Doğrusu Newaya Jin gazetesi benden yazı istediği için mutlu oldum. Fakat konu kadın olunca her şey o kadar karmaşıklaşıyor ki, mutluluğun hemen yanı başı mutsuzluk… Aslında bir şeyler karalamayı hem çok istiyor, hem de istemiyordum. Çünkü sözün bittiği yerdeydik. İçimden kelimeler değil, öfke akıyordu. Erkek iklimi yine vahşet yağdırıyordu. Kadınların bedenleri ve ruhları yine kanatılmıştı, bir ÖZGE-CAN katledilmişti. Acımasızca, hunharca, vahşice, ahlaksızca… Bu zulmü ve zalimi hiçbir şekilde tarif edemiyor insan… Ama ne kadar zorlansak da tanımlamalıyız bu acıyı… Biz adını koyamazsak, erkek aklı alıp götürüyor, kendine göre yorumluyor, çarpıtıyor. Kadına ait her şey o kadar çarpıtılıyor ki, kadının kendisi bile kendisini bu çarpıtma üzerinden tanımlıyor. Kendimize ait olmak istiyorsak, ilk önce kendimizi, kendimiz gibi tanımlamalı, kendi dilimizle ifadelendirmeliyiz. Kendimiz olamazsak, erkeğin başkalaştırdığı başkası oluruz. O yüzden kadının kendisine ait bir odası olmalı. Kendisine ait bir aklı, ruhu, dünyası, sevdası olmalı… Olmazsa her gün ölür, olmazsa yaşamı her gün başkalarının ona çizdiği kaderle başlar.
Tarih bilinci, bizi biz yapan bilinçtirÂ
Nedir başkası olmak, gerçekten nedir? Biz kadınlar tarihten bugüne geldiğimiz noktayı sorgulamazsak, kadına ne olduğunu da anlayamayız. Kadın köleliği en eski, en örtük, en derin köleliktir. Tüm köleliklerin kaynağıdır. Toplumun köleleştirilmesi, kadının köleliğinden sonra başlar. Tanrıça erdeminden, kaburga kemiğine inişin hikayesini anlayamazsak, bugünkü beni anlayamayız. Neden örtündüğümüzü, neden dört duvar arasına sıkıştırıldığımızı ve neden sonra açılıp saçıldığımızı, sadece bedene indergenen nesne halimizi bilince çıkaramazsak, ne şiddeti, ne de kutsal evliliği anlamış oluruz. Tarih bilinci, bizi biz yapan bilinçtir. Kendi tarihimiz konusunda yaşadığımız körlük ve cehalet sürdüğü sürece ölmeye mahkumuz. Tarih bilinci kendimizi kendimize getirir. Şimdimizi aydınlatır. Tarihi bilinçten yoksun olanlar, evrenin ve kadının sırrını çözemezler.
Kadınlık ve erkeklik inÅŸa edilmiÅŸ olgulardır. Kölelik ve egemenliÄŸin kodları tarihsel akış içinde katlana katlana yol almış, günümüzde artık yaÅŸanılmaz, bakılmaz hale gelmiÅŸtir. Kadın üzerinde uygulanan ÅŸiddetin kökenlerini -her ne kadar tarihin kuytuluklarında olsa da- görünür kılmak, yine bize düşüyor. NesneleÅŸen, mülkleÅŸtirilen bir gerçeklik dövülmeye mahkumdur. YaÅŸamın öznesi, kurucusu olan bir varlığın bu hale düşmesi erkek egemenlikli sistemin kadına biçtiÄŸi rolle doÄŸrudan baÄŸlantılıdır. ErkeÄŸin eki, uzantısı olarak görülen bir varlığın elbette ‘karnından sıpa, sırtından sopa eksik’ olmaz. Bu iliÅŸkinin doÄŸası tersyüz edildiÄŸi için yaÅŸam düzelmiyor, özüne göre yaÅŸanılmıyor. Kadın, reisin doÄŸurucusu, ev ahalinin hizmetçisi, patronun sekreteri, kapitalizmin vitrini, reklamı olma rolünden sıyrılmazsa, kadın olamaz. Dikkat edelim! Hep erkekler kadına rol biçiyor. Kadının adı yok. Merkez erkek, kadın bu merkezin bir diÅŸlisi veya merkezi döndüren temel sermaye malzemesi… Sanki sadece kadının bedeni var… Aklı, duygusu, yetileri olmayan bir varlık gibi. Arzulanan, hor görülen, bilmeyen bir obje… Evet kapitalist sistemde biz kadınlar ojbe olmanın dışına çıkamayız. İşte asıl korkunçluk, vahÅŸet burada… Kadının bir nesneye indirgenmesinde… Peki hangimiz bu durum karşısında akıl tutulması yaÅŸamıyor, hangimiz titremiyor, hangimiz ölmüyor, katledilmiyoruz…
Bu devran böyle dönmez
Oysa ki biz kadınlar Tanrıça kültüründen geliyoruz. Birçok ilk’e imza atmışız. DoÄŸa ile kavgayı deÄŸil, yaÅŸamı esas almışız. DoÄŸanın bize bahÅŸettikleriyle barışık, kolektif bir yaÅŸamı örmüşüz. DoÄŸaya hükmeden deÄŸil, doÄŸanın gizemlerine kendi sırlarımızı katmışız. TaÅŸlarda aramışız umudumuzu, toprağın kokusuna sevgimizi katmışız, özlemlerimizle doÄŸanın fısıltılarına kulak vermiÅŸiz. EmeÄŸimizi doÄŸanın toprağında, otlarında aramışız. Bunu yaparken kimseye zarar vermemiÅŸiz, kimse ile kavgalara girmemiÅŸiz.
