İsviçre Kürt Kadınlar Birliği (YJK-S), 28 Nisan’da 8. kongresini gerçekleştirdi. 6 meclis, 5 komün ve 6 inisiyatifin çatı örgütlenmesi olan YJK-S’nin kongresinde önemli kararlar alındı. Kongrede 3 yıldır İsviçre Demokratik Kürt Konseyi (CDK-S) Eşbaşkanı olan Selma Sürer, YJK-S’nin yeni dönem sözcüsü olarak seçildi.
Uzun yıllardır mücadele içinde aktif olan YJK-S’nin yeni dönem sözcüsü Selma Sürer ile İsviçre’de Kürt kadınlarının sorunları, örgütlülük düzeyi, mücadele öncelikleri ve farklı kadın örgütleri ile ilişkileri hakkında konuştuk. Erkek aklının ürettiği militarist, cinsiyetçi, işgal ve kırım politikalarına karşı en dinamik mücadelenin kadın hareketleri tarafından verildiğini hatırlatan Selma Sürer, evrensel çapta ortak demokratik bir kadın örgütlenmesi ihtiyacına işaret etti.
Geçen üç yıl içerisinde CDK-S’de eşbaşkanlık yaptınız, şimdi de YJK-S’nin dönem sözcüsü seçildiniz. Eşbaşkanlık sizde nasıl bir deneyim oluşturdu, ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Evet İsviçre’de üç dönem CDK-S’nin eşbaşkanlığını yaptım. Bu süreç içerisinde en çok kadın iradesini kabul etmeyen feodal erkek yaklaşımları beni zorladı. İsviçre’de örgütlü yapılarımızdaki erkek arkadaşlar değişim ve dönüşüme, eleştiri ve özeleştiriye hala kapalı. Bu egemen zihniyetin şekillendirdiği karakteristik bir özellik. Örneğin; yaşanan ani gelişmelere en hızlı refleksi ve tutumu kadın yapımız göstermesine rağmen beraber çalışma yürüttüğümüz erkek yoldaşlarımız bunu rahatlıkla kendilerine mal edebilmekte. Bu, aynı zamanda kadın emeğinin inkar edilmesidir. Bu yaklaşımlar kurnaz ve inkarcı erkek gerçekliğine işaret ediyor. İşin olumlu yanı ise, egemen erkeğin kadın emeği ve iradesini inkar eden bu yaklaşımları, bizde kendi örgütlülüğümüzü daha çok sahiplenme bilincini oluşturdu. İrade ve güç olmanın yolunun bu hakikatten geçtiğini bizlere öğretti. Ataerkil sistemin bizden almak istediği haklarımızı geri kazanmak ve daha fazlasını elde etmek için örgütlenmek ve gücümüzü açığa çıkarmak zorundayız. 3 yıllık eşbaşkanlık süreci bana böylesi bir bilinç ve deneyim kazandırdı.
İsviçre’de yılların deneyimine dayanan Kürt kadın örgütlülüğü var. Bu örgütlülük kadın ve toplumun ihtiyaçlarına hangi ölçüde yanıt olabiliyor?
İsviçre Kürt kadın hareketi olarak uzun yıllara dayanan bir örgütlenmemiz var. Güçlü bir kadın örgütlenmesinin oluşturulması ve kadın sorunlarına çözüm gücü olabilmek için çaba ve girişimlerimiz sürüyor. 6 meclis, 5 komün ve 6 inisiyatif olarak çalışmamızı yürütüyoruz. Elbette çalışmalarımızın odağında Kürdistan’da süren soykırım savaşı ve İmralı tecridine karşı mücadele yer alıyor. Rêber Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit ile Kürt halkının iradesi teslim alınmak isteniyor. Emperyalist güçler kendi çıkarları nedeniyle tecrit işkencesine karşı sessiz kalıyor. Buna karşı bizler, Kürt kadınları, Kürt toplumu olarak ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm’ hamlesi etrafında mücadelemizi kararlılıkla sürdürüp büyüteceğiz. Erkek egemen zihniyete, kadın varlığını yadsıyan feodal yaklaşımlara ve kadına yönelik şiddete karşı mücadele de temel önceliklerimiz arasında. Genel olarak bütün dünyada yükselen cinsiyetçi ve kadına karşı ayrımcı politikalar toplumun tümünde yansımalarını buluyor. Özellikle kadına yönelik şiddet konusunda ‘sıfır tolerans’ düsturuyla mücadele ediyoruz. Bu konuda daha fazla çabacı olup daha çok kadına ulaşmak temel hedeflerimiz arasında.
