Sessiz isyan

- Merge Polat
52 views
Halasının kızıyla kavga etmişti. Fiziksel olarak boyuna ve gücüne yetişemese de, içsel olarak haklı olmanın verdiği dirayetle direniyordu. Annesi halasının kızının yanında O’nu bir güzel haşlamış, hırpalamıştı. Öfkesi tarifsizdi. Kafasında sadece “haksızlık bu haksızlık” cümlesi dönüp duruyordu. Sineye çekmesi imkansızdı, hiçbir şey olmamış gibi davranması tahammülsüzlük.

İlk başkaldırı ve eylemim

Hem annesinde pişmanlık, üzülme emaresi dahi yoktu. İlk gün akşama kadar bir şey yemedi, hiçbir şey konuşmadı. Annesinin tavrında “yarına bir şeyi kalmaz” gamsızlığı vardı. Bir gün geçti, yine hiçbir şey yemedi, hiçbir şey konuşmadı. Evden çıkmadı. Annesinin ara ara söylediklerine kayıtsız kaldı, yemeğe çağırdığında da cevapsız bıraktı. Ertesi gün kızına dair planlar yaptı. En güzel, en sevdiği yemekleri pişirdi, yine bir şey değişmedi. Yemekleri açık yere koydu, gizlice yer belki diye, takibe başladı ama nafile! Kızı blöf yapıyordu ona göre. Dördüncü gün mesafesini bozmadan “ne zamana kadar yemek yemeyip konuşmayacaksın, ne olacak” diye sordu.
O zamanlar ne yaptığını ve ne anlama geldiğini bilmese de, ‘sivil itaatsizlik’ eylemindeydi. Talebi özür ifade eden bir sözdü. Beşinci gün kızının direnişine isyan etti: “Bu kadar inadı nereden getirdin, bak haberlerde veriyorlar. Behiç Aşçı bile grevi bitirmiş, seninki ne zaman bitecek???”

İradeyi küçük yaşlarda sınama

Öfkenin yerini giderek gurur alıyordu. Kendisini daha güçlü hissediyordu. İç sesi, ‘dönen dönsün ben dönmem yolumdan’ diyordu. Altıncı gün annesinin de üzüntüden bir şey yemediğini, gizli gizli ağladığını gördüğünde “bir daha haksızlık yapma” diye şart koşup suskunluğunu da grevini de bitirdi. Her grev zamanlarında 11-12 yaşlarımdaki bu anım gelir aklıma tebessüm ederim. En büyük gücün insan iradesi olduğunu, özerkliğini, özgürlüğünü tehdit edeni o yaşlarda tanıma ve keşfetmenin bu zamanlara kattığı ne çok şey var. Ve o ilk isyanlar ilk başkaldırıların insanın yaşam çizgisini nasıl belirlediğini…

Tecrit sosyal kırımdır

Yalanın, riyakarlığın, haksızlığın, hırsızlığın, acımasızlığın, kadın katliamlarının, sıralamakla bitmez nice kötülüğün hakim kılındığı; haklı olanın değil en çok bağıranın, en hızlı olanın kazandığı düşüncesinin pompalandığı bu dönemde, sessizliğe boğulmak istenenlerin çığlığı yükseliyor. Bir sosyal kırım olan tecrite karşı münzevi isyanlarda olanların çığlığı bu. Bakın ne diyor: “Modası geçmiş yüzyıllardan sırtımdaki hırkayla geldim. Tanıyan var mı beni bilmem ama günahlı çağımda gömülüyken toprak altında, üstüme basanlardan, ayaklarından tanıyorum herkesi, günahın hesabını sormaya geldim bu çağa. Kabul etmiyorum örtünmeyi, susmayı; üzerime giydirilmeye çalışılan o giysileri reddettim, çıplaktım, güneşi tuttum avaz avaz bağırdım. En nihayetinde bir isyan oldum. İtaat etmedim kimseye bu yüzden. Emretmeyi de bilmedim. Yerleşik yargılar edinmedim. Bir ulusum yok benim; bir devletim, annem, babam ya da sevgilim. Kimsenin değilim, kimseye sahip değilim. Bir tek yüreğimi dinledim, vicdanıma secde ettim. Kendimle savaştım, çoğu zaman galip geldim. Kimi zaman yenildim ama pes etmedim. Bir savaşa girdim, tektim. Tekliğime yenilmedim.”

Toprağın altındakini uyandırmak

Yeni bir savaşa adım atmalı, toprağın altındaki uyandırmalı, lanetten kurtulup kutsal topraklarda Prometheus’a kavuşmalı. Palmira ülkesinde gözlerinin içine bakıp “sen benim hiç doğmayan çocuklarıma umutsun” demeli. Ahmaklar sofrasında raks edenler, müziği duymayıp da dans edenleri deli sanır ya gam değil. Gürültüyü durduruyorum, müziği duyuyorum. Sessizliğe bakıp dansıma gülüyor herkes. Yalnız o gülmüyor ve gülenlere kızıyor. Yükseliyor o ses, haykırıyor: “Ne kandırırım, ne kandırılırım…” Ve söz yaşamı uğrunda ölecek kadar sevenlerin verdiği bir kavgaya türkü oluyor. İradenin sınandığı yerde dilime yalnızca şu cümle, tüm soranlara selam gibi yerleşiyor: Ben kavgayı sevecek kadar genç ve ölümden korkmayacak kadar yaşlıyım… 

*Bünyan Kadın Kapalı Cezaevi