“Dünyanın o bölgesine bir barut fıçısı yerleştirmiş oluyoruz, hatta daha da beteri tarihte benzeri görülmemiş bir dizi saatli bomba…”
Sykes-Picot Antlaşması’nda İngiliz ve Fransız iki diplomatın diyaloğuna atıf yapılan yukarıdaki satırlar, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşamları parçalanan dört ailenin öyküsünün anlatıldığı Gilbert Sinoue’nin ‘Yasemin Kokusu’ isimli romanın girişinde yer alıyor. Politikayı biraz olsun okuyabilen herkesin malumu olduğu üzere, Ortadoğu’da bugün yaşanan kaos ve krizin son yüz yılı aşkın süredir müsebbibi olduğu için 16 Aralık 1915’te Birinci Dünya Savaşı’nın birinci yılında imzalanan Sykes Picot anlaşmasına değinmeden geçmemek gerekiyor.
Sykes-Picot çöktü
Kitaptaki diplomatların dediği gibi böl-parçala-yönet politikasıyla Ortadoğu’ya yerleştirilen saatli bombalar birer birer patlatıldı ve coğrafya adeta kan ve gözyaşından beslenen bir cehenneme çevrildi. Artık geldiğimiz aşamada fıçıdaki barutlar tükendi ve Sykes-Picot çöktü, halklara giydirilen deli gömleği parçalandı. Aynı zamanda Kürdistan’ın parçalanmasını pekiştiren Lozan benzeri anlaşmaların da artık geçerliliği olmadığını yaşadığımız gelişmelerden biliyoruz. İşte bugün yaşadığımız günler yüzyıllık kanlı hançeri -tam da saplandığı yer olarak Kürdistan’da- Kürtlerin ve dahi bu coğrafya halklarının bağrından çıkarma mücadelesi olarak okunabilir.
Eskiden cetveldi, şimdi map haritaları!
Şimdi eski ve yeni, bölgesel ve genel bütün hegemonlar Ortadoğu’da, Üçüncü Dünya Savaşı ile yeni bir anlaşmanın peşinde. Doğu ile batı, güney ile kuzey; tarih boyunca insanlığa hem beşik hem mezar, hem tohum hem toprak, hem devrim hem karşı devrim mekanı bu coğrafyanın kaderini belirlemek için ellerinde haritalarla koridor savaşlarına girişiyor. Bölgesel ve küresel hegemonya su, petrol, doğalgaz dahil karış karış sömürünün yeni yollarını oluşturmak için eskiden cetvel, kalem ve kağıtla yaptıklarını şimdilerde çağa uygun tabletler üzerinden map haritalarıyla yapıyor. Enerji hatları, ticaret yolları çiziyor ve bunu birbirine kabul ettirmeye, ortaklaştırmaya çalışıyor.
Pozitivist erkek egemen sistem, kendi dışında herkesi kullanılacak birer nesneye dönüştürür ve tarihi ile de bu nesneleştirmeyi pekiştirir. Daha önceki emperyalist paylaşım savaşlarında olduğu gibi nesneleştirilen tarih, nesneleştirilen insan bu haritaların hiçbirinde yer almıyor. Yap-boz tahtası gibi bir günde yüzbinlerce insan yerinden yurdundan toprağından koparılıyor. Varsa bir direnme geleneği ayakta kalıyor; yoksa ölüm, esaret, beden işgali dahil her türlü kırım uygulanıyor. Coğrafyanın asıl sahibi olan Kürtler dahil, bölge halkları, inançları ve kadınları yok sayılarak önümüzdeki yüzyılın dizaynı yapılmaya çalışılıyor. Erkek egemen kapitalist hegemonyanın en iyi bildiği şey savaş ve çatışma olduğu için, yeryüzünün birçok noktasında bu dizayn politikalarıyla çatışmaları körüklüyor ve halkları kırım politikalarına mahkum etmek istiyor.