Yeri gelmişken hemen soralım; İsviçre’de geniş bir Kürt nüfusu var. Bu nüfusa, özellikle kadınlara yeterince ulaşabiliyor musunuz?
‘Örgütsüz tek bir kadın kalmasın’ iddiasıyla her kadına ulaşmaya, bilinçlendirmeye ve örgütlülüğümüzü büyütmeye çaba gösteriyoruz. Bunun için aile ziyaretleri yapıyor, çeşitli aktiviteler düzenliyoruz. İsviçre’ye yeni gelen kadın arkadaşlarımıza ulaşmaya, onların yanında olmaya çalışıyoruz. Ayrıca gerek meclisler bünyesinde gerekse online dijital mecralarda eğitim çalışmalarını sürdürüyoruz. Çeşitli sosyal etkinlikler yaparak kadın arkadaşlarımızla biraraya gelerek hem güzel zaman geçiriyoruz hem de neden örgütlenmemiz gerektiğini tartışıyoruz. Bu konuda elbette eksikliklerimiz var, potansiyelimiz mevcudun çok daha ötesinde. Bunun için daha özverili bir çalışma yürütmemiz gerektiğinin farkındayız.
Mülteci akışının en çok olduğu ülkelerden biri İsviçre. Birçok sivil toplum kuruluşu ve insan hakları örgütü mültecilerin tutulduğu kötü kamp koşullarından dolayı devleti eleştiriyor. Bakûrê Kurdistan ve Türkiye’den gelen mülteciler ne tür zorluklar yaşıyor?
İltica kamplarını ziyaret ediyoruz. Bu kamplarda kalan kadınlar maddi ve manevi olarak birçok sorun yaşıyor. Kadınlar burada bir yabancı olarak yaşamlarını sürdürmeye başlıyorlar. Geldikleri ülkedeki yaşanmışlıkları, deneyimleri adeta sıfırlanıyor gibi oluyor. Yeni bir dil, yeni bir yaşam tarzı, yeni alışkanlıklar, yeni komşular, yeni ilişkiler, yeni yasalarla tanışıyorlar. İsviçre meslek tecrübesini tanımıyor. Kadınlar temizlik, mutfak, bakım gibi geleneksel işlerde çalışmak zorunda bırakılıyor. Gençler ise yeni baştan bir eğitim almak zorunda kalıyorlar. Kendilerini yalnız ve yalıtılmış hissedebiliyorlar. Ayrıca çocuklarla ilgili sorunların çözümü kadınların doğal görevi gibi algılanıyor. Bütün bu faktörler kadınları erkeklere nazaran daha fazla zorluyor. Mülteci statüsüne düşmüş kadınların psikolojisi tam olarak anlaşılmıyor. Bu konuda empati ve dayanışma yetersiz. Kadınlar olarak ancak birbirimize yakın durarak yaralarımızı sarabiliriz, birbirimize yardımcı olabiliriz. Ortak ruh ve ortak mücadele bizi hem güçlü kılar hem de büyütür. Örgütlülüğümüz deyim yerindeyse kadınlar olarak sığınabileceğimiz tek liman.
İsviçreli kadın örgütleri ile ilişkiniz hangi düzeyde? Ortak mücadele gerekçeleriniz neler?