Ne zamanki egemen erkek aklı bizim zekamıza, duygularımıza hükmetti, başaşağı gitmeye başladık. Sadece biz kadınlar değil, tüm toplum bu egemen aklın esiri oldu. Kadınla başlatılan başaşağıya gidiş öyle bir hal aldı ki ne savaşlardan, ne şiddetten, ne açlıktan kurtulabildik. Hele kadının geldiği aşama, içerisinde bulunduğumuz sistemin pervasızlığını gözler önüne seriyor. Kadına süs eşyası gibi bakan, kadın bedeni üzerinde paraya para demeyen devletler, mafyalar, güvenlik güçleri vb… Fakat bu devran böyle dönmüyor. Dönmediği için de her gün hayatlar katlediliyor, yaşama tecavüz ediliyor, kesiliyor, yakılıyor, denize atılıyor. Yaşamı katledenler hiç utanmadan serbestçe dolaşıyorlar. Bu erkek gerçeğiyle yaşanılır mı? Sevgiyi değil, sadece sevişmeyi düşünen bir varlıkla yaşanılır mı? Dolayısıyla biz kadınlar hayatımızı yeniden inşa etmeliyiz. Egemen erkek aklını değiştirip dönüştürmeliyiz. Yoksa kimse bize yaşamı kuramaz. Eğer bizsek -ki öyledir- yaşamın öznesi, o zaman kolları sıvayalım. Verili olan; bizim ölümümüz ya da sunumumuz üzerine kuruludur. Her şeyden önce bu halden öfke duymalıyız. Öfkemizi meydanlara akıtmalı, sel olup taşmalı, elele tutuşmaya, birbirimizle olmaya, birbirimizi sevmeye, birbirimize kenetlenmeye, örgütlenmeye dönmeli. Yoksa erkek gerçeği bizi silindir gibi ezer geçer. Kadın ve erkek ilişkileri eşitlik ve özgürlük ölçüleri ekseninde yeniden inşa edilmezse, yaşam yine cehennem seyrinde akmaya devam eder.