Suriye savaşı ve hesapları alt üst eden Rojava
Ama bütün bu politikaların iflasını ve yeniden yapılanmasının ipuçlarını veren odak noktalarından biri Suriye. 2011’de ‘Arap Baharı’nın bir devamı olarak iç savaşa dönüşen Suriye savaşı, bölgesel ve küresel hegemon güçlerin ellerini ovuşturarak nüfus ve koparabilirlerse toprak koparmak için paramiliter güçleriyle at koşturmaya çalıştıkları bir yer haline geldi. Aynı güçlerin “gübreliğinde yetişen” ve her birinin çıkarları için kullandığı bir argümana dönüşen El Nusra ve DAİŞ gibi onlarca çete örgütü ‘eğitilip donatılarak’ sahaya sürüldü. Tam da bu günlerde orijinini direnişten ve üzerinde yaşadığı toprakların haklı varolma gerekçesinden alan Rojava, tabiri caizse hesapları alt üst etti. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ve Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin mirasıyla hakiki bir halklar ve kadınlar baharına dönüşen Rojava, çağa alternatif bir model olarak Kadın Devrimi’ne öncülük yaptı. Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın demokratik ulus paradigmasının evrenselliği ile Kuzey Doğu Suriye halklarının geliştirdiği bu sistem, küresel hegemonyayı kaygılı bir izleyişe; tekçiliğine bir tehdit olarak gören Türk devletini ise saldırganlığa sevk etti. Çete ihraç eden bir devlet olarak önce DAİŞ ve El Nusra dahil onlarca çete grubunu besledi, büyüttü ve Rojava’ya saldırttı. Efrîn’le birlikte bu aparatlarla birlikte kendisi bizzat sahaya indi.
Rojava Kadın Devrimi olarak gelişen Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin alternatif olma gücü öz savunmadan, siyasete, diplomasiden, ekonomiye her alanda kadın özgürlüğünü esas aldığından hegemonyanın bölgesel koçbaşısı Türk devletinin de asıl hedefi kadınlar oldu.
Kadın özgürlüğü açısından uzlaşmaz çelişkiler
El Nusra’nın isim değişmiş hali HTŞ’nin 26 Kasım’da, hemen hemen eş zamanlı olarak Halep, Hama, Humus ve Şam’a varana kadar hiçbir direnişle karşılaşmadan ilerleyişi ve Esad rejiminin düşüşü, Suriye için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Yaşananlara bakınca tarihi olduğu kadar kurgusal ve hegemon güçlerin anlaşması ekseninde gelişen ilerleme ve yeni dönemin aktörleri olarak seçilenler gösterdi ki, kadın özgürlük çizgisi açısından ideolojik-paradigmasal bağlamda uzlaşmaz çelişkiler barındıran bir sürecin gelişmesine tanıklık edeceğiz.
Görünen o ki, Suriye’de kurgusal, anlaşmalı bir iktidar değişimi ile karşı devrim bir ‘devrim’ fenomeni gibi sunuluyor. Tekçi bir diktatörlük olan BAAS rejimi yerine iktidar yine tekçi bir yapıyla ikame edilmek isteniyor. Sakalları kısaltılmış, kravatla kapitalist modernitenin emir eri olduğunu beyan eden takiyecilikle ekran önünde boy gösterenler, kamera arkasında -ki bazen önünde de oluyor- kadınları, Alevileri, Hristiyanları, cihadist yaşam tarzını kabul etmeyen Müslümanları kırım ve tehditle sindirmeye ve soykırıma uğratmaya çalışıyor.
Halep’te Alevilerin kutsal mekanına saldıran çete görüntülerinin medyaya yansıması ardından başlayan gösterileri bahane ederek Alevi kırımı yapan HTŞ güçleri, Hama, Humus, Tartus, Lazkiye, Ceble ve Banyas’ta binlerce kişiyi katletti. Bir sindirme yöntemi olarak insan onurunu ayaklar altına alan görüntüler bilinçli olarak yayıldı. Bu saldırılarda binlerce kişinin öldürüldüğü biliniyor. Çok sayıda kadın ise çeteler tarafından ‘ganimet’ olarak kaçırıldı ve tecavüze maruz kaldı.
Yüzyılın çatışma noktaları oluşturuluyor
Yine HTŞ’ye bağlı gruplar, Hristiyanların yoğunlukta bulunduğu Hama’ya bağlı Al-Suqaylabiyah’taki yılbaşı ağacının yakılması ardından başlayan protestolara katliamla yanıt verdi. Meraklılar için Suriye’de halklara yönelik ‘geçici yönetim’ adı altında yönetimi kendinden menkul grupların nefret ve katliamlarını internette bol bol görmek mümkün. Fıtratında kadınlara ve farklı inançlara eşit davranmanın olmadığı bir yapının Suriye’nin geleceğinde ne kadar yer alacağı, görünen köyün klavuzu deyimiyle açıklanabilir ancak.
