam bu mirasa layık olamayacaksa bile tûrab olsun isterim.

Son sorumuz, Kürt sanatı ve sanatçısına yönelik süregelen yasakçı politikalara ilişkin. Yakın süreçte birçok sanatçının sahne alacağı konserler yasaklandı. Bir ses, bir klam, bir deyiş, bir türkü iktidarları neden korkutur, neler söylemek istersin?
İnkar ve imha ile, işgal ettikleri Kürdistan’da yürüttükleri bu politikayla yaşattıkları vahşetin ve karşılarında buldukları direnişin devletçe gayriresmi tutanağıdır bu halkın ezgileri. Koçgiri’de, Dersim’de, Zilan’da gerçekte ne yaşadığımızı dengbêjlerimizden dinledik. Hem kültürel hem inançsal hem tarihsel hafızamızdır klamlarımız. İşgal tam olarak tüm bu hafızanın yok edilmesi için yapılan her şeydir. Bir kara parçasına bir ordu koymaktan çok fazlası yani. Ulus iradesini kırma, ulusal birlik ve bütünlüğü sağlayan dili ve kültürü yozlaştırarak mümkün. Her şeyiyle Türk kimliğine entegre olmuş bir Kürt yaratma, dili ve kültürü asimile olmuş, gerçeğinden koparılmış bir toplum işgalci devletin en büyük hedefi. Dolayısıyla bunun karşısında duran damarları keserek kendisini ayakta tutmaya çalışıyor. Ve bu damarların en güçlüsü hiç kuşkusuz sanat ve özelde de müzik. Yüzlerce Kürt sanatçının cezaevinde ya da sürgünde olması, Kürtçe ıslığın bile mahkum edilmesi tesadüf değil. Sokak müziği yapan Kürt gençlerine, düğünlerde Kürtçe halaylar söyleyen müzisyenlere, halkın sanatçılarına, değerlerine saldırılarını arttırdıkça karşılarında her açıdan çok daha büyük bir kalabalık buluyorlar. Sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil Avrupa’da da bu kalabalıkları çoğaltmak görevimiz. Her birimiz daha özgür ve daha yüksek sesle söyleyebiliyorsak ezgilerimizi, birileri bunun bedelini ödedi ya da ödüyor diyedir.