Bedenimizi güzelleştiren bir ruhumuz var
Kadın, tarihin hiçbir döneminde bu denli metalaştırılmamıştır. Bedeni bu kadar sunulan bir varlık, metaların kraliçesi olmak dışında bir şey olamaz. Reklamlarda, dizilerde gözünü açıp baktığın her yerde, sunulan bir et parçasıyla karşılaşıyoruz. Kadın sadece, dudak, bacak, göğüs, boy, pos, endam mıdır? Kadın bedeninin her bir parçasının böylesine pervasızca pazarlanması, toplumsal dokuda korkunç tahribatlara, çatlaklara yol açıyor. Toplumun ahlakı vicdanı olan kadın, toplumu ahlaksızlaştıran, yozlaştıran bir varlığa dönüşüyor. Yaşam cinsellik üzerine kurulur mu? Hayır. Cinsellik sadece soy sürdürümüdür. Cinsel enerjinin terbiye edilerek, bilinç ve iradeye dönüştürülüp, toplumun kuruluşunda harcanmasıyla insan insanlaşır. Aslında Tanrıçalaşma denen olgu budur. İnsanın dünyevi bütün ihtiyaçlardan kendini arındırıp, nefs terbiyesini gerçekleştirmesidir. Güdüler köleleştiricidir. Güdülerin esaretinden kurtulan insan, en bilge, en yüce insandır. Fakat günümüzde sistem toplumu sadece güdülere mahkum ederek sürüleştirmektedir. Cinsellikle toplumun ahlaki dokusunu yırtmakta, açlıkla obezleştirerek bir tüketim manyağı haline getirmektedir. Güdüleri şahlandıran nesne de kadındır. Kadın o yüzden bu sistem için vazgeçilmezdir. Yoksa dönemez ki, bu sistem…
Kadın sadece erkeÄŸin cinselliÄŸini tatmin eden, cinsel iÅŸtahını kabartan bir nesneye dönüştürülmüştür. CinselliÄŸin, kadın kullanılarak bu kadar hortlatılması ve yaÅŸamın sadece bu güdüye indirgenmesi, yaÅŸamı yaÅŸanılmaz kılıyor, bitiriyor. Bu korkunçluÄŸu düşününce insanın aklı duruyor. ErkeÄŸin kadını yaÅŸanılacak deÄŸil de sadece ve sadece yatılacak bir varlık olarak görmesi, yaÅŸamın bittiÄŸi an’a tekabül ediyor. Evet! Bedenimizi güzelleÅŸtiren bir ruhumuz var. Erkek egemenliÄŸi ruhumuzu zekamızı çekmiÅŸ, bizi posaya dönüştürmüş. Oysa biz anlamız, biz özüz, biz yaÅŸamın ta kendisiyiz. O ruh ki, tanrıçaların bilgeliÄŸini, sezgiselliÄŸini taşıyor. O ruh ve bilgelik köleleÅŸtirilmeden önce özgürce, doÄŸal kanunlarla yaÅŸamı çekip çeviriyordu. O zaman kadın kendisiydi, üretkendi, gölge deÄŸildi, esastı. Evet bu bir ütopya deÄŸil. Tarihin başı böyleydi. BaÅŸ erkek egemenliÄŸi tarafından saptırıldığı için ÅŸimdi sapkın olanı yaşıyoruz. Fakat bu sapkınlığa karşı doÄŸru, güzel ve iyi olanı yaÅŸayanlar da var.
Onlar da başta ürkektiler, güvensizdiler
Kürt kadınları tarihlerine yaraşır bir ÅŸekilde erkek egemenliÄŸine meydan okuyorlar. O toprak ki, insanlığın doÄŸuÅŸuna beÅŸiklik etti. O toprağın kadınları nasıl ki baÅŸlangıçtaki gibi emekleriyle kutsala ermiÅŸlerse, ÅŸimdi de erkek lanetine karşı amansızsa mücadele ediyorlar. Onlar da baÅŸta ürkektiler, güvensizdiler, iradesizdiler, kendileri olmaktan uzaktılar. Onlardan öncekiler özgürlük için savaÅŸmalarına raÄŸmen yine de erkeÄŸin yedeÄŸi olmayı aÅŸamadılar. Öz irade ve kimliklerine göre kendilerine ait bir sistemi oluÅŸturamadılar. En önde savaÅŸtılar, bedel ödediler, iÅŸkencelerden geçtiler, fakat direniÅŸleri hep erkeÄŸin hanesine yazıldı. Yine o cinsiyetçi kültürün deÄŸirmenine su taşıdılar. Çünkü farklılıklarını, belirgin kılan düşünce yapılarını, kiÅŸilik profillerini, mücadele argümanlarını ve özgün örgütlemelerini saÄŸlayamadılar. Kadın emeÄŸi zaten hep örtük, hep görünmeyen, hep erkeÄŸin üzerinde yaÄŸ baÄŸladığı bir gerçeklik. Cinsiyetçi egemen erkek kültü o kadar derin ve dominanttır ki, en demokrat görüneninde bile en ala bir ÅŸekilde yaÅŸanır. Sen çok bilsen de, o yine senin üzerinde bilgiçlik taslar, sen her ÅŸeyini kendin yapsan da o ucundan tutar, kendine mal eder. Sen savaÅŸsan, mücadele etsen, korkusuz davransan da o yine seni korur gibi yapmaya çalışır, bir ÅŸekilde kendi kendine yetemeyeceÄŸini sana hissettirir. En ‘kendimi aÅŸmışım’ diyen böyledir. ErkeÄŸin en zavallısı kadın karşısında aslan kesilir, horozlanır. Bu erkeÄŸin fıtratında vardır. Bu tahakkümcü fıtrat adeta gensel bir davranışlar yığınına dönüşmüştür. Kadın bu zeytinyağı karakteri karşında o sularda kulaç atmadıkça, anı anına mücadele etmedikçe hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmeyecektir.