Görünen o ki böl-parçala-yönet politikası bu kez tekçi-mezhepçi cihadist örgüt eliyle geliştiriliyor ve önümüzdeki yüzyılın Sykes-Picot benzeri saatli bombaları halklar arasına yerleştirilmeye çalışılıyor. Mezhepler, inançlar ve halkların birbirine düşman edilme süreçleri gelişiyor. Aslında önümüzdeki yüzyılın çatışma noktaları Suriye merkezli oluşturulmaya çalışılıyor. 20’nci yüzyılın başında halkların ve kadınların dışlanarak geliştirildiği ulus-devletçi tekçi paradigmanın iflasından ders almayan hegemon güçler, Ortadoğu’ya yeni bir deli gömleği giydirmeye çalışıyor.
Ama biz en iyi öğretmen olan tarihten biliyoruz ki, Ortadoğu’ya dair dışardan yapılan hesaplar, içeriden ne kadar ortağı olursa olsun yerelde hep kadük kalmıştır ve asıl belirleyici aktör nihayetinde hep yerel güçlerin direnişi olmuştur.
Takiyeci yönetim gerçekten de ‘geçici’
Birçok siyaset bilimciye göre ‘aslında yeni başlayan Suriye iç savaşı’nda mevcut ‘geçici’ denilen yönetimlerin kalıcı olmayacağı aşikardır. Çünkü dincilikle beslenen kökleriyle yüzleşmek şöyle dursun, takiye ile kendi gerici ideolojisini geleceğe hakim kılmaya çalışma niyetini her fırsatta belli ediyor. İflas etmiş ataerkil ulus-devletçi paradigmanın mezhepçi-dinci versiyonu ile Ortadoğu’da yeniden çözüm aramaya girişmek tarihi tekerrüre mahkum etmeye çalışan kapitalist sistemin bir kurgusundan başka bir şey değil.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan, “Özgürlük Hareketi sosyalist bir harekettir. Bu harekette mezhepçi, milliyetçi anlayışlar olmaz. Herkes kendi toplumsallığını yaşar, ama aynı zamanda evrensel olmak durumundadır. Dikkat ederseniz, bizim siyasetimizin hakim olduğu alanlarda bu tür devlet operasyonları sonuçsuz kalıyor. Bakın Rojava’ya, eğer mezhepçi ve milliyetçi bir yaklaşım orada baskın olsaydı, parça parça olup yutulurdu. Ama görüyorsunuz, tüm inançlar ve kimlikler birbirlerine saygılı ve yan yana yaşıyorlar. Bu da ulus-devletçiliği aşmakla olur. Barzani ulus-devletçiliği de er ya da geç çatlayacaktır, fazla yaşayamaz. Sovyetler’de reel sosyalizm ulus-devlet batağına gömülmüştü, hakeza Çin de öyle. Oysa sosyalizmde tekçi ulus devlet anlayışı olmaz; bu, büyük bir tehlikedir. Buna karşı ne yaptık? Demokratik ulus anlayışını geliştirdik. Demokratik ulusa dayalı sosyalizm her türlü tehlikeleri de bertaraf edecektir” belirlemesini yapıyor.
Bu nedenle Ortadoğu’da çözüm şansı olacak her sistemin öncelikle milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik ve pozitivist bilimcilikle ideolojik hesaplaşmayı başarıyla yürütmesi gerekiyor. Üstelik bu kez ilk ve son sömürgenin ikinci devrim için kolları sıvadığı bir coğrafyada ideolojik ve bedenleşmiş olan bir kadın özgürlük çizgisi var. Suriye’nin geleceğini belirleyecek olan Rojava Kadın Devrimi, Kuzey Doğu Suriye’deki demokratik ve kadın özgürlükçü sistem olacak gibi görünüyor. Özcesi 109 yıl önce halklar arasına yerleştirilen saatli bomba bugün sahiplerinin elinde patlayacak gibi duruyor.