Organik tarım ile doğal yaşama dönüş

- Newaya Jin
723 views

Toplumlar tarihini ele aldığımızda, ilk insan toplumunun toprağı işleyerek yani tarım yaparak yaşamını inşa ettiğini görebiliriz. Toprakla bağı güçlü olan ve tarımcılık yaparak örgütlenen insanlar, toprağı ortak işleyerek ve burdan elde ettikleri ürünü ortak paylaşarak komünal yaşam tarzını geliştirmişlerdir. Burada en vazgeçilmez unsur topraktır ve toprak etrafında biraraya gelen insan topluluklarıdır. Toplumun toprak ile bağ oluşturmasını geliştiren varlık ise kadındır. Toprağı işleyerek ürün elde eden ve bu ürün etrafında toplumsallığı yaratanın kadın olduğunu söylersek gerçeğe temas etmiş oluruz. Toplayıcılık ve tarımla uğraşan kadın bu nedenle doğa ile anılır, doğa ile içiçedir ve onu en iyi kavrayandır.

Peki, ne oldu da toprak ile bağı bu kadar güçlü olan bir toplum topraktan hızla kaçar bir duruma geldi? Tarihte kendisini toprakla var etmiş olan insanlar bugün çok bilinçli bir politika doğrultusunda üretimden ve topraktan koparılmakta, köklerini kaybetmiş toplum gerçekliği yaratılmaya çalışılmaktadır. Toplumsallığın, emeğin ve dayanışmanın temeli olan toprak, sorunların ana kaynağı gibi gösterilmektedir. Günümüz dünyasında toprağımız her gün daha fazla tahribat yaşamakta ve erozyona uğramaktadır.      

Kapitalist sistemin dumura uğrattığı alanlardandır tarımcılıktır.  ‘Sanayi devrimi’ ile birlikte baş göstermeye başlayan ticari amaçlı üretim, en çok tarımsal alanda kendisini gösterdi. Tarımsal alanda yoğunlaşan artı ürün bir süre sonra egemenlerin çılgınlıklarına sahne oldu. Öyle ki 1970’lı yıllarda daha çok kazanmak ve sömürmek için tarımsal ilaçlar ve kimyasal gübreler devreye konularak ‘yeşil devrim’ insanlığa sunuldu. Böylelikle insanlığın doğal yaşam alanları olan tarım alanları, adeta insanlığa karşı bir silaha dönüştü.

TARIM VE KADINLAR 2Organik ya da ekolojik tarım kavramları da yaşamımıza tarımsal ilaçlar, kimyasal gübreler ve Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) olarak girdi. Ne zaman ki doğal tarım alanlarına daha fazla kar hırsı için tarımsal, kimyasal ilaçlarla yine GDO ile müdahale edildi, organik tarım da önem kazanmaya başladı.

Köy yaşamının vazgeçilmezi olan tarım, artık egemenlerin ellerindeydi. Köylülerin en çok da kadınların binbir emekle ektiği, biçtiği tarlalar ne yazık ki tahakküm altına alınarak rant alanlarına dönüştü. Köyler boşaltılarak yaşam şehirlere hapsedildi. Böylelikle kapitalistler kendilerine hem üretim alanlarını oluşturdular, hem de tüketici yarattılar. Onlar kazandıkça kadınlar ve köylüler kaybetti, doğal olan tarım kimyasala dönüştü, emek sarfedenler kimliksizleştirildi ve en önemlisi de toplumsal bellekler silindi.

Teknolojik alandaki gelişmelerle birlikte tarım alanları da dev bir pazara dönüşmeye başladı. Özellikle 20. yy ile birlikte tarımda önemli değişiklikler yaşandı. Yapay gübrelerin üretimi ile doğal tarım alanları yok olurken, işgücünü düşüren makineleşme, tarımda çalışan işçi sayısını da düşürdü. Böylelikle işsizler ordusu da baş gösterdi.

Günümüzde en çok yetişirilen tarım ürünleri arasında pirinç, mısır ve buğday yer alıyor. Devletlerin çoğu ‘kaliteli gıda’ için tarıma yatırım yapıyorlar. Tarım alanında en büyük pay dağılımı buğday, mısır, pirinç, soya ve süte yapılıyor. Devletler kendi bütçelerini büyütürken, insanlar da genetiği ile oynanmış ürünleri tüketmek zorunda kalıyor. Mısır, domates, patates, pirinç, soya, buğday, kabak, bal kabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, muz, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun, karpuz vs bunlar arasında yer alıyor.