Biz dağlı kadınlar bu düzeye ulaşmak için aklı hayali durduracak ne badireler atlattık, ne sınavlardan geçtik. Eğer bugün Kürt kadınları dünya kadın mücadelesi için emsalse, bu verilen mücadele ve emek sayesindedir. Hiç kimse bu parmakla gösterilen, takdire şayan mücadeleye öyle kolay ulaşıldığını sanmasın. Korkularımızın üzerine giderek, irademizi bilemeseydik, birbirimizle ortaklaşmasaydık, hissetmeseydik, ataerkil kültürün imgeleriyle dolu kafamızdaki barikatları kırmasaydık, özdüşünce ve özörgütlülüğümüze ulaşmasaydık, şimdi dünya hayranlıkla bizi izler miydi? Direnişin taşları ördü dünyalaşan mücadelemizi… Açılan kapılar şaha kalkan yüce ruhumuz ARİN’lerimiz sayesindedir.
Dağları da aştık, suları da geçtik, silah da kullandık
Bizler sadece düşman karşısında savaÅŸmadık, hem bizi geriye çeken, bizi yiyen içimizdeki kölelikle, hem de erkeÄŸin iktidarcı, buyurgan, egemen kültürüyle savaÅŸtık. Kendimiz bile yapacaklarımıza inanamıyor, erkeÄŸin ördüğü duvarlardan korkuyorduk. DoÄŸayla, kendimizle, erkek egemenliÄŸiyle savaÅŸtık. SavaÅŸtıkça iradeleÅŸtik, güzelleÅŸtik, sevildik. Kadın olmak; güçsüz, zayıf olmak daÄŸlarda yapamıyor olmaktı. Bedenimiz zayıf kalmamızın gerekçesiydi. ‘DaÄŸları aÅŸamazsın, suları geçemezsin, yük taşıyamazsın, silah kullanamazsın, kazma kürek kullanıp kendine yer yapamazsın, tek başına yaÅŸayamazsın’ diyordu erkek ilahlar… DaÄŸları da aÅŸtık, suları da geçtik, silah da kullandık, özcesi yaÅŸamımızın sürekliliÄŸi için ne varsa her ÅŸeyi kendimiz yaptık. Yaptıkça kendimize güvenimiz geliÅŸti, aynaya bakar olduk. Hem gerilla olduk, hem gerilla komutanı, hem eÄŸitmen olduk, hem öğrenci, hem türkü söyledik, hem türkü yazdık, hem ektik, hem biçtik. HerÅŸeyimizi kendi alınterimizle yaptıkça, kendimizi deÄŸiÅŸtirdiÄŸimiz kadar erkeÄŸi de deÄŸiÅŸtirdik. ‘Yapabilecekler mi!‘den ‘gelin birlikte yapalım’a geçtik. Acabaların yerine keÅŸke öyle yaklaÅŸmasaydıklar aldı.
Beritanlaşarak komutanlaştık, Berivanlarla serhıldanlaştık, Zilanlaşarak partileştik, Arinlerle dünyalaştık.