Avrupa, her ne kadar kendisini demokratik değerlerin sembolü veya bileşkesi olarak lanse etse de; özünde öyle olmadığını iyi biliyoruz. Bu en çok da kadın haklarının ihlali konusunda böyle. Kadına yönelik şiddet Avrupa genelinde çok yaygın. Her üç kadından biri şiddetten etkileniyor. Avrupa’da her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor veya şiddete maruz kalıyor. İsviçre’de yapılan bir anket sonuçlarına göre, kadınlar erkeklerden daha fazla oranda şiddete maruz kalıyorlar. Erkeklerde şiddete maruz kalma oranı yüzde 24 iken, bu oran kadınlarda yüzde 42’ye çıkıyor. Ayrıca İsviçre’de kadınlar hâlâ erkeklerden yüzde 19 daha düşük maaş alıyorlar. Ev ve çocukların bakım işlerinin çoğunu ücretsiz olarak üstleniyorlar. Emeklilik maaşları, erkeklerinkinden ortalama yüzde 37 daha düşük. İşsizlik oranı da gittikçe artıyor ve bundan en çok kadınlar etkileniyor. İsviçre’deki kadın hareketleri, kurum ve kuruluşları buna karşı mücadele ediyor.
Kadınlara karşı ayrımcılığın son bulması ve her alanda eşitlik için her yıl 14 Haziran’da on binlerce aktivist kadın grevi eylemi için sokaklara çıkıyor. Kadın katliamları, kadına yönelik şiddet ve eşit işe eşit ücret talepli kadın grevi biz Kürt kadınları açısından da çok önemli. Bulunduğumuz her yerde bu eyleme İsviçreli kadınlarla birlikte kendi rengimiz, sloganlarımız ve kendi taleplerimizi de dile getirerek katılıyoruz.
Öte yandan Kürt kadın özgürlük mücadelesini benimseyen ve etrafında kenetlenen, ilham alan birçok kadın var. Bize gelen kadınlarla daha doyurucu ve örgütleyici bir bağ oluşturmamız şart. Yine kadınlar olarak kendi ekonomik alanlarımızı oluşturmamız, kooperatifler kurmamız, özgür yaşam alanlarını inşa etmemiz, ataerkil ve kapitalist sisteme verilebilecek en doğru cevap olacaktır. Tüm bu gündem ve ihtiyaçlar üzerinden ulaşabildiğimiz herkese ulaşmaya ve ortak noktalarda buluşmaya çalışıyoruz. Özgünlüklerimiz olsa da kadın özgürlük mücadelesinde ortaklaşabiliriz. Her bir kadının derdi bizim de derdimiz olmalı. Kadınlar birlikte güçlüdür ve dünyayı hep birlikte kurtarabiliriz.
Son olarak parmak bastığınız nokta çok önemli. Avrupa ve genel olarak dünya ölçeğinde kadına yönelik şiddete ve cinsiyet eşitsizliğine karşı kadınların ortak mücadelesini geliştirmek için neler yapılabilir?
Kapitalist modernite günümüzde yapısal bir kriz yaşıyor. Bu durum Filistin ve Kürdistan’da olduğu gibi Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesine üçüncü paylaşım savaşı şeklinde yansırken, dünyanın geri kalanında ise sağcı, totaliter, faşizan rejimlerin yükselişi olarak vuku buluyor. Tüm bu militarist ve faşizan politikalar en çok da kadınları tehdit ediyor. Her yerde kadınların onlarca yıldır mücadele ile kazandıkları haklar geri alınmaya çalışılıyor; cinsiyetçilik, militarizm, ırkçılık, sömürü ve şiddet her geçen gün daha da artıyor.
Buna karşın elbette kadınların itirazı da yükseliyor. Kadın mücadelesi tüm dünyada giderek yükseliyor. Örneğin yukarıda sözünü ettiğim kadın grevi İsviçre’de yılın en kitlesel ve nitelikli eylemi olarak kayıtlara geçti. Yine Türkiye ve Kürdistan’da en dinamik ve kitlesel hareket kadın hareketidir. Bu dünyanın birçok zemininde de böyledir. Kadın hareketlerinin önünde bu mücadeleleri ortaklaştırmak ve koordineli olarak yürütmek görevi bulunuyor. Bunu da ancak kadınlar olarak demokratik bir örgütlenme biçimi ve sistemi ile yani Demokratik Kadın Konfederalizmi ile gerçekleştirebiliriz.