Bunun yanı sıra tarımsal alanda yapılan yatırımların birçoğunu ‘gelişmiş’ ülkeler yapıyor. Ancak bu yatırımların büyük çoğunluğu etkisiz ve çevre düşmanı olarak bize geri dönüyor. Özellikle tarımdaki makineleşme ve yapay gübre kullanımı, çevreye büyük zararlar vermekte ve su kirliliği başta olmak üzere önemli sorunlara yol açıyor.

Dünyadaki gübre tüketiminin yarım asırda 18-20 milyon tondan 220 milyon ton düzeyine çıkmış olması ekolojinin ne büyük bir tehlike altında olduğunu ortaya koymaktadır.

Dünya tarım alanları, 1981 yılından bu yana su yetersizliği, tarım alanların yanlış ve aşırı sulama yine çevrenin bozulması sonucunda % 7 azalmış bulunmaktadır.

Dünyada sulanan tarım alanlarının 1/5’i (40 milyon)  su taşkınları ve tuzlanma, fakirleşme tehdidi altındadır.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her yıl 3 milyon zirai işçi pestisit zehirlenmesi yaşarken, bunların yaklaşık 18000 kadarı hayatını kaybetmektedir.

Yapılan araştırmalara göre tarımda kullanılan kimyasal gübre % 0,015-% 6’sı hedef canlıya ulaşırken geriye kalan %94-99,9’luk kısmı ekosisteme karışmaktadır.

Dünyada işlenen tarım arazisi 1.5 milyar civarındadır ve bu alanlarda kullanılan gübre miktarı 1950’li yıllarda 18-20 milyon ton iken, bu miktar 70’li yıllarda 80, 85’te 135, 2000’li yıllarda ise 220 milyon ton düzeyine çıkmıştır. Kullanılan bu gübrelerin üretimi için harcanan enerji kaynaklarının çevrede oluşturduğu kirlilik ise daha korkunç. Dünyada gaz halinde yeryüzünden uzaklaşan amonyumun % 65’i tarımsal sistemlerden kaynaklanıyor.

Tarım alanlarından üretilen ‘süper dayanıklı böcek’ ve yabani bitki türleri ile birlikte ekosistem ve tarım alanları can çekişmeye başladı. Zehir salgılayan yapay gübre ve GDO ile birlikte kelebekler gibi zararsız canlıların ölümü hızlanırken, toprağa ise zehir saçılıyor.

Ekinli alanlar üzerinde yapılan yapay üretimler tam bir ekosistem katliamına dönüşmüş durumda. Friends of the Earth’in (FoE) hazırladığı 2014 raporuna göre; 2013 yılında 18 milyon çiftçi tarafından 27 ülkede yapay gübre kullanımı ve GDO ekimi yapılmış. Yapay gübre ve GDO üretiminin %92’si ise 6 ülke (ABD, Brezilya, Arjantin, Hindistan, Kanada ve Çin) tarafından gerçekleştirilmiş. 6 çok uluslu biyoteknoloji şirketi günümüzde global tohum pazarının üçte ikisini, zirai kimyasal madde satışının dörtte üçünü ve Genetiği Değiştirilmiş (GD) tohum pazarının tamamını elinde bulunduruyor.

TARIM VE KADINLAR 7Yapay tarımdan organik tarıma geçiş

Günümüzde baş gösteren çevre sorunları eko sistemin SOS vermesine kadar ulaştı. Küresel ısınma başta olmak üzere anormal doğa olaylarının gündeme gelmesiyle birlikte, tarımda makineleşme ve yapay gübre kullanımı da tartışmaya başlandı.

Tarımdaki çevre zararlarına akternatif olarak geliştirilen organik tarım da yukarıda belirttiğimiz tehlikeler karşısında daha da önem kazanmaya başladı. 1970’lere kadar köylülerin geçim kaynağı olan organik tarım, tehlike sinyallerini belki artı ürünle gösterdi ama egemenlerin hırsı günümüzde onu yok etmeyi de başardı. Tırpan, orak, karasaban, kızak vb gibi aletlerin kullanıldığı tarım alanlarından günümüzde tarımsal teknikler, tarımsal ilaçlar, kimysal gübreler ve GDO’lar devre girdi. Teknik ilerledikçe insanlık küçülmekle kalmadı, kaybetmeye başladı.