Bu kaynağı bize GÜNEŞİMİZ bahşetti
YPJ iÅŸte bu büyük miras üzerinden tanınır hale geldi, büyüdü. Kadın ordulaÅŸmasının, partileÅŸmesinin, toplumsal örgütlenmesinin birikimi YPJ’yi oluÅŸturdu. Kadının özgün örgütlülüğü olmasaydı, kadının yürüttüğü mücadele bu kadar görünür olmazdı. Bütün dünyaya dehÅŸet saçan, DAİŞ canavarına karşı savaÅŸan, korkuyu korkutan YPJ’li kadınların gerçeÄŸi bir hayal deÄŸil, herkesin tanıklık ettiÄŸi bir gerçeklik… Zaten DAİŞ canavarları en çok uzun örüklülerden korkarlarmış. Kadın tarafından öldürülmek cehenneme gitmenin de gerekçesi oluyor ya… YPJ’li kadınların varlığı cennetin gerçekleÅŸeceÄŸinin kanıtı. Evet! Demek ki kadınlar birlik olsa, kendine güvense en vahÅŸi olan bile yerle bir edilir. Erkek faÅŸizmi yere çalınır. Bu özgürlükçü kadınca duruÅŸ, mücadele, örgütlülük ve ideolojik donanımla gerçekleÅŸmiÅŸtir. Tanrıçalarımız, Åžehitlerimiz, özgürlükçü felsefe ve yaÅŸam kültürümüz en büyük kaynağımız. Bu kaynağı bize GÜNEŞİMİZ bahÅŸetti. Önce içindeki erkekliÄŸi öldürdü. Geleneksel erkek ve kadına karşı muazzam bir mücadele yürüttü. Köle-egemen ikilemine karşı amansız bir savaÅŸ baÅŸlattı. Köle kadına özgürlük bilinci verdi. ErkeÄŸin o kaba, boÅŸ, egemen hallerini çözümledi, anlamsızlaÅŸtırdı. Maskeler düştükçe, kirlerden arındıkça, özgürlüğün kokusu yayıldı. İşte bu muazzam ideolojik ve örgütsel alt yapı sayesinde, ÅŸimdi kadın DAİŞ faÅŸizmi karşısında dimdik durarak, cesaretlice savaşıyor. Sorun sadece bu vahÅŸet karşısında savaÅŸmak deÄŸildir. O vahÅŸetle savaşırken sergilediÄŸin irade, oluÅŸan ruh, edindiÄŸin bilinç kadın için büyük kazanımlara dönüşüyor.
Kadın kadın olduğu için acıları ortaktır
Kadın özgürlük mücadelesinin kazanımları, bütün kadınlarındır. Ya gelin dağlara özgürlüğümüzü birlikte kuralım ya da bu kazanımların sizlerin de olduğunu bilerek sırtınızı dayayıp ilerleyelim. Kadının ırkı, rengi, etnik kökeni yoktur. Kadın kadın olduğu için acıları ortaktır, gözyaşları birdir. Kürt kadınlarının mirası kadınların ortak mirasıdır. Bütün kadınlar kızkardeş olduklarına göre neden bu emsalsiz deneyimden tüm kadınlar faydalanmasın. Neden erkek zulmüne karşı birleşmeyelim, örgütleşmeyelim. Enerjimizi birleştiremezsek, ne kadın şiddetini, ne kadın ticaretini, ne kadının ucuz işgücü olarak kullanımını, ne çocuk gelinleri, ne namus cinayetlerini, ne eğitimsiz kadınları, ne de yaşamın dışına çıkarılan kadın sorunlarını çözemeyiz. Kadın varolan sistem içinde sadece bir eklentidir. Ekonomide, siyasette, sanatta, bilimde, felsefede, kadın sadece nesnedir. Erkek egemen sistemi güçlendirmek içindir. Yaşamın kendisi değildir. Erkek egemen sistemin sürdürücüsüdür. Yani erkek içindir. Kendisinin değildir. Bu ölümcül denklemi alaşağı edecek olan bizim ortak birliğimiz ve mücadelemizdir.
Hazineler kaybedilen yerde aranır. Tanrıçalar Ortadoğu’da köleleştirildi. Şimdi tanrıçaların izinde yürüyenler, mücadele edenler var. Dünya hayranlıkla onları izliyor. Özgürleşmek isteyen kadınlar! Bu yürüyüşü birlikte sele dönüştürelim. Erkeğin bütün kirleri dökülsün, maskeleri düşsün. Kadın yüzlü demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü bir sistem ve toplum yeşersin. Bizi parçalayan erkeğin zihniyetlerimize bulaştırdığı zehirdir. Bu zehri onlar bize içirdiler. Kusarsak temizlenir, özümüze kavuşuruz. Hiç kimse bizi kurtaramaz. Bizi kendi gücümüz kurtarır. Bu 8 Mart‘ı Özgecanların, Ezidi kadınlarımızın, Boko Haram’ın kaçırdığı kızların intikamını almaya adayalım. Mücadeleyle kazanılacak yaşamı kurmak bizim elimizde… Kendimize güvenelim. İnanın! kadının gücü herşeye kadirdir. DAİŞ’i bile dize getirmişsek daha neler yapmayız ki… Ne bayram ne yas sonuna kadar isyan!