Belki organik tarım önem kazanmaya başladı ama giderek bir sektörel alana da dönüşüyor. Öyle olmasaydı bugün organik tarım sadece üst sınıf kişilerce elde edilemezdi. Kapitalist sistemin en büyük ‘becerisi’, var olanı yok ederek kendisine yeni alanlar yaratmasıdır. İlginç olan ise yarattığıyla daha sonra kendisi mücadele ediyormuş gibi görünmesidir. Yok ettiğine geri dönüşü ise insan sağlığı üzerinden yapıyor. Böylelikle kendisine yeni pazar alanları yaratıyor. Tıpkı günümüz organik tarım alanları gibi… Oysa ki bu alanlar zaten vardı. Hem de doğal tarım insanlığın (neolotik devrimin) ilk buluşlarından biridir. Bu nedenle toplumlar kendi yatırımlarıyla yol almalıdır. Organik tarım alanında kapitalizm ile mücadele etmek için en başta yaratılan algıları kırmak gerekiyor.

Organik tarımın birçok tanımı mevcuttur. Bunun nedeni ise bu alana yaklaşım ile bağlantılıdır. Ornagik tarım; tarımda toprak ve su gibi doğal çevrenin tarım eliyle kirletilmesini engellemeyi, temiz malzeme ve teknikler kullanılarak üretilen tarım ürünleri ile insan, hayvan ve çevrenin sağlığı üzerinde olumlu katkı sağlamayı amaçlar. Yine ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmak, sağlıklı gıdalar üretmek, çevre kirliliğinin azaltılması, tarımsal kirliliğin önlenmesi, insanlar üzerinde kimyasalların olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılabilmesi için uygulanan alternatif bir üretim şeklidir.

tarlada-calisan-kadinNeden organik tarım

Organik tarım için daha doğru ekolojik tarım alanlarını çoğaltmak ve doğa ile uyum içerisinde olmak gerekiyor. İhtiyaç kadarını üretmek işte bu uyumun en önemli kurallarından biridir. Yine mevsimlere ve her ülkenin toprak örtüsüne göre tarımsal faaliyetler yapmak organik tarımın olmazsa olmazlarındadır. Binlerce yıl doğal ortam koşullarında, doğayla uyumlu bir biçimde yapılan tarımsal faaliyetler bunun en önemli göstergesidir. Dolayısıyla ekolojik devrim biraz da öze dönüş anlamına geliyor. 

Toprağa zarar vermeden ve daha az toprak işleterek, toprak verimliliğinin korunmasına ve arttırılmasına yönelik çalışmalara ağırlık vererek ekolojik tarımı geliştirebiliriz. Amaç çok kazanmak olmayınca kimyasal gübreler yerini organik gübrelere bırakır. Bu da dayanıklı, sağlıklı tohum ve bitki çeşitliliği demektir. Yine ekerek ve dikerek tarımsal alanlarımızı çoğaltabiliriz. Sularımıza özen göstererek, toprağı, suyu, ağacı kutsayarak ekolojik dengeyi koruyabiliriz. Daha az teknik kullanarak hasatı toplamak, depolamak ekolojik tarımın bir başka önemli maddesidir.

Tüm bu ilkeler dikkate alınarak organik tarım değerlendirildiğinde toplumsal ahlak ve değerler de kendisini yeniden inşa edecektir. Ekolojiyi sosyal, siyasal, ekonomik değerlenden bağımsız ele almak toplumsal kaosa yol açmak demektir. Ki günümüz bunun en iyi örneğidir. Kapitalist sistem ne yazık ki yeryüzündeki tüm canlı varlıkları kendi doğasından koparmıştır. Bu nedenle doğaya dönüş, kadına dönüştür. Ezilene, yok sayılana, unuturulmaya çalışana, silenene dönüştür. Demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü paradigmadır. Aksisi geçilemez bir dünyadır, ki karşımızda duruyor. Ya var olanla yürüyeceğiz ya da isyan, mücadele ve direnişle köklerimizle bulacağız.

Kaynak: eto.org.tr, wikipedi, birlesimtarim.com, ziraatdergi.gop.edu.tr, dunyagida.com.tr, ekolojidergisi.com.tr, genbilim.com